“Müzik sesi aşan bir şey. En soyut sanat olarak, bizi yüreğimizden, bilinçaltına sinmiş tortulardan yakalar.” (Livaneli 155)
Üzüntüyü, sevinci, hayranlığı, nefreti, gururu, sevgiyi, aşkı ve daha nice duyguyu işleyen müzik; Zülfü Livaneli’nin dediği gibi, bizi yüreğimizin en derininden ve bilinçaltımızın kıvrımlarına gizlenmiş anılarından yakalar. Müziksiz bir yaşamı düşünemeyiz bile çünkü o her yerdedir. Doğada duyduğumuz sesler de müzik olur bazen. Müzik gibi uyumlu bir armonide duyulmasa bile bir müzisyene ilham kaynağı olabilir: Bir kuşun ötüşü, rüzgârın sallandırdığı ağaç yaprakları ya da bir nehrin şırıltısı…
Resim var olmayanı yapar veya onu renklerle betimler diyebiliriz. Müzik ise duyguları açığa çıkarır; üzgünsek karamsar, mutluysak neşeli bir ruh haline sürükleyebilir. Ruh halini değiştirebilme yetkinliği de vardır müziğin. Bunun üzerine şu alıntıyı yazmak uygun olacaktır: “Türlü biçimleri ve çeşitli aşamalarıyla sevgi insan ruhunu dalgalanmalara sürükler. Seven kişinin bedeninde, organlarında, özellikle de sesinde kimi zaman canlı ve neşeli, kimi zaman dingin ve durgun, kimi zaman da sabırsız ve yakınan devinimler izleriz. Besteci ise bütün bu durumları, hoş, yumuşak, duyguları okşayan, kimi zaman yavaşlayan, kimi zaman da hızlanan seslerle yansıtabilir.” (İpşiroğlu 130)
Farklı gibi duran iki disiplini aynı potada eritmeyi başaran ve bunları tablolarına işleyen Gustav Klimt, Wassily Kandinsky, Paul Klee ve Piet Mondrian‘ın eserlerinden ve onların müziğe olan bakış açılarından bahsedeceğiz bu yazımızda. İyi okumalar!
Gustav Klimt
“Müzik doğa olaylarını değil, bunların uyandırdığı duyguları, sözcüklerin anlattığını değil, anlatamadığını dile getirmeliydi; sözcüklerin yetmediği yerde tınılar konuşabilmeliydi. O zamana değin çalgı müziğinin küçümsenen yanı, sözden yoksunluğu, başka deyişle belirsizliği değer kazanmaya başlamıştı.” (İpşiroğlu 33)
19. yüzyılda eserler veren ve en ünlü tablosu diyebileceğimiz ‘Öpücük’ ile tanıdığımız Gustav Klimt, resme ve müziğe yeni yaklaşımların oluşma başladığı bir dönemin içindeydi. Bu dönemde doğanın olduğu gibi yansıtılmasına alışmış olan toplum, betimlemelerin, insanın içinde duygular uyandırmasını ve bunu dile getirmesini istiyorlardı.

Aşağıdaki resim Gustav Klimt’in 19.yüzyıla ait ‘Music I’ tablosudur. Bir müzik aleti çaldığı görülen kadın figürünün olduğu bu canlı renkli tablonun önemi oldukça büyük. Lir (arp ailesinden bir müzik aleti) çalan bir kadın görürsünüz tabloda. Kadın figürünün etrafında kullandığı geometrik şekiller ve çizgiler Klimt’in sembolizme olan yaklaşımını gösterir. Klimt daha birçok eserinde müziği ve müzik aletlerini tasvir eden figürler kullanmıştır ve bu tablo da onlardan bir tanesidir.

