Yönetmen Selman Nacar‘ın ilk uzun metrajlısı İki Şafak Arasında, bu yılın yerli yapımları arasında en iyilerinden biri olarak öne çıkıyor. Yönetmenin hem yazıp hem de yönettiği film, San Sebastián Uluslararası Film Festivali‘nde prömiyerini yaptıktan sonra, Torino‘da en iyi film seçilmiştir. Altın Portakal Film Festivali‘nden de en iyi yardımcı kadın ve erkek oyuncu ödülleri dahil toplamda 4 ödülle dönmüştür. Mücahit Koçak, Nezaket Erden, Erdem Şenocak, Ünal Silver, Bedir Bedir ve Burcu Gölgedar‘ı filmde rol alan oyuncuların arasında sayabiliriz. Daha öncesinde Bozkır filmindeki performansından hatırlayacağımız Mücahit Koçak’ın, İki Şafak Arasında filmindeki performansı alkışlanmalı. Tıpkı Mücahit Koçak gibi, yan rollerde olan oyuncular da görevlerini layıkıyla yerine getirmişler. Ne eksik ne fazla diyebileceğimiz bir cast mevcut.
Filmin konusuna gelirsek; bir tekstil fabrikasında günün ilk saatleriyle başlayan mesai sırasında bir iş kazası meydana gelir. Fabrika sahipleri işçiyi ambulans çağırmayı beklemeden hastaneye götürürler, fakat hastanın durumu ciddidir. Ölmesi durumunda fabrika sahiplerinin başına gelecekler bellidir. Avukatları, olabilecek her durum karşısında başlarına gelecekleri anlatır. Babaları İbrahim (Ünal Silver) ve büyük kardeş Halil’i (Bedir Bedir) görüntüde çok nazik, işçi dostu insanlar olarak gözlemliyoruz, fakat film ilerledikçe bunun böyle olmadığını, düşündükleri tek şeyin kendi çıkarları olduğunu anlıyoruz. Ancak onlardan biri olmasına rağmen küçük kardeş Kadir‘in (Mücahit Koçak) göründüğü gibi birini olduğuna da kanaat getiriyoruz.
Kadir ailesinden sakladığı sevgilisiyle evlilik planları yaparken, tam da kızın ailesiyle tanışacağı günün sabahında yaşadıkları, saatler ilerledikçe öğrendikleri, insanların tutum ve davranışları dolayısıyla kendisini büyük bir kaosun içinde bulur.
Patron-işçi farklılıklarını bir kenara bırakırsak, hikayenin asıl merkezinde olan sınıf çatışmalarıdır diyebiliriz. Yönetmen seyircisini, paranın konuştuğu ve insanları sınıflara ayırdığı bir sosyal ikilemin ortasına bırakıyor. Hikaye, tek bir günü anlatan bir zaman diliminde geçiyor.
Kaza geçiren adamın alkolizm geçmişi nedeniyle kazanın sorumlusu olarak tutulması, şahit olarak gösterdikleri diğer çalışanların da vicdan yükümlülüğünü sorgulamamıza neden oluyor. Tabii işinden olmak korkusuyla aksi bile olsa patron aleyhine şahitlik yapamayacak bir fabrika dolusu insanın söyledikleri mi, yoksa kaza geçiren ve ölümle savaşan işçinin karısının söyledikleri mi değerlidir, buna sadece hakimler karar verebilir. Zaten hukukun üstünlüğü korkusuyla, kazazede aileye sunulan cömert miktardaki paralar, gösterilen olumlu davranış ve şikayetçi olmamaları için kurulmaya çalışılan köprünün üstünde olanlar ve bütün bunların altında ezilmesi için bırakılan Kadir’in vicdan muhakemesini de satır satır gözlemliyoruz.
Neredeyse hiçbir şeyi olmayan insanların parayla kolaylıkla susturulabileceğinden emin kişiler için, Serpil (Nezaket Erden) karakterinin birkaç lafı olabilir. Israrla almasını istedikleri parayı, ısrarla almayan Serpil’in cahil, fakir, okumamış kadın tiplemesi olarak benimsenen imajı yıkması da katarsis etkisi yaratıyor.
Bir insanın ailesinin gerçek yüzünü öğrenişine Kadir’in gözlerinden tanık oluyoruz. Peki, bunca yıldır birlikte yaşadığı ailesinin gerçekte kendi çıkarı dışında hiçbir şeyi önemsemeyen insanlar olduklarını Kadir henüz mü öğrendi?
Kendi yaşadıkları konusunda fazlasıyla ketum biri olan Kadir, kazanın yaşandığı bu tek bir günde, ailesinin ona sunduğu fırsatlardan gömüldüğü sessizliğine vicdanı sayesinde mi ara verdi?
Ortada üstlenilmesi gereken bir suç olmasa, o hep bir yüzü karanlıkta kalan sessizliği de bozulur muydu sahiden?
Hikaye çok tanıdık, bildik bir yerden yakalıyor seyirciyi; çünkü zaten yaşadığımız toplumda sık rastlanan hikayelerden biri. Zenginin fakiri her daim parasıyla alt etmeye çalışması, Türkiye toplumunun her gün gazetelerde, sosyal medyada ya da gündelik hayatta karşılaştığı meselelerden. Dolayısıyla, hikaye tanıdık olduğu için sıkıcı bir tarafa doğru ilerlemesi de mümkünken, yönetmenin hikaye anlatıcılığının başarısı seyirciyi bir saniye bile sıkmadan filmin içinde tutmayı başarabiliyor. Bu da İki Şafak Arasında filmini bu yılın en iyi işlerinden biri yapmaya yetiyor.
Oyuncuların rollerini benimsemiş olmaları da filme ivme kazandıran nedenlerden biri. Özellikle avukat rolünün bizde bıraktığı imaj, neredeyse her gün rastladığımız insanlara o kadar çok benziyor ki, avukatın ağzından çıkan hiçbir kelime izleyiciyi şaşırtmıyor. Kadir’in tanışmaya gittiği müstakbel kayınpeder karakteri de toplumun en bilindik insan yapılarından birini temsil ediyor. Kadir’in aşık olduğu kadınla yaptığı son konuşmadan da anlıyoruz ki; gerçek yaşamlarda aşkın sınır tanımazlığına rağmen, sınırlar koyduğu bazı durumlar da vardır.
Filmin finalinde vicdanına neredeyse yenik düşen bir adamı, korkularının esir aldığı kalbinin kararına sessizlik içinde yenilişini izliyoruz. Yönetmenin dramatik bir final yerine, bir miktar seyirciye bıraktığı final şekli bazı konularda eksik kalmamıza neden olsa da, bir bakıma ”İki Şafak Arasında” isminin de hakkını veriyor.
Vicdan çığlıklarına eşlik eden ahlaki değerler kazanır mı, yoksa paranın esaretindeki sessizlikler mi üstün gelir?
Filmi MUBI‘den izleyebilirsiniz.





