İtalyan Yeni Gerçekçiliği, savaş sonrası sinemasıdır. Günlük, sıradan olayları konu almakla birlikte eleştirel ve gerçekçilik arayışını içinde barındırır. 2. Dünya savaşı öncesi ve sonrası olarak iki ayrı bölümde incelenmelidir. Savaş öncesine göz attığımız zaman İtalya’da hızla yükselmekte olan faşist ideolojinin gölgesinde kalır. Dönemin lideri Benito Mussoli sinemaya katı bir şekilde kontrol uygulamaz ve Hollywood sinemasına yakın bir konumda yer alır.
2. Dünya savaşından sonraki dönemi ele aldığımız zaman karşımıza iki önemli yönetmen çıkar: Vittorio De Sica ve Roberto Rossellini. Fakat, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin diğer önemli isimleri ise Cesare Zavattini ve Federico Fellini‘dir.
Bahsettiğimiz bu iki yönetmen savaşın İtalya üzerindeki etkisini farklı şekilde yansıtır. Sinemanın karşılığı olarak bu duruma mizansen denir. Kısaca; kameranın durduğu yer, yönetmenin dünya görüşünü yansıtır. Hiçbir şekilde içinde ideoloji barındırmayan bir film bile ideolojiktir. Biz de bu yazımızda İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımının iki önemli yönetmeni De Sica ve Rossellini’nin mizansen farklılıklarını Umberto D. ve Roma Città Aperta filmleri üzerinden analiz edeceğiz.
Öncelikle her iki yönetmenin dünyaları birbirine çok yakındır. De Sica kişilerin duygularına odaklanır ve savaşın açtığı sorunlara bireysel açıdan bakar. Hiçbir şekilde ideolojisini ön plana çıkartmaz. Kamera, gerçekliğin bir aynası olarak karşımıza çıkar. Bu durumu Umberto karakteri üzerinden gözlemlememiz mümkündür.
Roberto Rossellini ise savaşı tüm çıplaklığı ile gözler önüne serer ve katı bir şekilde bu durumun altını çizer. De Sica’nın filmlerindeki gibi insan psikolojisini ön planda tutmaz ve filmlerinde savaşın sonuçlarının ideolojik bir yanı vardır. Roma, Città Aperta filminde bu durumu İtalya’nın içinde bir Nazi Almanya’sı inşa ederek gözler önüne serer.
Umberto D. / Vittorio De Sica
Bir fizik profösörü olan Umberto’nun yaşadığı zorlukları anlatır. Sadece alt sınıfın yaşadığı zorluklardan ziyade her kesimin yoksullaştığını da gözler önüne serer. Umberto ve köpeği Flike arasında kurulan spesifik bir bağ vardır. De Sica’nın kişilerin duygularına ve sorunlarına bireysel açıdan odaklanması Umberto ve köpeği Flike üzerinden gerçekleşir.
Film, emekli maaşlarının az olduğunu ve zam yapılması gerektiğini düşünen İtalyan halkının protestosu ile başlar. Sonrasında protesto izni olmadığı için dağılan topluluğun içinde Umberto’yu görürüz. Kimsenin birbirinden haberinin olmadığını, Umberto’nun emekli maaşı ile geçinemediğini ve biraz zam yapılsa daha iyi olacağını söylemesiyle devam eder. Fakat Umberto dışında emekli maaşının yetersiz olduğunu düşünen kimse yoktur. Kalabalığın getirdiği bir yığın insanın aslında birbirlerinden haberdar olmadığını, birbirlerine olan yabancılaşmanın boyutunu gözlemleriz.
Filmin devamında ise Umberto ve köpeği Flike ile olan yemek sahnesini hatırlayalım; çünkü yönetmenin dönemin zor şartlarını insan psikolojisi üzerinden ortaya koyduğu bir sahne olarak karşımıza çıkar. Umberto’nun yemeğini köpeği Flike ile paylaşması dönemin zor şartlarını insan psikolojisi üzerinden anlatır niteliktedir. Sadece bununla da sınırlı değildir; Umberto’nun ne kadar yalnızlık içinde olduğunu İtalya’nın ekonomik durumu üzerinden görürüz.
