Indie rock, derinlikli şarkı sözleri ve unutulmaz soundlarıyla yıllardan beri müzik endüstrisinde kendine güçlü bir yer edinmiş bir tür. Hem müzikseverlerin bu türe olan ilgisi hem de özgürce üretme felsefesinden doğması sayesinde, son yıllarda birçok hit şarkıyla karşımıza çıkıyor. Bir müziksever olarak son zamanlarda en severek dinlediğim müzik türlerinin başında Alternatif rock, ve bir alt kategori olarak da Indie rock geliyor. Indie rock sanatçıları ve gruplarının özgür hareket alanları sayesinde yaratıcı güçlerini sergileyebilmeleri, bu tarzı benim gözümde çok değerli kılıyor.
Gelin önce Indie Rock’ı tanıyalım, ardından bu türe ait 5 yabancı albüm hakkında konuşalım.
Indie Rock Nedir?
Alternatif rock’ın bir alt türü olan Indie rock, 1980’li yıllarda Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zelanda’da kök salmaya başladı. Bu tür; rock, punk ve grunge gibi müzik tarzlarından ilham alarak şekillendi ve zamanla kendine özgü karakteristik özellikler geliştirdi. Farklı müzik türlerinden esinlendiği için oldukça çok yönlü ve deneysel bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. İlk dönemlerinde Indie rock sanatçıları, büyük plak şirketleriyle çalışmak yerine müziklerini bu büyük otoritelerden bağımsız olarak üretmeyi tercih ediyordu. Günümüzde bu ayrım bu kadar belirgin olmasa da, bağımsız üretim tarzı sanatçıların otantik ve yaratıcı serüvenlerine büyük katkı sağlıyor diye düşünüyorum.
Indie rock tarzının oluşumunda, The Beatles’ın müzik endüstrisinin liderleriyle çalışmayı bırakıp, alışılmışın dışında enstrümanlar ve sesler kullanarak tamamen kendi kontrollerini ele almaları önemli bir rol oynamıştır. Aynı şekilde, Nirvana’nın Nevermind albümü ve özellikle “Smells Like Teen Spirit” adlı şarkısı, hem yenilikçi tarzı hem de isyan niteliğindeki şarkı sözleriyle deneysel Indie rock müziğinin gelişimine zemin hazırlamıştır. Indie rock’ın temellerine inip genel bir çerçeve çizdiğimize göre, şimdi bu türe ait 5 önemli albümü incelemeye başlayalım.
1. Tame Impala – Innerspeaker (2010)

Tame Impala, Avustralyalı müzisyen ve söz yazarı Kevin Parker’ın tek kişilik projesidir. Parker, 2010’da ilk albümünü yayımladığından bu yana 4 etkileyici albüme ve birçok başarılı tekliye imza atmış bir sanatçıdır.
Tame Impala’nın ilk albümü Innerspeaker, Parker’ın kayıtları tamamen kendisinin yaptığı bir çalışmadır. Albüm, psikedelik tonların yoğun olduğu şarkılar içerirken Parker’ın şarkılarını kendi yazıp tüm enstrümanları kendisinin çalması, indie ruhuna uygun bir üretim sürecini yansıtıyor. İlk albümü olmasına rağmen hafızalarda yer edinen pek çok şarkıya sahip bu değerli çalışma, Indie rock ile Psikedelik rock’ı kusursuz bir şekilde bir araya getiriyor. Özellikle “Alter Ego” ve “Why Won’t You Make Up Your Mind?” şarkıları, albümün öne çıkan favorilerim arasında.
2. Arctic Monkeys – Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not (2006)

2002 yılında İngiltere’nin Sheffield şehrinde kurulan Arctic Monkeys, solist ve gitarist Alex Turner, davulcu Matt Helders, gitarist Jamie Cook ve basçı Nick O’Malley’den oluşuyor. Grubun diğer albümleri olan Favourite Worst Nightmare (2007), Humbug (2009), Suck It and See (2011), AM (2013), Tranquility Base Hotel and Casino (2018) ve The Car (2022), her biri kendine has özellikler taşıyan müzikal hazineler olarak öne çıkıyor. Arctic Monkeys’in çıkış albümü, İngiltere listelerinde en hızlı satan çıkış albümü rekorunu elinde bulunduruyor ve grubun müzik kariyeri boyunca başarıdan başarıya koşmaya devam edeceği kesin gibi gözüküyor.
Her albümde farklı tarzları keşfeden grup, ilk çalışmalarında Indie rock’ın yanı sıra grunge ve punk müziğe ait elementleri bir araya getirerek dinleyicilere geniş bir müzikal yelpaze sunuyor. Alex Turner’ın enerjik, esprili ve melankolik sözleri, güçlü gitar riffleri ve davul ritimleri ile birleşerek ticari kaygılardan uzak, özgün bir müzik anlayışını yansıtıyor. Albümden favori bir şarkı seçmem gerekseydi bunu yapmak zor olurdu çünkü her biri fazlasıyla kendine özgü şarkılar. Henüz dinlemediyseniz albüme mutlaka bir şans verin derim.
3. The Strokes – Is This It? (2001)

