İlham Haritası: Nâzım Hikmet Kimlerden Etkilendi?

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

Nâzım Hikmet Ran denince aklımıza herkesin şiirlerini özümsediği, ismi halkın ağzına yerleşmiş başarılı bir şair gelir. “Nâzım Hikmet nasıl şiirler yazar?” diye sorulursa herkesin aklında Nazım’ın başka bir şiiri, başka temaları, yepyeni izlenimleri gelir. Çünkü o, şiirlerini ve tüm eserlerini tekdüzelikten kurtarmış; hem lirik, hem politik, hem evrensel, hem de bireysel tarzda ustalaşmış bir sanatçıdır. Nâzım Hikmet yazılarına aktardığı fikirleri dünyanın dört yanından farklı isimlerin düşünceleri ışığıyla toplamış, esinlendiği her isim eserlerine ayrı bir tat katmıştır. İşte Nâzım Hikmet’in çeşitli ve görkemli ilham haritası:

Tevfik Fikret ile Milli Duygular

Tevfik Fikret | gercekgazetesi1.net

Nâzım Hikmet, İstanbul Göztepe’deki Numune Mektebine başladığı yıllarda Selanik bir Osmanlı toprağı olmaktan çıkar ve Yunanlara bırakılır. Şairimizin dedesi Nâzım Paşa Selanik valiliği görevi sona erince oğlu ve torunlarının yanına, İstanbul’a döner ve birlikte yaşamaya başlarlar. Bu başlangıç Nâzım Hikmet için oldukça mühim yeniliklerin de kapısını aralar çünkü dedesi Nâzım Paşa ileride kendi de olacağı gibi, aynı zamanda bir şairdir.

Nâzım Paşa açık görüşlü, valilik görevi nedeniyle gündemin farkında olan, milli kimliği yüksek bir şair ve de okuyucuydu. Onun bu kimliği torunu Nâzım Hikmet‘i Tevfik Fikret ve Mehmet Emin Yurdakul şiirleriyle tanıştırmasında büyük rol oynadı. Nâzım ilk kez okumuş olduğu bu şiirlerde devletin şimdiki halinin arka planını görmüş, büyük bir farkındalık eşliğinde şiire ve sanata hayranlık duymuştur. Çocukluk döneminde zayıflayan Osmanlı diplomasisi ve kaybedilen topraklar onu Tevfik Fikret’in şiirlerine daha da bağlamış ve Nâzım milliyetçi duruşuyla ilk kez şiir yazmak için kalemi eline almıştır. İlk şiiri olan Feryad-ı Vatan‘ı yazdığında on bir yaşındaydı.

“Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.” (Feryad-ı Vatan, 1913)

Nâzım Hikmet‘in milli bilinci Türk edebiyatında sıklıkla arka plana atılsa da Nâzım’ı şiir sahnesine çıkaran asıl duygu ülkesine duyduğu aidiyet ve sevgidir. Aynı durum Tevfik Fikret‘in kaleme aldığı şiirler için de geçerlidir, kendisinin tarihteki Osmanlı düzenine ve politikalarına karşı yazdığı toplumsal ve taşlayıcı dizeler sıklıkla ön plana çıkarılsa da milli değerleri tema edindiği şiirleri genellikle okuyucular tarafından tekrarlanmaz. Oysa Şehitlikte ve Asker Geçerken şiirleri Tevfik Fikret’in çizilen portresinin dışında kalarak şehit düşen askerleri ve geçitteki görkemli askerleri tasvir eder. Nâzım Hikmet milli bilinç konusunda dedesi sayesinde Tevfik Fikret’in milli duygularını barındıran şiirlerini tanır ve I. Dünya Savaşı topraklarda patlak verirken İstanbul’un bağrında, Beyoğlu’nda bulunan camiye Yunan bayrağının çekildiğini görür, Nâzım Hikmet imzasını taşıyan Ağa Camii şiiri işte o gün yazılır. 