İleriki yıllarda Viyana’da ortaya çıkan Secession hareketine katılan Klimt, 1902 yılında Beethoven‘ın 9. senfonisinden esinlendiği ‘Beethoven Friz’i yapmıştır. Oldukça büyük olan bu eser, üç ana temadan oluşmaktadır. ‘Mutluluğa çekilen özlem’ , ‘Düşmanca güçler’ ve ‘Tüm dünyaya öpücük’ (Dünyaya öpücük olarak da geçer) eserdeki temaların adlarıdır. Tablo o kadar büyüktür ki iki uzun bir kısa duvarda yan yana yerleştirilmiş resimlerin birleşiminden oluşur. Aşağıda gördüğünüz de eserin bir parçasıdır yalnızca. Hastalığı, deliliği, baştan çıkarıcılığı, saf kötülüğü, ölçüsüzlüğü temsil eden figürlerin bulunduğu tablonun bu parçası eserin ortasında yer alır. Bütününe bakıldığında, tablo insanoğlunun özlemiyle başlar ve üst kısmında su perilerinin olduğu tabloyla devam edip yukarda belirttiğimiz ‘Music I’ kompozisyonundaki gibi lir çalan bir kadın figürünün bulunduğu tabloyla sonlanır. Klimt bu figürü mutluluğa ulaşmak olarak görür. Eserindeki her figürün birer anlamı vardır.
Asıl mutluluğa eriştirenin, sanat dallarının iş birliği yapması olduğunu söyler Klimt. Yani sanat dallarının birbiriyle olan ilişkisinin daha nitelikli eserler yaratılabileceğine ve sanatın birleştiriciliğinin resim, müzik ve edebiyat gibi dallarla oluşacağına inanmaktadır.

Wassily Kandinsky
“Müziğin çok sesli yapıtlarının özelliklerinden bilgi toplamalı, bu evrensel alanın derinliklerine dalmalı ve değişmiş bir sanat gözlemcisi olarak resimde bunların peşinden gitmeli.”

Karmaşık görüntülü kompozisyonlarıyla tanınan Kandinsky, dışa vurumcu bir ressamdı. Wassily Kandinsky’nin eserlerinde sinestezinin rolü büyüktü. Sinestezi kısaca farklı duyuların birbiriyle işbirliği yapmasıdır, bağlantı kurmasıdır. Örneğin renklerin tadının alınabilmesi, seslerin de belli başlı renkleri çağrıştırabilmesi gibi. Kandinsky sarı, siyah ve beyaz rengi şöyle tanımlar: “Dört bir yana sıcaklık ve neşe saçan bir renk… siyah hiçlik, olanaksızlık, güneşin sönmesinden sonraki hiçlik, geleceksiz, umutsuz bir suskunluk. Tınısı az olan bir renk. Onun üzerinde en hafif tınılar bile daha belirgin, daha keskin duyulur. Beyaz büyük suskunluğun rengi…” (İpşiroğlu 62)
Besteci Arnold Schoennberg ile arkadaştı ve resimlerini yaparken onun bestelerinden esinlendi. Şekillerin ve renklerin birbirleriyle karşıt şekilde yerleştirilmesi amaçlanan ‘Composition VII’ isimli tablo, onun önemli soyut eserlerinden biridir. Resimdeki şekiller birbirlerinden uzaklaşır ve merkezî görünürde yoktur.

Schoenberg‘in String Quartet No.2, Op.10, I. Allegro (Fred Sherry String Quartet) adlı bestesini konserde dinledikten sonra Kandinsky’nin fırçasından ‘Impression III’ eseri dökülmüştür. Tabloda kocaman bir sarı boya kütlesi ile seyirciye benzer soyut figürler yer alır.

Resimde kompozisyonu melodik ve senfonik olmak üzere iki ayırır. Bu iki kavramı ise şöyle açıklar: Melodik kompozisyon, ilk bakışta açık seçik bir geometrik biçimin egemen olduğu bir kompozisyondur; senfonik kompozisyon (yalın) ise resme egemen olan ve tek bir biçime bağlı olarak değişen şekillerin bir araya gelmesinden oluşur.

Senfonik kompozisyona örnek olarak gösterilebilecek 1924 yapımlı ‘Contrasting Sounds’ eseri, sanatçının iç dünyasında oluşur. Ana tema bir çift çizginin çevresinde gelişen olaylar bütünüdür. Bu iki çizgi de kendi aralarında, doğa ögelerini çağrıştıracak biçimde gelişir.
Paul Klee
Sözlerinin sahibi Paul Klee, ressam olmasının yanında müzikle de içli dışlı bir sanatçıydı ve iyi keman çalıyordu. Müziğe olan tutkusu hiç azalmadı ve hayatı boyunca da yaratıcılığına katkısı büyük olmuştur müziğin. İçindeki müzik tutkusu hiç solmadı ve Mozart ve Bach gibi ünlü bestecilerden etkilendi. Paul Klee, Alman sanat okulu Bauhaus‘ta ders verdiği yıllarda resim ve müziğin ilintili olduğunu savunmuştur ve resimleriyle bu düşüncesinin arkasında durmuştur. Araştırmacılar, Klee’nin eserlerini incelediklerinde çok sesli bir kompozisyonun hakim olduğunu görmektedirler.