The Strokes, solist Julian Casablancas, baş gitarist Nick Valensi, davulcu Fabrizio Moretti, gitarist Albert Hammond Jr. ve basçı Nikolai Fraiture’den oluşan bir grup. The Strokes’un en önemli albümleri arasında Room on Fire (2003), First Impressions of Earth (2006), Angles (2011) ve The New Abnormal (2020) yer alıyor. Grubun ilk albümü Is This It, tüm söz ve müziklerin Julian Casablancas tarafından yazıldığı ve büyük bir başarı elde ederek The Strokes’a efsanevi bir çıkış sağlayan bir çalışma olarak öne çıkıyor.
Grubun müziği hakkında Casablancas’ın etkileyici şarkı sözleri etrafında şekillenir desek bu pek de yanlış olmaz kanımca. Ustaca yazılan şarkı sözleriyle birleşen özgün enstrüman tınıları albümün karakterini oluşturan en büyük faktörlerden. The Strokes, bu albümünde Indie Rock’un oluşmasında büyük rol oynayan 70’ler ve 80’lerin grunge ve garage rock etkilerini korurken, dinleyicilere one-of-a-kind bir müzikal deneyim sunuyor.
4. Pixies – Doolittle (1989)

Pixies, 1986 yılında Massachusetts’te gitarist ve vokalist Frank Black, gitarist Joey Santiago, davulcu David Lovering ve basçı Kim Deal tarafından kuruldu. Alışılagelmişin dışında bir müzik tarzı benimseyen grup, hem punk ve Surf rock unsurlarını müziğine dahil ederek alternatif rock dünyasında çığır açarak hem de Nirvana ve Radiohead gibi listeleri altüst eden gruplara ilham kaynağı olmuştur. Albümün yayımlanmasından bu yana birçok eleştirmen tarafından övgüyle karşılanmış ve “80’lerin En İyi Albümleri” listelerine dahil edildi. Albüm ayrıca Ölmeden Önce Dinlemeniz Gereken 1001 Albüm kitabında da yer almıştır.
Grubun bu albümü, 90’lar alternatif rock sahnesinde akılda kalıcı melodilerle, anlaşılması zor ve sürreal temaları buluşturan şarkı sözlerini bir araya getiriyor. Noise punk ve Surf rock tınılarının ustalıkla harmanlandığı Doolittle, sadece alternatif rock türünün başyapıtlarından biri olmakla kalmayıp, Indie rock’ın müzik dünyasında kendine yer bulma sürecindeki en önemli albümlerden biri olarak öne çıkıyor. 500 Days of Summer filmini sevenlerin hafızasına kazınan “Here Comes Your Man”, “Monkey Gone to Heaven” ve “La La Love You” albümdeki favorilerim arasında.
5. The Smiths – The Queen Is Dead (1986)

The Smiths, 1982 yılında Manchester, İngiltere’de solist Morrissey ve gitarist Johnny Marr tarafından kuruldu. Gruba daha sonra basçı Andy Rourke ve davulcu Mike Joyce katıldı. 1984’te yayımladıkları kendi adlarını taşıyan çıkış albümleriyle büyük bir başarı yakaladılar. 1986’da çıkan The Queen Is Dead, Rolling Stone’un “Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü” listesinde 113. sırada yer aldı.
Grubun aşk, ölüm, yabancılaşma ve sosyal eleştiri temalarını işleyen şarkı sözleri, bu albümde içsel ve anlamlı bir lirikal anlayışın en güçlü yansımalarından biri olarak öne çıkıyor. Johnny Marr’ın albümdeki gitar performansı, minimal fakat etkileyici bir sound yaratarak, şarkı sözleriyle mükemmel bir uyum içinde birleşiyor. Kişisel favorilerim arasında, büyük hitlerinden ve 500 Days of Summer izleyenlerin hatırlayacağı “There Is a Light That Never Goes Out” şarkısının yanı sıra, “Bigmouth Strikes Again” ve “I Know It’s Over” yer alıyor. Bu albüme mutlaka bir şans vermenizi tavsiye ederim.