“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
(…)”
(Ağa Camii, 1921)

Nâzım’ın milli bilincini ortaya koyduğu en önemli ve popüler şiiri ise Kuvâyı Milliye Destanı’dır. Nâzım bu şiiri 1942 yılında, cezaevinde geçirdiği dönemde kaleme almıştır. Cezaevinde geçirdiği yıllar ona yeni dostluklar katmış, Kemal Tahir ve Orhan Kemal ile yazı hayatında da etkisinde kaldığı yeni bağlar kurmuştur. Memleketimden İnsan Manzaraları eserinin içinde bulunan Kuvâyı Milliye Destanı şiiri de usta şairin sanılanın aksine küskünlük içinde değil, milletine sadakat ile yaklaştığına en büyük kanıttır. Öyle ki milletin yirmi yıl öncesinde yazdığı destanı cezaevinde kalırken dizelere dökmek elbette içten bir milli bilinç gerektirir.

“Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu
fakat,
           dövüşüyordu, köle olmamak için
iki kat,
iki kat soyulmamak için.”
(Kuvâyı Milliye Destanı, 1942)

Kuvâyı Milliye Destanı şiirinin bu dizesinde Nâzım Hikmet, tıpkı Tevfik Fikret‘in kaleme aldığı toplumsal şiirlerde kullandığı tavra benzer bir tutumdadır. Şair halkın, milletin başarısını görerek milletin düşmanlar ve aynı zamanda kendi devleti tarafından soyulmaması gayesinde olduğunu vurgular. Tevfik Fikret’in efendilere, “yiyin” kinayesini kullanması ile Nâzım’ın “iki kat soyulmamak için” vurgusu aynı bilinçle yazılmış dizelerdir.

Eski Şiir Bilinciyle Şiiri Yeniden Kurgulama

1491 yılında Galata Mevlevihanesi’nde Şeyh Mehmet Atâullah Dede (ö. 1910) ve Mevleviler | konyapedia.com

Nâzım Hikmet modern ve toplumsal şiirin edebiyatımızdaki en güçlü temsilcilerinden olsa da onun modernist kimliğinin ardında geleneksel şiirden, şiirin tarih içindeki biçimsel değişiminden farkındalık yatmaktadır. Nâzım Hikmet, Orhan Selim takma adı ile Akşam Gazetesi‘nde şunları yazar: “Türkçe şiirde yeni bir yol almak isteyenler, şiirin mazisini iyice bilmelidirler,” Bu söz ile Nâzım Hikmet bir nevi kendi yol haritasını ve ilham aldığı yegane örneği gözler önüne serer, o geleneksel şiirden ve kültürlerin canlılığından şiirlerinde uzak kalmamıştır. Geleneksel halk şiirini ve eski dille yazılmış divan şiirini okuma hayatına katan Nâzım Hikmet onları yalnızca çeşitli bir okuma açısından kullanmamış, aynı zamanda deneysel ve eleştirisel yöntemler ile kendi şiirine başarıyla entegre etmiştir. Şiirinde uygun şekli ve duyguyu bulmak adına kullandığı yolu açıkça anlatır Nâzım:

“Yalnız kendi edebiyatımın değil, tanıdığım bütün edebiyatların geleneklerinden faydalanmak istiyorum. Tabii gerekirse… Her sanatkâr ömrünün sonuna kadar arayacaktır. Bu arama seyrinde her konkre öze en uygun şekli bulmaya, kendi kendini tekrarlamamaya, şahsiyetini muhafaza etmekle beraber taklit etmemeye çalışacaktır. (…) Denenmiş birçok sanat kaidelerinin tecrübelerinden elbette ki yararlanacaktır. Elbette ki kendi halk sanatının, dünya halkları sanatlarının, kendi ve dünya halkları klasiklerinin geleneklerinden faydalanacaktır.”

Yazımda daha önce de bahsettiğim, şairimizin dedesi Nâzım Paşa mevlevi bir şairdir ve bu sayede Nâzım Hikmet küçük yaşlarından itibaren eski şiire, şiir içindeki dini unsurlara ve divan şiirinin diline aşinadır. Çocukluk yıllarında dedesi ile katıldığı toplantılardan etkilenen Nâzım, mevlevilik maneviyatını ilk şiirlerinde bizlere gösterir. Dergâhın Kuyusu, Mevlana, Bir Hayal Aradım Meyhanelerde şiirleri buna en iyi örneklerdir.

