Ingmar Bergman, klasik bir yönetmen değildir. Bergman sineması, giriş-gelişme-sonuç / neden sonuç ilişkilerine bağlı kalmaz. Öykü anlatmaktan vazgeçmez ama hikâyeye bağlı filmler de üretmez. Filmlerinde imgeler vardır ve bir duruma işaret eder. Ağırlıklı olarak filmlerinde kadın karakterler belirgindir.
Persona incelemesi; ilk dönem sinema kuramcılarından Béla Balázs’ın sinemadaki yakın planın önemi hakkındaki düşüncelerini esas alacaktır.
Persona filmine baktığımızda iki kadın karakter üzerinde durur: Elisabet Voglar ve Alma. Aktris Elisabet Voglar, Elektra oyununu oynarken kriz gibi görülen bir olay yaşar ve etrafındaki hiç kimseyle iletişim kurmak istemez. Bir süre hastanede yattıktan sonra hemşire Alma ile birlikte sahil evine yerleşir. Persona, düşünsel bir filmdir ve Elisabet ile Alma arasında geçenler psikolojik ve izleyenin aklında soru işareti bırakan bir anlatıma sahiptir.
Persona kelimesi dış dünyadaki kimliğimizi yansıtır; içsel hayatımız ve rollerimiz. Dışarıdaki hayatımızla gerçek benliğimiz arasındaki açık çoğaldığında, bu gerçek benliğimize duygusal olarak zarar verir. Elisabet’in suskunluğu da tam olarak böyledir; ifade ettiklerimizin ne kadarını yapıyoruz ya da yapıyor muyuz? Persona filmi bu noktadan değerlendirilmelidir; Elisabet’in yaşadığı şey böyle bir sorundur ve bu sorun karşısında yalan söylemek yerine susmayı tercih eder. Bu tercih aslında erdemli ve ahlaklı insanların sergilediği bir davranıştır. Persona filminde geçen şu diyalog durumu ve anlatılmak istenen temayı aktarır: ”İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, birkaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere…”
Béla Balázs için yakın plan çekimleri çok önemlidir. Sinemanın yarattığı dramatik etkinin asıl sebebinin bu noktadan geldiğini, yakın plan çekimlerin lirik olması gerektiğini söyler. Lirik bir yakın çekimin; göz ile değil kalp ile algılandığını ifade eder. Sinema ve tiyatronun temel farkının ‘konuşma’ olduğunu, filmde ne kadar çok konuşma varsa filmin tiyatrosallaştığını ve hemen uzaklaşılması gerektiğini de ifade eder. Bu noktada Bergman’ın Persona filmindeki yakın plan çekimleri ile Balázs’ın söylemiş olduğu dramatik etkinin yakın plan çekimleriyle özdeşleştiği görülür. Filme baktığımızda, Elisabet ve Alma’nın birlikte kahve içtikleri sahnede Alma’nın sevgili ile olan ilişkisi, okul hayatındaki yaşantısı ya da Elisabet’in doktora götürmesi için verdiği mektubu Alma’nın arabada okuduğu sahnedeki gibi durumlar aktarırken kullanılan yakın plan çekimleri kalp ile algılanır ve seyirciyle özdeşleşir.
Balázs’a göre; aynı sahne içerisinde seyirci ile sahne arasındaki mesafenin yani planın değişmesi, sinemanın en büyük ikinci yaratıcısı olarak değerlendirir. Bu durum kameranın durduğu konum ve yarattığı perspektif açısından önemlidir. Filme baktığımızda, Alma’nın sevgilisi ile denize gittiğini ve anısını anlattığı sahnede Alma’nın koltukta, Elisabet’in ise yatakta oturduğu genel plan kullanımı vardır ve devamında önce Alma’nın genel plan çekimi sonrasında ise Elisabet’in genel plan çekimi ile sohbet devam eder. Ayrıca sahnenin devamında yakın plan çekimleri de vardır. Elisabet sessizliğini korumaya kararlıdır ve biz onu konuşmasa bile anlarız. Bu durum Balázs’ın belirttiği temel farkın ‘konuşma’ olduğu durumunu ve Persona’nın tiyatrosallaşmaktan uzak bir konumda olduğunu gösterir; çünkü Persona filminde sadece zaman ve mekân iç içe değildir, karakterlerin de iç içe geçtiğini görürüz ve bu durum düşünsel bir süreç yaratır.
Sinemayı sadece öyküsü için izlemeyiz, sinematografisi için de izleriz. Filme baktığımızda, Alma, Elisabet’in yazdığı mektubu okuduktan sonra tamamıyla değişir. Şehri özlediğini ifade eder ve artık ayrılmak ister fakat Elisabet sessizliğini korur. Alma bu duruma sinirlenip eve girip kapıyı çarpmak ister ama vazgeçip Elisabet’in yanına gelir. Sahneye baktığımızda Elisabet’in başında şapka ve elinde kitapla sandalyede otururken görürüz ve tam arkasında Alma yer alır. Alma’nın siyah gözlükleri vardır. Sahne sinematografik açıdan çok etkileyicidir; Elisabet’in taktığı şapka göz çevresinde bir gölge oluşturur, Alma’nın ise suratı aydınlıktır fakat gözünde siyah gözlükler takılıdır.
Persona filmindeki ses kullanımı önemlidir fakat daha önemli olan ışık, gölge, karanlık alanların kullanımıdır. Filme baktığımızda Alma tatildeki anısını anlatırken Elisabet’in yanına uzanır ve o sahnede aydınlık ile karanlığı Elisabet ile Alma’nın yüzünde görürüz. Aydınlık ve karanlık; birbirlerinin iki parçasını gösterir. Işık ve gölge kullanımı sadece estetik değer taşımaz, filmin özünü barındırır.
Kaynakça:
Buğra Kibaroğlu, Sinema Sanatında Gerçekçilik ve Biçimcilik, Yüksek Lisans Tezi, Béla Balázs ve Dil Olarak Sinema, Sayfa 17-30, Ankara, 2015