Klee’nin yaşamının son dönemlerinde yaptığı bir resme göz atalım şimdi. Eserin adı: ‘insula dulcamara’. Buradaki insula, ada anlamına gelmekte; dulcamara kelimesi ise tatlı anlamına gelen dul ve acı anlamına gelen amarus kelimelerinden meydana gelmekte. Yani iki zıt kelime var eserin adının içinde. Resimlerinde karşıtlıkları aynı anda görselleştirmek istediğinde farklı ögeleri bir araya getiriyor. Saydam bir zemin üzerine koyu çizgiler bunu gösteriyor.

Paul Klee, özünde resim sanatı ve diğer her sanatın aynı temel ögelerle meydana geldiğini savunmuş ve bunu örneklerle açıklamıştır: “Müzikle görsel sanatlar arasında giderek daha koşutluklar geliyor aklıma, ama daha çözemiyorum. Kuşkusuz her iki sanat türü de zamansal. Bunu kanıtlamak kolay.” (İpşiroğlu, 1995)

Piet Mondrian
“Caz’ın Mondrian’ı çeken yanı melodinin yok edilmesi ve ritmin bağımsızlık kazanmasıydı. Başka deyişle ritmin başlı başına bir ifade ögesi olarak kullanılmasıydı.” (İpşiroğlu 104)
Piet Mondrian yıllar içinde değişime uğrayan ve kendini yenileyen tarzıyla dikkat çeken bir ressamdı. Resimlerinde karmaşık olmayan basit şekiller ve genellikle ana renkleri tercih eder. Domselar ve Ruyneman isimli iki müzisyenle kurduğu dostluk, müziğe olan ilgisini ve sanatsal perspektifini oldukça etkilemiştir.

Caz müzik, Mondrian’ın resimlerine büyük ilham kaynağı olmuştur. Temeli blues müziğe dayanan “Boogie Woogie” denen tarz, pek çok ressamı Mondrian dahil olmak üzere, etkilemiştir. Ana karakterin piyano olduğu bu müzik türünde sol ile çalınan kısım bası, sağ el ise melodiyi sürdürür. Boogie-Woogie’nin canlılığından ve hızından etkilenen Mondrian ‘Broadway Boogie Woogie’ adlı aşağıdaki eseri yapmıştır. Resim hakkında kısa bir röportaj veren Jason Moran adlı caz müzisyeni; müziğin boogie kısmında sol elin, woogie kısmında ise sağ elin çalıştığını söyler ve resimdeki küçük karelerin piyanistin sol elini, büyük karelerin ise sağ elini temsil ettiğini ekler sözlerine. Broadway Boogie Woogie sanatçının son dönemlerinde yaptığı resimlerdendir ve eserin karakteristiği, New York’tan esinlenerek yaptığı tablolara benzemektedir.

Mondrian, genç yaşlarında başladığı dans ve dinlediği caz müziğin etkisiyle daha parlak ve canlı resimler yapmaya başlamıştır son dönemlerinde. ‘Victory Boogie Woogie’ ve yukarda anlattığımız ‘Broadway Boogie Woogie’ bunlardan ikisidir.
Kaynaklar:
Lİvaneli, Zülfü. Bizi Sürükleyen Nehir: Hayat Üstüne Düşünceler. İstanbul: Doğan Kitap, 2020.
İpşiroplu, Nazan. Resimde Müziğin Etkisi: Yeni Bir Alımlama Boyutu. İstanbul: Yirmidört Yayınevi, 2006.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/235067
https://www.gustav-klimt.com/Beethoven-Frieze.jsp#google_vignette
kapak fotoğrafı: https://twistedsifter.com/2012/04/sheet-music-art-by-people-too/
https://www.incollect.com/listings/photos-prints/prints/paul-klee-der-paukenspieler-238571 Erişim Tarihi: 26 Temmuz
https://bauhauskooperation.com/knowledge/the-bauhaus/training/curriculum/classes-by-paul-klee/#:~:text=As%20a%20master%20of%20form,surfaces%20for%20the%20second%20semester. Erişim Tarihi: 26 Temmuz
kandinsky: https://hyperallergic.com/731339/on-kandinskys-spiritual-relationship-with-music/