 “Büyükbabama…
Ne içli bir dua, ne içten bir ah,
Uyuyor selviler altında dergah!.
Kaç kere gönlümü dinledi bu yer.
Tek tük kandillerde yorgun alevler
Titriyor gecenin sert rüzgarıyla.
Gece sanki sönen yıldızlarıyla
Gölgeli dergahın dolmuş içine..
Bir inilti,bir ses…Bu yalvarış ne?
Ya Rabbi,ne içten anıldı adın!..
“Ölmeden öl!” diyen bir itikadın.
(…)”
(Dergâhın Kuyusu, 1920)

Mevlevilik, dergahlar, tarikat geleneği ve Tanrı inancı gibi temalar Nâzım Hikmet‘in ilk şiirlerinden ötesinde genellikle yer tutmaz fakat manevi ve esinsel boyutta kendi için ne büyük önemi olduğu açıktır. Kendisi çocukluk yıllarında hissettiği duyguları unutmamış olacak ki onların önemini ve derinliğini aktarmaktan çekinmemiştir:

“Mevlevi olan dedem toplantılara götürürdü beni. Birçok adam, belki otuz ya da elli kişi, ellerinde küçük ateşlerle karanlıkta toplanır, kendine özgü bir duaya başlardı… Hiçbir şey anlamazdım kuşkusuz. Fakat ben de onlar gibi, hatta onlardan daha hızlı dönerdim; çünkü küçüktüm… Onların tuhaf, fanatik sesleri çok geçmeden beni de coşturur, küçücük ayaklarımın üstünde topaç gibi dönmeye başlardım… Yüreğimi ilk kez o zaman tanıdım belki de… Sonra bütün bunlar geceleyin, açık gökyüzü altında oluyordu. Korkunç ve ilginç bir şeydi bu. Gözlerim yıldızlara uzanıyordu.” (Aktaran: Ekber Babayev, Nâzım Hikmet: Yaşamı ve Yapıtları, s. 34)

Nâzım şairliğinin ileriki yıllarında, üretkenliği gittikçe artarken geleneksel ve eski divan şiirinden daha sık faydalanmaya başlar; karşıtların birleşerek bir bütün oluşturacağı fikri ile yeni şiirler kaleme alan şair Kerem Gibi şiiri ile eski şiiri kendi modern vizyonuna yeniden kurgular. Fuzuli tarafından beyitlerle kaleme alınan halk hikayesi Kerem ile Aslı, Nâzım Hikmet’in şairliğinde yeni bir boyut ve anlam kazanır. Aşkın yaratıcıya döndüğü geleneksel çizgi, yerini aşk ile yanarak etrafı aydınlatacak bir bütüne; toplumsallığa bırakır. Nazım böylelikle klasikleşen ve herkesçe bilinen bir hikayeye yeni bir soluk getirir, ve aynı zamanda aşktan yanmanın dahi bireysellikten sıyrılabilecek bir durum olduğunu gözler önüne serer; yaratıcılığını zıtlıklardan bir bütün ortaya çıkarmakla kullanarak kendi ustalığını kanıtlamış olur.

(…)
Ben diyorum ki ona:

                 – Kül olayım
                                   Kerem
                                        gibi
                                               yana
                                                         yana.
Ben yanmasam
                        sen yanmasan
                                biz yanmasak,
                          nasıl
                               çıkar
                                   karan-
                                           -lıklar
                                                 aydın-
                                                           -lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
         bağır
                 bağır
                         bağırıyorum.
Koşun
          kurşun
                    erit-
                         -meğe
                                  çağırıyorum…..
(Kerem Gibi, 1930)

Nâzım’ın Çankırı Hapishanesinde zamanını Gazali, Ömer Hayyam ve Mevlana‘dan seçmeler okuyarak geçirdiği bilinmektedir. Ayrıca yazmış olduğu Rubailer şiiri ile divan şiirinden biçimsel olarak da etkilendiğini açıkça gözler önüne serer. Rubailer‘de onun yegane amacı nazım biçiminin içeriğini genişleterek içerisinde o günkü dünyayı, materyalizmi, lirik düşünceyi yerleştirmektir. Nâzım Hikmet böylelikle rubaileri şaraptan, tasavvuftan, ölümden ve dünya düzeninden ileriye taşır; kendi dokunuşuyla divan şiirine yepyeni kapılar açar.