Yönetmen, film boyunca insan psikolojisine İtalya’nın gerçekleri üzerinden yer verir. Bu durumu Umberto’nun yaşadığı birtakım sorunlara odaklanarak ortaya koyar. Biz, Umberto’nun sağlık sorunları yaşadığını, kaldığı odanın kirasını vermek için verdiği mücadeleyi ve her şeye rağmen Flike ile olan bağının asla zedelenmediğini ve tüm bu yolculuğun insanın kendisine olan bir yolculuk olduğunu gözlemleriz. İnsanın kendisine olan yolculuğunu, yönetmen filmin sonunda Umberto ve Flike üzerinden tekrar bize hatırlatır.
André Bazin ise Sinema Nedir kitabında Umberto D. filminin son sahnesini şu cümle ile açıklar: Bir adam ve onun yürümesindeki güzelliğe hayranlıkla bakan bir seyirci.
Roma, Città Aperta / Roberto Rossellini
Roma, Città Aperta; İtalyan direnişçilerinin, faşizme karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Filmin bütününe baktığımız zaman İtalya’nın içerisinde resmedilen bir Nazi Almanya’sını görürüz. Savaşın sancılarını, yoksulluğu, faşizme karşı verilen mücadeleyi, İtalyan halkının yanında yer alarak anlatır.
Roberto Rossellini, filmdeki olayların kurguya dayandığını, gerçek kişi ve kurumlarla benzerlik gösterir ise tamamen rastlantı olduğunu filmin en başında dile getirir. Bu durum gerçekliği her ne kadar yansıtmak istiyor olsa bile ideolojik olarak durduğu yeri ifade eder.
André Bazin Sinema Nedir kitabında Roberto Rossellini’nin oluşturduğu karakterlere olan sevgisiyle, onları birbirleriyle iletişim kurmaktan yoksun bıraktığını dile getirir. Estetik olarak kendisini ifade etmediğini, net çizgileri olduğunu söyler. Bu durumu açmamız gerekirse; Mühendis Giorgio Manfredi’nin yaşadığı savaş şartlarından dolayı aşk konusunda söylediği cümleyi ve sahneyi örnek gösterebiliriz. Sevdiği hâlde belki başka bir zaman olsa sevebilirdim diye durumu dile getirmişti. Başka bir örnek ise Francesco ve sevgilisinin merdivenlerde konuştuğu sahneyi hatırlayalım; sahne aslında duygusal bir durumu içinde barındırmasına rağmen ağırlıkla savaşın sancılarının konuşulduğunu bir sahne olarak karşımıza çıkar.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Roberto Rossellini filmin bütününde ideolojisini ön plana çıkartır. Filmin başında her ne kadar gerçek kişi ve kurumlar ile alakalı benzerlik göstermesi tamamen rastlantı sonucudur açıklaması olsa da tarihi olaylar ile ilgili benzerlikler göze çarpar. İtalya üzerinden savaşı ve ideolojisini net bir şekilde ortaya koyar. Örneğin film üzerinden sahneleri ele aldığımızda; İtalya’nın içerisinde inşa edilen bir Nazi Almanya’sını, Nazi Almanya’sını temsil eden komutanının biz aslında ‘üstün ırk’ değiliz ve Frencesco’nun sevgilisinin ‘faşistler mi olsun düğünümde’ söylemleri mevcuttur. Ayrıca filmin içerisindeki fikir ayrılıkları da öne çıkarttığı ideolojisinde önemli bir yer tutar. Örneğin, Mühendis Giorgio Manfredi ve sevgilisinin arasında oluşan fikir ayrılığını görürüz. Bu fikir ayrılığında, Giorgio Manfredi İtalyan halkını temsil eder ve güzel günlerin geleceğini, tüm bu olanların biteceğini düşünür. Sevgilisinin düşüncesi ise farklıdır ve onun için güzel günlerden ziyade geleceğe dair bir düşüncesinin olmadığını ve durumu kabullendiğini, maddiyatın daha önemli olduğunu görürüz. Filmin olay örgüsünüyle bir bütünlük oluşturan tüm bu unsunlar filmin sonunda her şeye rağmen güzel günlerin geleceğine ışık tutar.