İsmail Bilgin’in “Enver Paşa Bir Adanmışlık Öyküsü” adlı eseri, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında öne çıkan Enver Paşa’yı, idealist ve fedakâr bir lider kimliğiyle yeniden yorumlayan biyografik bir anlatıdır. Yazar, tarihsel olayları yalnızca bilgi aktarma amacıyla değil, karakterin zihinsel ve duygusal yönlerini görünür kılacak biçimde yapılandırır. Böylece Enver Paşa, dönemin karmaşık siyasal atmosferinden ziyade, ülkesi uğruna üstlendiği sorumluluk ve inanç temelli bir kimlik çerçevesinde değerlendirilir. Bu tercih, eserin amaçladığı değerlendirici-pedagojik yönü güçlendirerek anlatının genç okurlar üzerinde bir “tarih bilinci” oluşturma işlevini de ön plana çıkarır.

- “Balkanlar, nice hayatın, sevdanın, ümidin, hayalin göçe durduğu yollarla örülüydü. Bu yollar bazen kesişir bazen ters yönlerde uzayarak ayrılığa, hüzne, acıya ve çileye uzardı. Bu yollar bazıları için vatana, bazıları içinse vatansızlığa çıkardı.“ (s.17)
- “Adı İsmail Enver olsun, vatanına kurban olsun.“ (s.22)
- “Ona göre istemek yeterliydi; hayal etmek, ümit etmek şarttı.“ (s.23)
- “Bir şeye karar verdi mi, ondan geri dönmeyi asla düşünmüyor, hemen olsun istiyordu. Oyalanmak, beklemek ona göre değildi.“ (s.23)
- “Ancak şunu öğrenmişti ki her şeyi tek başına halletmeliydi. Arkadaşlarından, dostlarından yardım görmek, yardım istemek ve yardım beklemek yerine her işini başarmak için kendisi gayret etmeliydi.“ (s.27)
- “Madem ki gerçekler göz ardı ediyordu, madem ki doğrular dikkate alınmıyordu, çalışmanın ne anlamı var diye düşünüyordu.“ (s.28)
- “Unutmaya çalışmak, gerçeklerden kaçmak demektir. Gerçeklerden kaçamazsın, ne kadar hızlı koşsan da. Onlar dimağına aklına, gönlüne karışır, sana şah damarın kadar yakın olurlar, kendinden kaçarak, kendinden uzaklaşarak, gerçeklerden kurtulamazsın. Geri dönecek ve tembelliğinle, boş vermişliğinle yüzleşeceksin. Hem de kendinle karşı karşıya gelerek…“ (s.29)
- “Gün geçtikçe bilenen, keskinleşen düşüncelerinin ağırlığı altında eskisi gibi ezilmiyordu. Düşünceleri onu cengâvere dönüştürecek gibiydi.“ (s.37)
- “Hayat yolu uzar mıydı, kısalır mıydı bilemezdi ama o, bu yollarda yürümek, bu yollara revan olmak için kararlıydı, bu gücü, bu kararlılığı ve en önemlisi de bu inancı artık kendinde buluyordu. Yollarda, dağlarda, koca şehirlerde kendini de bulacak mıydı?“ (s.38)
- “Bir gün geri döneceğim. Hem de barut gibi. Şimşek gibi. Kızgın lav gibi.“ (s.38)
- “Ancak bir şeye tahammülü yoktu: Haksızlığa!“(s.39)
- “Onun sakin, soğukkanlı, ciddi yapısının altında yufka gibi yüreği, duygulu hali vardı. Çok hislendiği ve yüreği çalkalandığı vakit ela gözleri hemen dolardı.“ (s.39)
- “Derdini, sevincini ancak kendisiyle paylaşmalıydı. Bu yüzden kendine kendini yazıyordu.“ (s.39)
- “O da şimdi belki ömür boyu sürecek yeni bir yolculuğun başında değil miydi? Uzun yolculuk kendisini nereye, hangi yollara götürecekti? Bilmiyordu ama o, bu yola isteyerek, bilerek, baş koyarak başlamıyor muydu? Kendi seçtiği aynı zamanda kaderinin de çizildiği yolun kesişmesini bütün kahrıyla, lütfuyla peşinen kabullenmemiş miydi?“ (s.40)
- “Her şartta, her durumda bir başına ayakta kalmayı, başarılı olmayı becerebilmeliydi. Arkasına bakmadan, kimseden destek beklemeden, bir başına olabilmeli ve her şeyin üstesinden gelebilmeliydi.“ (s.42)
- ““Bir şeyler yapılmalı, ” diyordu, bir şeyler ama o bir şeylerin ne olduğunu bilemiyordu.“ (s.44)
- “Onun tarihi olaylardan çıkardığı en büyük sonuç şuydu: Her alanda güçlü olmak gerekliydi.“ (s.48)