“-Şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan” dedi Hayyam.
Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam:
“-Ben, bu nimetleri yıldızlardan çok olan dünyada açım.” dedi
“Şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param…”
(Rubailer (Şiirler 3) – İkinci Bölüm)

Vladimir Mayakovski ve Fütüristik Şiirler

Vladimir Mayakovski, Bütün Şiirleri Kitap Kapağı | zinzin.com

Vladimir Mayakovski, dünyaya kendini hem Ekim Devrimi‘ne katkısıyla, hem de çığır açıcı sosyalist şiirleriyle tanıtmış cesur bir şairdi. Fütürizm ve konstrüktivizm akımlarının etkisi gözlendiği şiirlerinde tıpkı toplumda dilediği gibi, devrim yaratma arzusu vardı. Sovyet Rusya’da sosyalist artistler arasında zamanla büyük bir ün kazanan Mayakovski, Nâzım Hikmet’i şüphesiz en çok etkileyen isimlerdendir. Onun yarattığı deneysel, kışkırtıcı, mekanik, geleceğe dokunan sosyalist şiirler Nâzım’ın fikir dünyasına büyük bir aydınlanma getirdi. 835 Satır şiir kitabında derlenen şiirleri onun deneysel çalışmalarının dahi büyük yankılar uyandırdığının kanıtıdır, kitapta fütürizm akımının etkisinde yazılan pek çok serbest şiir bulunur. 1929 yılında yayımlandığı göz önüne alınırsa Nâzım Hikmet, hayal ettiği devrimi şiiriyle Türk edebiyatına yaşatmıştır. Bu kitapta Nâzım, yazdığı şiirlerde esinlendiği kaynakları ve materyalist poetikasını sanatını kullanarak ilan eder:

“Fakat
benim
Şiirime ilham veren perimin
omuzlarında açılan kanat:
asma köprülerimin
demir putrellerindendir!. 

Dinlenir,
dinlenmez değil
bülbülün güle karşı feryatları..
Fakat asıl
benim anladığım dil :–
Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan
Bethoven’in sonatıdır.”
(San’at Telakkisi, 1928)

Mayakovski‘nin, fütürizmin ve avangart şiirin en önemli özelliklerinden bazıları ses getirmek, ses çıkarmaktan korkmamak, geçmişe değil geleceğe dönmek, şok etkisi yaratmaktır. Makineleşen dünyanın imkanlarını sonuna kadar kullanır, içinde bulundukları toplumun ve insanlığın geleceğinin mimarı olmak için çabalarlar. Aynı zamanda şiirlerde mekanikleşmeyi vurgulamak amacıyla biçimsel farklılıklar da yaratırlar. Nâzım Hikmet tüm bu özellikleri kendi şiirine uygulamış, aynı zamanda Türk şiirine entegre ederek yüzünü geleceğe döndüğünü okuyucuya göstermiştir. Nâzım Hikmet’in Sovyetler Birliği’ndeyken etkisi altında kaldığı konstrüktivizmin, fütürizmin ve Mayakovski’nin etkisinin en çok görüldüğü şiiri şüphesiz akıllara kazınan Makinalaşmak İstiyorum‘dur.

“trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden, iskeletimden geliyor
bu!
her dinamoyu altıma almak için çıldırıyorum!
tükürüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!”
(Makinalaşmak İstiyorum, 1923)

Nâzım Hikmet, Mayakovski ışığında bulduğu sesini, fütürizmin de amaçladığı gibi yükseltmek ve herkese duyurmak ister. 1927 yılı girdiğinde şiirlerini mürekkep ile değil, çekiç ile yazmaktadır adeta. Sesini duyurmak ve haykırmak onun için bir isyandan fazlasıdır, birleşmenin habercisi olan bir duyurudur. Birlikte inşa edilecek yarının, geleceğin aynasını şiirlerinde bulundurur Nâzım Hikmet.

