Charles Dickens, 19.yüzyılın en büyük yazarlarından biri olarak kendini dünyaya tanıtmış bir isimdi. Küçük yaşlarda yaşadığı zorluklara rağmen yeteneğini değerlendirerek yazar olan Dickens, Kraliçe Victoria’yı bile kendine hayran bırakmıştı. Toplumsal konuları eleştirmekten çekinmeyen cesur yazar Charles Dickens’ın hayatına ve başyapıt olan İki Şehrin Hikâyesi’nin arka planına bir göz atalım.
Charles Dickens’ın Hayatı ve Edebi Kişiliği

“Toprakları kederden başka mahsul vermeyen, harap bir ülke uzanıyordu göz alabildiğine. Her bir yeşil yaprak, her bir ot ve tahıl tanesi, en az ülkenin sefil insanları kadar âciz ve kurumuştu. Her şey boynunu bükmüştü; mahzun, örselenmiş ve kırık döküktü. Haneler, çitler, evcil hayvanlar, erkekler, kadınlar, çocuklar ve onlara can veren toprak; hepsi tükenmişti.”
Charles Dickens, 7 Şubat 1812’de Portsmouth’ta doğdu. Küçüklüğünden beri birçok zorlu deneyimle karşılaşan Dickens, babasının iflası ve borçları sebebiyle çocuk yaşta çalışmaya başladı. Dickens’ın fabrika sahibi akrabasının yanında çalışmak zorunda kaldı. Altı şilin karşılığında pis bir depoda çalıştı. Eğitimsiz ve kaba insanlar, onun düşünce dünyasını olumsuz etkilemişti.
Charles Dickens, eserlerini yayımladığı dönemde, aynı temalarda yazan birçok rakibi olmasına rağmen kendi adını duyurabilmişti. Bu ününü küçük yaşlarda babasının borçlarından dolayı hapse atılmasına, yoksulluk yaşamasına ve çocuk yaşta işçiliğe başlamasına borçluydu. Dickens’ın bu kadar ünlenmesinin iki nedeni vardı: Biri, yaşadığı zorluklara rağmen mizahını koruyabilmiş olması; ikincisi, insanlık duygusu. Eserlerinde hayatın adil davranmadığı şefkatli karakterlerle sıkça karşılaşılıyor. Okuyucu, kendinden bir parça bulduğu yazarı ve eserlerini sevmişti. Londra‘nın harabeleri, açlıkla uğraşan halk, ezilmiş işçilerin sevgisi ve sabrı, okuyucuda bir sempati oluşturmuştu.

Dickens, özel hayatında kadınlarla yaşadığı ilişkilerinde pek iç açıcı olmasa da yaşadığı Victoria Dönemi‘ndeki cinsiyet ayrımlarına sessiz kalmamıştı. Her eserinde varlığını gösteren bir diğer tema da yoksulluk ve fakirlik olmuştu. Yazar, bu temayla kendine özel bir kavram olan Dickensian Poverty ortaya çıkarmıştı. Bu kavram, toplumun en dibindeki insanları ve yoksulluğun anlamını karşılamıştı.
Dickens, iktisatçıları hedefe koyarak ekonomiyi bilimselleştirmekle suçladı. Malthus‘un nüfus artışına sunduğu çözümleri, insanlık dışı bularak sert bir üslupla eleştirdi. Malthus’a göre nüfus artışı; savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler ve yoksulların geç evlendirilmesiyle azaltabilme çözümünü sunmuştu. Dickens ise çözümü yoksullara karşı cömert, yardımsever ve paylaşımcı olarak buldu. Bu fikirler işe yaramaz gelse de Dickens, bunu bir romanında, insanlığın yitirilmediği yerde her şeyin çözüme kavuşabileceği fikrini verdi.
İki Şehrin Hikâyesi’nin Yazıldığı Dönem