- “Kader insanların yolunu çizer, kimilerinin yolu uzun, kimilerinin kısadır. Yolun sonu nereye gider, nasıl biter insan bilemez. Bilseydi, o yollarda yürümek istemez veya canla başla yol almak için gayret ederdi. Ama ne olursa olsun, her insan kendi yolunu yine tek başına yürürdü.“ (s.52)
- “Buna nasıl tenezzül ederdi? Hani adalet neredeydi? Mahkeme adaletin dağıtıldığı, sağlandığı yer değil miydi? Buradan şunu anlıyordu ki, bu tür mahkemeler sıkça olmakta ve nice eve ateş düşürülmekte, nice şahıslar cezalandırılmakta ya da sürülmekteydi. Üstelik bunu devletin geleceği için, devleti korumak ve kollamak adına yapıyorlardı.“ (s.61)
- “Bir kıvılcım lazım. Bir ateş, bir yerden başlamak, bir şeylere dur demek, bir şeyleri daha iyi yapmak ve düzeltmek için bir şeyler yapmak gerek. Ama ne?.. Bir kolağasının elinden gelen nedir? Bu vatan için can vermek… Ona dünden razıyız ama can vermekle her şey düzelmiyor ki.“ (s.76)
- “Bu vatanı kurtarmak için bağırmaktan, galeyana gelmekten, oturup kurtuluş çareleri konuşmaktan başka yapılacak şeyler de olmalıydı.“ (s.82)
- “Bir davaya inanıyorsan, onu her hal ve şartta, her durumda dile getireceksin; dilinle söylediğini yapmak için de canını pazara çıkaracaksın. Karanlığa bir ışık gibi, hedefe atılan bir ok gibi hızla atılacaksın ve bir kere dahi başını çevirip bakmayacaksın: ‘Benden başka gelen var mı?’ diye. İnandığın yolda yalnız yürüyeceksin.“ (s.83)
- “Bir yandan da İstanbul’daki 1. Ordu’da görev yapan askerlerin düzenli maaş aldığını duyuyordu. Oysa burada, dağlarda çetecilerin peşinde koşan, kelle koltukta savaşanların maaşı düzenli ödenmediği gibi burada adeta unutulmuşlardı.“ (s.85)
- “Çıkış yolu, kurtuluş yolu bulmak için, ‘gözlerim bağlanarak yolda ilerlemek’ nasıl bir duygudur diye kendine sordu. — Ben yol bulayım, ilerleyeyim istiyorum; gözlerimi bağlıyorlar. Ne tezat, diye düşündü.“ (s.98)
- “Sultan Rusya’ya karşı İngiltere’nin hep yanında olmasını istemiş ve bu şekilde bir politika izlemiştir. Çünkü sultanın en büyük korkusu Rusya’ydı. Düşünebiliyor musunuz: Talat ve Enver Beyler, kendi ülkenize tren yolu yapacaksınız ama buna çarın izin vermesi gerekli…“ (s.109)
- “II. Abdülhamit Han’ın tahta daha henüz geçmediği dönemde İngiltere aleyhinde bir beyanname yayınlayan Üçüncü Mabeyinci Mehmet Bey’in 26.09.1877 tarihinde İngiliz elçisine verdiği bir bildiride şöyle denilmişti: ‘(…) Düşmanımız Gladstone’dur. (…) İngiliz milletinin büyük bir çoğunluğu bu kandırmacalara inanmıyor.’ Ancak Gladstone ise şöyle demişti: ‘Türkler taslarını taraklarını toplayıp Avrupa’dan gitmelidirler.“ (s.122)
- “Padişah, Reval Görüşmesi’nde alınan kararları merak ediyor ve sabırsız şekilde gelecek haberleri bekliyordu. II. Abdülhamit Han’ın Mabeyn Başkatibi Tahsin Paşa ise padişahın büyük devletleri memnun etme, taviz verme politikasını eleştirmekten geri durmuyordu: ‘İdare-i maslahat politikası para etmez olmuştu.“ (s.124)
- “Yalnız bir kurt gibi dağları mesken mi edinecekti?“ (s.132)
- “ Nasılsın? — Nasıl olayım birader; öyle bir his ki, beni zehirli sarmaşık gibi sarmaladı durdu akşamdan beri. Kendimi buralara yabancı hissediyorum. Buralara ait değilmiş gibiyim, bir yama misaliyim…“ (s.133)
- “Zehir dolu tastakini içmekten imtina etmezler; kaderine tutuktu bu garip yolcular. Bilinmez ki bu yol onların ya son yolu, son seferidir! Bilemez ki kaderine tutkun bu hürriyet yolcuları!“ (s.142)
- “Ne efsunkâr imişsin, ah ey didâr-ı hürriyet, esir-i aşkın olduk; gerçi kurtulduk esaretten.“ (s.169)