“akın var
güneşe akın!
güneşi zaaaptedeceğiz,
güneşin zaptı yakın!”
(Güneşi İçenlerin Türküsü, 1928)

Maksim Gorki Işığında Sosyalist Kalemin Olgunlaşması

Maksim Gorki | Pinterest

Maksim Gorki, Rus edebiyatında ve özellikle romanında kendi yaşantısından edindiği öğretiler ışığında yeni bir devir başlatmıştır. Gorki’nin romanları okuyucuyu üslubu ve gerçekçiliğiyle derinden etkiler, bunun en büyük nedeni yazarın çocukluk yıllarından beri çektiği geçim sorununu hayatı boyunca dava edinip edebiyatı kendi duruşunu sergilemek için ustaca kullanmasıdır. Kitapları ile okuyulara romanı sevdiren Gorki, Nâzım Hikmet‘i de fikir dünyası ve güçlü kalemi ile etkilemiştir.

Maksim Gorki, Marksizm düşüncesine sıkı sıkıya bağlı bir yazar ve fikir adamıdır; kaleme aldığı yazılar ile kısa sürede Sovyet rejiminin saygı duyduğu isimlerden biri haline gelir. Dönemin sosyalist politikacısı Lenin, Gorki’ye oldukça değer vermektedir; bu ikili derin bir dostluk kurarlar. Gorki’yi diğer yazarlardan ayıran en önemli özellik belki de sözünü esirgememesi, eleştiriden kaçınmamasıdır. Sosyalist, eşitlikçi, işçi yanlısı tutumunu kaybetmeden Sovyet rejiminin uyguladığı politikaları zaman zaman eleştirir ve halkın gücünü yazılarıyla onlara sıklıkla hatırlatır. Nâzım Hikmet‘in kaleme aldığı Gorki’ye Açık Mektup adını taşıyan şiir, onun Gorki’yi derinlemesine okuyup anladığını; eleştirilerini ve fikirlerini inceleyerek özümsediğini kanıtlar niteliktedir. Şiirde Gorki’nin eleştirilerine karşı yeniden bir eleştiri sunar bize Nâzım Hikmet, aynı zamanda onu bir usta olarak gördüğünü de hitabeti ile okuyucuya açıkça gösterir.

“Lenin
senin gözlerinde,
ruhu keskin azabın çarmıhına gerilen,
zaman zaman dirilen,
ak gömleği kanlı bir ölü.
Balığın pullarla örtüldüğü gibi
kelimelerle örtülü sen!

Görüyorsun onu bazen
el yazma bir İncil sofrasında,
ve bazen
ufuklarında sarı nakışlı kızıl çizmeler gezen
Ural akşamlarının arkasında!

Bazen Lenin senin gözlerinde:
mavi gözlü
uzun yüzlü
bir nebi
ve bazen
kalın enseli korkunç
ve adil
bir “Boğadır”
Hayır!
Maksim Gorki hayır!
Hayır, ihtiyar usta
bu hususta
hem fikir değiliz!

Duydu Lenin
yükselen seslerin
yüreğinde senin kanatlarını!

(…)

Biliriz
Lenin’i sevdiğini biliriz!
Biliriz bunu ihtiyar usta!
Bak bu hususta hem fikiriz!”
(Gorki’ye Açık Mektup, 1925)

Maksim Gorki, 1934 yılında Birinci Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nde yaptığı konuşmada toplumsal gerçekçi yazım şeklini formüle eder ve edebiyatın amacının ezilen sınıfa ve işçilere omuz vermek olduğunu açıklar. Buna ek olarak Gorki, toplumcu yazarların eserlerinde folklordan yararlanmasını önerir. Maksim Gorki’ye göre folklor eserlere gerekli malzemeyi sunacak ve okuyucuyu eserin içinde tutmaya yardımcı olacak en önemli unsurdur. Nâzım Hikmet’in bu noktada Gorki’yi kesinlikle anladığını ve onun önerilerinden etkilendiğini görüyoruz, çünkü o kültürün değerli bir parçası olan halk hikayelerini ve masalları sosyalist bir tutumla yeniden kurgulamayı başarmıştır. Örneğin Ferhad ile Şirin tiyatrosunda Nâzım, herkesçe bilinen bir aşk hikayesini toplumsal bir bakışla yeniden yorumlamış; kişinin toplum içindeki sorumluluğu, sınıfsal ayrım ve aşk temalarını birlikte kullanmıştır.

