Okuyucuya kitabın atmosferini ve yazı dilini tanıtan, kitabın ilgimizi çekip çekmeyeceğini az çok anladığımız kısım olan bir kitabın ilk cümlesi, büyük miktarda önem taşır. Okuru ilk satırdan beri içine çeken, merak uyandıran ve yazarın dünyasına davet eden bu cümleler, İngiliz edebiyatının büyüleyici diyarının temel taşlarını oluşturur. Bu yazıda, İngiliz edebiyatının en etkileyici giriş cümlelerini yakından inceleyeceğiz.
Uğultulu Tepeler

“1801 – Ev sahibimi, ileride başıma işler açacak olan bu tek komşumu görmeye gittim, şimdi oradan geliyorum.”
Emily Brontë tarafından kaleme alınan bu eserin ilk cümlesi, kitabın gotik atmosferini okuyucuya anında hissettirir. Romanın anlatıcısı, bölgeye yeni taşınmış Lockwood‘dur; onun gözünden anlatılan bu cümle yabancılık ve ulaşması zor toplum hissinin mesajını daha ilk satırdan verir. Eser, Yorkshire’ın rüzgârlı tepelerinde yaşayan Earnshaw ailesi ile Linton ailesinin, ayrıca Earnshawlara evlatlık olarak gelen Heathcliff’in karmaşık ilişkisini konu alır. Catherine Earnshaw ve Heathcliff’in değişmeyen aşklarının yıkıcılığı, birbirlerine karşı duydukları güçlü hisler romanın merkezinde yer alır. Bu aşk, toplumsal sınıflar, intikam ve insan doğasının karanlık yanları gibi temalarla iç içe geçerek eserin etkisini arttırır.
Bayan Dalloway

“Bayan Dalloway çiçekleri kendisi alacağını söyledi.”
İngiliz edebiyatında önemli bir yere sahip olan Virginia Woolf‘un kaleminden çıkan Mrs. Dalloway‘in ilk cümlesi sıradan bir eylemle başlayarak oldukça sadelik içerir. Sadece bütün bir günü konu alan kitap, Clarissa Dalloway‘in düşüncelerini ve geçmişine yaptığı zihinsel yolculuğunu, aynı gün savaş travması yaşayan Septimus Smith’in hikâyesiyle bir arada anlatır. Virginia Woolf, bilinç akışı tekniğiyle zamanın sınırlarını kaldırır ve geçmiş ile şimdi arasındaki ilişkiyi özenle inceler. Eser bireyin kimliği ve toplumdaki rolü gibi temaları derinlemesine sorgular.
Gurur ve Önyargı

“İyi bir servete sahip bekar bir erkeğin bir eşe ihtiyaç duyduğu, herkesçe kabul edilen evrensel bir gerçektir.”
Gurur ve Önyargı‘nın ilk cümlesi, yazar Jane Austen‘ın ince mizahını içererek toplumsal eleştiri barındırır. Romanın evlilik, statü ve toplumsal beklentiler gibi tüm temaları tek bir cümleyle okuyucuya aktarılır. Roman, Elizabeth Bennet ile gururlu Mr. Darcy‘nin ilişkisi üzerinden aşkın toplumsal beklentilere nasıl sığmadığını anlatır. Eserin yayımlandığı yıllarda kadınların bir statüye ulaşmak için sahip oldukları tek yolun evlilik olduğu gerçeği, Elizabeth’in zeki ve bağımsız kişiliğini dönemi için devrim haline getirir. Gurur ve Önyargı, Jane Austen’ın eleştirel kalemiyle evlilik, sınıf farkı ve kadınların toplumsal konumunu işleyerek klasik eserler arasında yerini almıştır.
1984

“Parlak ama soğuk bir Nisan günüydü, saatler on üçü vuruyordu.”
George Orwell tarafından yazılan ve totaliter rejimin hüküm sürdüğü Okyanusya’da yaşamını sürdüren Winston Smith‘in bireyselliğini korumaya çalışmasını konu alan 1984, tek cümleyle giriş yaptığımız bu evrenin bozulmuş gerçekliğini hissettirir. Nisan ayında baharın gelişiyle ılık havaların beklentisini altüst eden Orwell, “soğuk” kelimesini kullanarak çelişkili unsurları bir araya getirir. Gün görünürde aydınlık havası verse de, aslında huzursuzluk hissi yaratır. Ayrıca, bir toplumda saatin birden on ikiye kadar vurması normal karşılanır ancak bu evrende saatlerin on üçü vurması gibi yeni bir düzen barındırmasıyla tekrardan bir şeylerin ters olduğu hissi verilir. Distopik evren denildiğinde akla gelen ilk örneklerden olan 1984, çeşitli kısıtlamaların ve devamlı değiştirilen gerçekliğin sonuçlarını göz önüne sermesiyle güncelliğini korumaktadır.
Jane Eyre