“Gecenin bir yarısı büyük bir şehre girdiğimde, karanlıkta kümelenmiş evlerin her birinin kendine ait sırlar barındırdığını, bu evlerin her bir odasının bir sırrı olduğunu düşünürüm; orada çarpan yüzlerce, binlerce yüreğin her biri, en yakınındaki için bile bir muammadır!”
Victoria Dönemi, Kraliçe Victoria‘nın İngiltere tarihinde çok fazla etkiye sahip olduğu, kendi ahlak anlayışını tüm halka yansıttığı bir dönemdi. Bu durum edebiyata da yansımış; yazarlar dönemi hicvetmiş ve sorgulamıştı. Dönemi eleştiren yazarlardan biri Charles Dickens olsa da Kraliçe Victoria, yazarın hayranı ve romanlarını severek takip eden okurlardan biri olmuştu. Dickens, eserlerinde eşitsizlik, kötü yaşam şartları, yoksulluk, adaletsizlik, hızlı sanayileşmenin olumsuz etkileri gibi temalar işlemiş ve bütün bu durumların sorumlusunu yani yönetimi hedef göstermişti.
Dickens’ın romanlarında Workhouse Sistemi, eleştirel bir konu olmuştu. Yoksullar Evi sistemi, tüm yoksulların bir yerde toplanarak karın tokluğuna çalıştırılması anlamına gelmekteydi. Yeni Fakirlik Yasası adıyla çıkmış olan kanun, yoksulları bir ekmek ve bir tas çorba karşılığında çalıştırmıştı. Bu evlerde kadın, erkek ve çocuklar birbirlerinden ayrılarak çocuklara ip ve urgan bağlama işleri, yetişkinlere de daha ağır işler verilirdi. Charles Dickens bu durumu hazmedemediği için ağır işlerde zorla çalıştırılmıştı. Böylece tek suçu yoksulluk olan insanları eserlerine alarak onların acılarını kaleme almıştı.
Dickens’ın çağdaşlarından daha farklı bir ünü olmuş ve döneminin yazarlarından hiçbiri onun ününe yetişememişti. Geçmişini, eserlerinde sık ve şeffaf bir şekilde yansıtarak sefaleti, merhameti veya merhametsizliği konu edinmişti. Dönemin iktisatçıları tarafından hedef hâline gelse de yazmaktan ve yayımlamaktan vazgeçmemişti.
İki Şehrin Hikâyesi Yazım Süreci

“Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete – özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında – olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da – ancak ve ancak “en” sözcüğü kullanılarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı.”
Roman, Fransız soylusu olan Charles Darnay‘in Fransız İhtilâli‘nde iki şehir arasında kalan hayatını konu ediniyor. Paris‘te suçsuz yere on sekiz yıl mahkûm olan Dr. Manette kızıyla kavuştuğunda Londra‘ya dönüyorlar. Yolculuk esnasında Lucie, Charles Darnay ile tanışıyor. Daha sonra da birbirlerine âşık olup evleniyorlar. Evlilikleri güzel giderken Fransız İhtilâli başlıyor ve Darnay’ın ailesi cezalandırılıyor. Aileden bir tek Darnay hayatta kalıyor. O da Fransa‘ya çağırılarak aristokrat olduğu gerekçesiyle tutuklanıyor. Paris’ten çıkılmasına izin verilmeyen Darnay, idama mahkûm ediliyor. Lucie’ye âşık olan Sydney Carton ise Lucie’yi mutlu etmek için Darnay’le kılık değiştirerek fedakârlık yapıyor ve Darnay yerine geçiyor. Böylece Darnay, Lucie, kızları ve Dr. Manette Paris’ten Londra’ya kaçarak hayatlarına devam ediyorlar.
Charles Dickens, Thomas Carlyle‘nin Fransız İhtilâli eserinden etkilenerek bu romanı yazdı. Eser, 1859’da kendi dergisi olan All The Year Round‘da tefrika edildi. Toplumsal sorunlara, toplumdaki eşitsizliklere değinerek Fransız İhtilâli’ni konu edindi. Dickens, bu eseriyle toplum yaşantısını başarılı bir şekilde yansıtıyor. Böylece ihtilâli okuyucuya başarılı bir şekilde sunuyor.

Dickens, fedakârlık temasını da işledi. Devrimin yıkıcılığına karşın insanın içinde hâlâ fedakârlık ve iyiliğin varlığını okuyucuya gösterdi. Fransız İhtilâli’nin karmaşıklığı ve çok yönlülüğünü ustaca resmeden yazar, hem toplumsal değişimin hem de bireysel dönüşümün hikâyesini anlattı. Bu yüzden İki Şehrin Hikâyesi sadece tarihi bir anlatım değil, aynı zamanda insan doğasının ve adalet arayışının evrensel bir incelemesi olarak okuyucuya sunuluyor.
Charles Dickens, hem kendi dönemine hem de kendisinden sonraki dönemlere damga vurmuş bir yazardı. Yaşadığı dönemin sorunlarına eleştirel bir gözle yaklaşarak her döneme hitap eden eserler vermişti. İki Şehrin Hikâyesi romanı ise hem tarihsel yönüyle hem de toplumsal eleştirisiyle bir dünya klasiği olarak günümüze ulaştı. Bu romanda çıkarılması gereken birden fazla ders olması da, yazarın ustalığından kaynaklanır. Bu dünyadan bir tane Charles Dickens geçmişti, insanlığın yitirilmediği yerde her şeyin çözüme kavuşabileceğine ışık tutmuştu.
Kaynakça:
Aydoğdu, Mahmure. “Sanayi Devrimi’nin Birey ve Toplum Üzerine Etkisinin Charles Dickens’ın Eserlerindeki Yansıması”. (Yüksek Lisans Tezi) İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı Sosyal Değişme Bilim Dalı, 2023.
Dickens, Charles. İki Şehrin Hikâyesi. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2024.
Türköz Oğuz, Ece. “Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi” Romanı İle Ahmed Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” Adlı Eserindeki Şehre Bakışın Karşılaştırılması”. (Yüksek Lisans Tezi) İstanbul Aydın Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024.