İST. ŞEFİ : Ben de bir rüya gördüm.
ŞEFİN KARISI : Ne vakit?
İST. ŞEFİ : İki, üç gece evvel… (Makasçıya) Anlatayım mı?
MAKASÇI : Anlat, Kaptan… Seninkini de dinleyelim.
İST. ŞEFİ : Hapishaneye katilden düşmüşüm… İdamımı istiyorlar. Ama, ben korkmuyorum. Çünkü, hastayım… Hapishane hastahanesinde bir hücreye yatırmışlar beni. Yalnızım. Hiçbir zaman, hatta sizin yanınızda, bu çölün ortalarında bile olmadığım kadar yalnız… Fakat rahatım… Öldürdüm diye, sonra, beni asamayacaklar, kendi kendime öleceğim, diye rahatım… (Sükût.)
ŞEFİN KARISI : Sonra? Nasıl uyandın?
İST. ŞEFİ : Uyanmadım ki…
(Ferhad ile Şirin, 1948)

Baudelaire’in Evrensel Sanatı ile Lirizm

Charles Baudelaire – meisterdrucke.com

Nâzım Hikmet‘in kaleminin gittikçe güçlendiği, sesini daha geniş kitlelere duyurmak adına yükselttiği dönem onun marksist fikrin ışığında yazdığı şiirler ile kesişmektedir. Bu bakımdan marksist ideolojinin sanat hakkındaki görüşleri önem sarf etmektedir. Rus marksist düşünür G. V. Plehanov en basit şekilde estetiği şöyle özetler: “Sanat, toplumsal hayatın aynasıdır,” Bu tanım Nâzım Hikmet’in fikir dünyasıyla örtüşse de Plehanov sanatın sosyalizme dair olduğunu vurgular ve ona daha keskin sınırlar çizer. Öyle ki Plehanov toplumu önceleyerek sanatı sloganlaşmaya yaklaştırırken modern bireyci sanatı tamamı ile dışlar ve modernist eserleri dekadans (çürümüş) olarak nitelendirir. İşte Nâzım Hikmet’in eserleri marksist estetik düşüncesinden bu yönden ayrılır, çünkü Nazım modern şiir ve sembolizmin iyi bir gözlemcisi olup şiirlerini Baudelaire etkisinde zenginleştirir. Rus kalemler marksist fikirlerde gelişse de Türk edebiyatında bu yolu açacak kişi, toplumcu yazarların önderi Nâzım Hikmet olacaktır. Ona göre hakiki sanat, hayatın ve insanın kendisi ile ortaya çıkabilir.

” ‘Hakiki Sanat’  hayatı aksettiren sanattır. Onda hayatın bütün ihtilâflarına, mücadelelerine, ilhamlarına, zaferlerine, mağlubiyetlerine, aşkına, insan karakterinin bütün tecellilerine tesadüf edilir. Hakiki Sanat, hayat hakkında yanlış fikirler vermeyen sanattır.”
(Nâzım Hikmet Ran)

Nâzım Hikmet için gerçek bir sosyalist yazarın belli bir dogma altında kalmaması ve sürekli arayış, gelişim içinde olması şarttır. Bu açıdan görülmektedir ki Nâzım Hikmet’in sanata bakışı Marksist-Leninist’in fikrini aşarak Baudelaire ile açılan sembolist-romantik vizyona eğilim göstermektedir. Serbest şiire olan sevgisi ve yatkınlığı; sık sık şiirlerinde yer vermeye başladığı aşk, barış, birlik, ölüm temaları ve ustaca kullandığı sembolik dil Nazım Hikmet’in esinlendiği usta sanatçı Baudelaire ile ilişkilendirilir. Fransız şairin yoğun simgesel betimlemeler ve duygusal imgeler ile inşa ettiği stili Nâzım’ın kaleminden bana kalırsa en çok Gece Gelen Telgraf şiiri ile örtüşmektedir.

“Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
“VEFAT ETTİ…”
İmza yok.
Bu dört hece bile çok.

Bakıyorum duvara:
duvarda bir yara’—
duvarda bir resim—
vefat edenin,

(…)

Gece gelen telgraf,
dört heceden ibaret…
Şafak söküyor—
odam
geceden ibaret.