“O gün yürüyüşe çıkmamız mümkün değildi. Aslında, sabah bir saat kadar yaprakları dökülmüş çalıların arasında dolaşmıştık, ama öğle yemeğinden beri (kimse olmadığı zamanlarda, Bayan Reed yemeğini erken yerdi), soğuk kış rüzgarı öyle kasvetli bulutlar, öyle şiddetli bir yağmur getirmişti ki beraberinde, dışarıda gezinmek mümkün değildi.”
Charlotte Brontë tarafından kaleme alınan Jane Eyre‘ın ilk cümlesi verdiği kısıtlanma hissiyatıyla romanın ana hatlarını oluşturur. İç karartıcı koşullar ve Jane’in umutsuz beklentileri yalın bir tonda giriş cümlesiyle okura iletilir. Eser yetim bir kız olan Jane’in zorlu bir çocukluğun ardından Thornfield Malikanesi’nde mürebbiyelik yapmaya başlamasını ve evin sahibi Mr. Rochester ile kurmaya başladıkları ilişkiyi anlatır. Romana hakim olan Jane’in özerkliğini koruma çabasıyla verdiği kararlarda ahlaki tutarlılık ve özgür olma çabası gibi temalardır. Jane’in düşünceleri aracılığıyla işlenen içsel güç vurgusuyla döneminin en etkileyici kadın portrelerinden biri olmasının yanı sıra günümüzde de akıllarda yer edinmiştir.
Kendine Ait Bir Oda

“Ama biz senden kadınlar ve kurmaca yazın konusunda konuşmanı istemiştik, bunun insanın kendine ait bir odası olmasıyla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışacağım…”
Virginia Woolf‘un kaleminden kadınların edebiyat tarihindeki yeri ve bastırılmış potansiyeli deneme formunda okuyucuya aktarılır. Gerçek ve hayali birkaç örnekle başta kadınlar olmak üzere neden herkesin kendine ait bir odası olması gerektiğini, neden kadınların yazması gerektiğini ve neden kadınların geri planda kaldığını yer yer kurgu biçiminde inceler. Görsel canlandırma yoluyla ve zekice oluşturulmuş metaforlarıyla anlatımı güçlendirip okuyucuyu ustalıkla metnin içine çeker. Woolf’un keskin üslubu, sessizleştirilmiş bir kuşağın sesi haline gelir.
Frankenstein

“İçine doğan tüm kötü hislere rağmen işlerimi kazasız belasız yoluna koyduğumu duyunca memnun olacağını tahmin ediyorum. “
Mary Shelley tarafından yazıya aktarılan Frankenstein‘ın giriş cümlesi mektup formundan(epistolar yapı) oluşur. Cümlenin sakin tonu tehlikeli bir merakın ve maceranın başlangıcında oluşan gerilimi gizler, bu da ironik bir etki yaratır. Eser, ölü dokulardan bir canlı yaratan Victor Frankenstein‘ın, eserinin sonucundan dehşete kapılarak onu terk etmesini konu alır. Bu canlının etrafında şekillenen roman, “gerçek canavar kim?” sorusu üzerinden insan doğasını sorgular. Frankenstein, daha çok korku türünü kapsayan gotik atmosferiyle bilinse de aslında felsefi bir yanı da vardır.
İki Şehrin Hikâyesi

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana – sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ‘daha’ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”
Charles Dickens tarafından kaleme alınan İki Şehrin Hikâyesi‘nin ritmik, karşıtlıklarla dolu ilk cümlesi akıllarda iz bırakır, romanın tümüne yayılır. Cümle tarihin tekerrür edişini ve insanın zıtlıklardan oluşan doğasını özetler. Fransız Devrimi’nin etkisinde, Londra ve Paris arasında geçen eser, Dr. Manette, kızı Lucie ve ona karşı hisleri olan iki adamın etrafında döner. Kaos içindeki toplumun adalet arayışı, diriliş ve fedakarlık gibi temalar işlenir. Tarihsel olayların duygusal anlatımla harmanlanarak sunulması ile edebiyat tarihinde yer edinmiştir.
Alice Harikalar Diyarında

“Alice, ırmağın kıyısında, ablasının yanı başında hiçbir şey yapmadan öylece oturmaktan sıkılmaya başlamıştı; ablasının okuduğu kitaba bir iki kez şöyle bir göz attı; ne ki kitapta ne bir resim vardı, ne de konuşma, ‘İçinde resim ve konuşma olmayan bir kitap, ne işe yarar ki,’ diye geçirdi aklından, Alice.”
Lewis Caroll‘un hem çocuk edebiyatının hem de Viktorya Dönemi toplumuna dair hicivsel yorumlarıyla İngiliz edebiyatının en unutulmaz örneklerinden birisidir. Durağan bir durumun anlatıldığı bu sade cümleyle nasıl merak ve sıkıntının hayal gücüne yol açtığı işlenir. Eserin konusu, küçük bir kız çocuğu olan Alice’in imgelemeyle örülü, garip ve mantıksız bir dünyaya tavşan deliği yoluyla düşmesidir. Caroll, dönemin halkının katı disiplinli çocuk yetiştirme anlayışına karşı, hayal gücünün özgürlüğünü anlatır.
Rebecca

“Dün gece, yine Manderley’e gittiğimi gördüm.”
Daphne du Maurier tarafından yazılan Rebecca‘nın giriş cümlesi rüya ile bellek arasındaki farkı belirsizleştirir. Okuru anında gizemli bir geçmişe, unutulamayan bir yere ve açıkça hissedilen bir trajediye götürürerek merak oluşturur. Tek bir cümlede mekan, duygu ve zaman gibi unsurların kullanılmasıyla cümlenin etkisi artar. Romanın adsız kadın anlatıcısı, önceden eşini kaybetmiş Maxim de Winter ile evlenip onun görkemli evi Manderley’e taşınmalarını anlatır. Ancak orada, Maxim’in vefat etmiş eşi Rebecca’nın varlığı hâlâ hissedilmekte, adeta hayaleti dolaşmaktadır. Anlatıcı, hem evde hem de evliliğinde kendi kimliğini bulmaya çalışır.
Kaynakça:
“Analysis of the First Line of ‘1984’ by George Orwell” web. Erişim tarihi: 26 Ekim 2025