- “Hani her şey yoluna girmişti? Hani hürriyet her şeyi çözecekti? Avrupalılar açısından demek ki değişen bir şey yoktu…“ (s.177)
- “Sevdi mi insan, tam sevmeli; kendini sevdasına adamalıydı.“ (s.198)
- “Ümit ederim, sevgili dostum, medeni Avrupa’ya barbarlar olmadığımızı ve saygı gösterilmeyi hak ettiğimizi göstereceğiz. Aksi takdirde şerefimiz yolunda öleceğiz.“ (s.216)
- “Bir şey yaptık deriz torunlarımıza; gittik savaştık deriz. Gidemedik, savaşmadık demekten iyidir bu. Yarının tarihi tokadı her birimizin yüzüne patlar. Tek çıkar yol budur.“ (s.218)
- “Her imkânsızın bir imkanlı yanı vardır.“ (s.218)
- “Vazifem beni, hiçbir maddi netice alamayacağı bir amaca götürüyor.“ (s.226)
- “Biliyor musunuz, benim için hayatın bir önemi yok ama komik bir şey var: ben tehlikeye doğru koştukça ölüm benden kaçıyor. Bu da benim vatanımın şerefi ve çıkarlarını korumak için yaşayacağıma olan inancımı artırıyor. Bu olmasa, kendimi aşağılanmış ve yaşamayı hak etmemiş addederim. Yüce bir Kuvvet şu sıra beni yaşatıyor ve çalışmamı sağlıyor.“ (s.237)
- “Tam ümitliyim. Tam gayretli ve tam vatan sevdalısıyım.“ (s.242)
- “Benim inandığım bir şey var: imkânsızın dahi bir imkanlı yanı vardır; onu aramalıyız, bulmalıyız…“ (s.246)
- “Hayır! Ya ben bu milleti bahtiyar göreceğim, yüzü ak, alnı açık gezdireceğim yahut bana bu dünyada hiçbir şey lazım değil; daha doğrusu hiçbir şeye layık mahluk değilim…“ (s.274)
- “Dünyadaki bütün Türkleri ve Müslümanları hür ve zulümden uzak, bir araya gelmiş, birlik olmuş şekilde hayal ediyordu.“ (s.279)
- “Ama tekrar ediyorum, Almanları sevmemin sebebi duygusallık değil; sevgili vatanım için tehlikeli olmadıklarından dolayı, tam tersine bizim için faydalılar ve her iki memleketin menfaatleri beraber yürüyor ve daha uzun süre bir arada yürüyebilir…“ (s.296)
- “Titreyen, üşüyen alevde, bir tek saça bağladığım gönlümün sevgisi öyle şiddetli ki, bir saç teli inceliğinde değil; birbirimize kalın zincirlerle bağlı gibiyiz.“ (s.301)
- “Ben korku nedir bilir miyim? Bilmem. Ne cephede ne de gönül işlerinde…“ (s.328)
- “Kendisini daha önce Manastır’dan tanıdığı, ona annesinden mektup getiren, Trablusgarp’tan, Hareket Ordusundan, Balkan Harbi’nden iyi tanıdığı Mustafa Kemal Bey’in önemli görevler yapacağını düşünüyordu. Zaten buna inandığı için kendisini genel ihtiyata aldırmış, daha Sarıkamış’tan dönerken yolda tayinini yaptırmıştı…“ (s.426)
- “Ordudan siyaseti ataleti ve miskinliği kaldırmış, suistimalleri önlemiş; verdiği emri asla değiştirmemiş, iptal ettirmemiş, genç subaylara güvenmiş; yenilikçi ve enerjik olmayan yaşlı paşaların gözünün yaşına bakmadan emekliye ayırmış, alaylı subayların sayısını iyice azaltmıştı. İşte Türk ordusu büyük zaferler kazanıyor, kendi tarihine görülmedik şan ve şeref katıyordu. Bu şan ve şerefin baş mimarı Enver Paşa’ydı…“ (s.453)
- “Mustafa Kemal! Askerdir. İyi bir taktisyendir; hamleleri cephede her zaman doğru çıkmıştır. Keza askeri görüşleri de. Askerin siyasetini istememiştir. Almanlara pek güvenmez. Kendine güvenir ve askerine çok inanır. Benden sonra Mustafa Kemal ordunun başına geçmelidir…“ (s.478)
- “Ama tarih kendi kurtuluşlarını başkalarının ihsanına, yardımına bağlayanların acı durumlarını hep yazmıştı.“ (s.487)
- “Yoksa sadece İsmail Enver olarak mı hayata devam etseydi? Kurban olmaya göze almış, ikbalde, makamda gözü olmayan İsmail Enver mi olsaydı? Hiç Enver Paşa olmasa mıydı?“ (s.488)
Kaynakça:
Bilgin, İsmail. Enver Paşa Bir Adanmışlık Öyküsü. İstanbul: Timaş Yayınları,2024.