(…)

Düşmanlar kına yaksın
dostlar girsin saflara.
Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
gece gelen telgraflara…”
(Gece Gelen Telgraf, 1929)


Kaynakça:

    • Öztürk, Zerrin, Nazım Hikmet’te Milli Bilinç. Teori Dergisi. Web. Erişim Tarihi: 23 Ağustos 2025
    • Savaş, Kudret. Tevfik Fikret’in Şiirinde Yerli Unsurlar. Innovation and Global Issues in Social Sciences II Congress Book, 2017, Erişim Tarihi: 23.08.2025
    • Öztekin, Özge. Modern Türk Şiiirinde Geleneği Yeniden Üreten Bir Şair: Nâzım Hikmet ve Metinlerarasılık. Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 25, 2008, Erişim Tarihi: 24.08.2025
    • Nâzım’ın Hikayesi. Boğaziçi Üniversitesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi. Web. Erişim Tarihi: 23.08.2025
    • “‘Avangard’ Bir Nazım Hikmet”. k24kitap. Web. Erişim Tarihi: 28.08.2025
    • Er, Abdullah Çağan. Rus Edebiyatında Fütürizm ve Vladimir Vladimiroviç Mayakovski’nin Şiir Sanatı. İstanbul Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022, Erişim Tarihi: 28.08.2025
    • Güngör, Bilgin. Estetikçi Yönüyle Nazım Hikmet. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:24, Mart 2016, Erişim Tarihi: 30.08.2025
    • Öne Çıkan Görsel
spot_img

1 Yorum

  1. Nazım Hikmet i hiç bu kadar detaylı görmediğim için yetişmesi ilgi alanları gibi bilmediğim bir çok bilgiler edindim elinize sağlık ilginize teşekkürler

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Problem Ben: İçimizdeki Anti Kahramanlara Yazılan 5 Şarkı

Yalnız ve duygusal bir çıkmazda kalan "anti kahramanlara" ithaf edilmiş bu yazı, onlara yoldaşlık eden 5 şarkıyı ele alıyor.

Rick Owens, Temple of Love: Moda ve Varoluş Üzerine Bir Manifesto

Rick Owens’ın “Temple of Love” sergisi, modayı sanat, politika ve kişisel ifadeyle buluşturarak karanlık, büyüleyici ve şiirsel bir deneyime dönüştürüyor.

Miryokefalon Savaşı: Türklerin Anadolu Zaferi

1176 Miryokefalon Savaşı, Anadolu Selçuklu Devleti’nin Bizans’a karşı kazandığı stratejik zaferle Türklerin Anadolu’daki kalıcılığını kesinleştirdi.

Tüylerinizi Ürpertecek En İkonik 5 Korku Oyunu Müziği

Uzun yıllar geçmesine rağmen içimizi ürperten melodileriyle aklımızdan çıkmayan beş korku oyunu şarkısını birlikte inceliyoruz!

Yazınca Hafifler: Günlük Tutmanın Psikolojik Gücü

Günlük tutmak duygusal yükleri hafifletir, farkındalığı artırır ve iyileşme sürecinde içsel bir dönüşüm sağlar; yazmak ruhu özgürleştirir.

Lady Bird Hangi Albümle Eşleşir?

Hayatta ne istediğimizi, kim olmak istediğimizi bulmak temalarıyla öne çıkan Lady Bird filmi hangi albümle eşleşir?

5 Maddede Cage the Elephant’ı Tanıyalım

Cage the Elephant, farklı türlerde birçok şarkı yaparak büyük beğeni toplamış başarılı bir grup.

İstanbul’un En Güzel Kafeleri: Kitap, Kahve ve Yağmur Keyfi

İstanbul’un sonbahar atmosferine eşlik eden, kitapla kahvenin buluştuğu en güzel kafeleri derledik.

Downtown Girl Estetiği: Şehrin Ruhunu Yansıtan Moda Akımı

Downtown Girl estetiği: Özgürlüğü takip edenlerin ve sonbaharın ruhuyla bağlananların temsilî.

Şirvanşahlar: Demir Kapı’nın Muhafızları

Şirvanşahlar Devleti, Azerbaycan ve Kafkasya’da yüzyıllar boyunca hüküm süren İranî ve Türk etkilerini harmanlayan köklü bir hanedanlık mirasıdır.

Editor Picks