İki Ayna, Bir İnsan: Kafka’da Dağılmak, Camus’de Toparlanmak

Editör:
Guşef Alhas
spot_img

İnsanın varoluşsal çelişkileri, yüzyıllardır edebiyat ve felsefenin en derin ve üzerinde en çok durulan konularından biri olmuştur. Her insanın içinde taşıdığı o büyük boşluk, evrende kendisine bir yer bulma arayışı ve varlıkla olan çatışması, aslında yazarların kalemlerinde şekillenen bir temadır. Her bir kelime, insanın içindeki boşlukla kurduğu karmaşık ilişkiyi yansıtır ama asla tamamlanmış bir çözüm sunmaz çünkü insan, varlığını keşfederken bir yandan da kendine ait bir anlam arayışına girer. Kimi zaman bu anlamı bir kaybolmuşluk olarak kimi zaman da bir isyan olarak bulur.

İşte bu bağlamda, Franz Kafka ile Albert Camus gibi iki büyük düşünürün aynı yüzyılda doğmuş olmaları, yalnızca bir tesadüf değil, insan ruhunun varoluşsal ekseninde keskin bir çelişkidir. Biri Prag’ın dar ve gri sokaklarında, diğeri Cezayir’in kavruk güneşinde büyümüş; biri sistemin ve bürokrasinin işlediği dişlilerde, kayboluşun derin sessizliğini kelimelere diz çöktürerek anlatmış, diğeri anlamın yokluğunda bile yaşamayı kutsamış ve hayatın absürtlüğünü kabul ederek ona meydan okumuştur. Fakat her ikisi de insanlık tarihinin en derin sancılarına tanıklık eden iki büyük anlatıcı gibi konuşur satır aralarında. Onlar, 20. yüzyılın lanetli çocuklarıdır. Savaş, çürüme, yalnızlık ve başkaldırıyla yoğrulmuş bir dünyanın yazarları. Aralarındaki fark, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda varoluşla kurdukları ilişki biçimidir.

Kafka’nın Evreni: Kimlik Arayışı ve Kayıp Birey

Franz Kafka | nytimes.com

Kafka’nın karakterleri, çoğu zaman kimliksizdir çünkü birey olmaktan çok, sistemin çarkları arasında silinmiş bir gölgedir onlar. O, bürokratik canavarların, adaletsizliğin, sessiz ve tepkisiz düzenin ortasında, insanı kendi varoluşundan soğutan bir evren kurar. Onun dili, bir hukuk metni kadar katı, bir rüya kadar esnektir. Okuyucu, Kafka’nın labirentine girdiğinde, kelimelerin artık kendini anlatmaktan çok birer yansıma, birer karmaşa hâlini aldığını fark eder. O, insanın içindeki korkuları, yalnızlıkları ve yabancılaşmayı öylesine derinlemesine işler ki, okur, sayfalar ilerledikçe kendini bir mahkeme salonunun soğuk duvarları arasında ya da devasa bir şatonun erişilmez kapısında bularak bu kaotik dünyanın bir parçası olur. Bundan dolayıdır ki Kafka’nın metinlerinde bir çıkış aranmaz çünkü çıkış yoktur. Kafka’nın dünyasında kurtuluş ancak kabullenişle mümkündür ama bu da bir özgürlük değil, aksine daha derin bir tutsaklıktır. Zira onun edebiyatı, yalnızca anlatmaz, insanın içindeki cehennemi, usulca ortaya serer ve bu cehennem, çoğu zaman dışarıdan değil, içeriden yükselir. İşte Kafka’nın dünyası, tam da bu çelişkiyle var olur. Sessiz, ama derinlemesine.

Camus’nün Direnişi: Absürd’ün İçinde Yaşamın Anlamı

Albert Camus dailysabah.com

Camus ise başka bir noktadan başlatır sorgusunu. Onun gözünde dünya absürttür ama bu absürtlüğe karşı verilecek en onurlu cevap, yaşama inatla tutunmaktır. Onun karakterleri, Kafka’nın gölgelerinde saklanmazlar, gözlerini karanlığın ardındaki ışığa diker ve derler ki: “Bu dünya saçma, ama ben buradayım.” Bu düşünce, Camus’nün Sisifos Söyleni’nde en güçlü şekilde tezahür eder. Sisifos’un kayayı sonsuzca tepeye taşıma çabası, ona bir anlam arayışı sunmaz ama her tekrarda Sisifos, bu anlamsız çabada özgürlüğünü bulur. Kayayı tekrar tekrar yukarıya doğru yuvarlayan Sisifos, sadece bir sistemin parçası değil, ona karşı direnen bir birey olarak yükselir. İşte tam da bu yüzden, Camus’nün dünyası, Kafka’nın karanlığına bir cevaptır; sessizlik karşısında susmak yerine konuşmak, labirentin duvarlarına çarpa çarpa yürümek yerine, o duvarları yazgıya dönüştürmek. Camus’ye göre insan, anlamsızlıkla yüzleştiğinde değil, ona rağmen yaşamayı seçtiğinde gerçekten insan olur.

Yıkımın ve Direnişin İki Yüzü: Kafka ile Camus Arasındaki Bağlantı

Camus’nün aydınlığı ile Kafka’nın karanlığı birbirinden tamamen kopuk değildir. Her ikisi de insana, onun ne kadar kırılgan ve ne kadar güçlü olabileceğini aynı anda hatırlatır. Kafka, bireyi sistemin ve görünmeyen güçlerin pençesinde kayboluşa iterken; Camus, aynı bireyi anlamsızlığa karşı kendi içinden doğan bir özgürlükle cesaretlendirir. Kafka’nın Gregor Samsa’sı dönüşümden sonra ailesinin gözünde artık bir yük, bir utanç kaynağıdır. Camus’nün Dr. Rieux’sü ise vebaya rağmen görevine devam eden, anlamsızlığın içinde anlam aramaktan vazgeçmeyen bir bilinçtir. Biri, kaderin ellerine zincirlenmiş bir kukla gibi sürüklenirken diğeri, kendi kaderinin anlamını yaratmak için isyan eder. Her biri kendi varoluşunu taşır ve o varoluşun yüküyle eğilir ya da dikilir. Bu bağlamda Kafka, trajedinin özüdür, Camus ise trajedinin kabulünden doğan özgürlük ama bütün bu farklara rağmen her iki yazar da insanı merkeze alır. Dış dünyayı anlatmazlar; dış dünyanın, bireyin iç dünyasında açtığı yaraları anlatırlar çünkü onlar için asıl düğüm; dışarıda değil, insanın kendi özündedir.

Varoluşun Son Sözü: Kafka ile Camus’nün Peşinden

Zaman geçse de, biz bu iki büyük yazarı karşılaştırırken aslında kendi varoluşumuzu sorguluyoruz. Kafka, içimizdeki korkuyu kelimelere döker, Camus ise korkuyla baş etmenin yollarını. Biri karanlıkta yürümeyi öğretir, diğeri karanlığa rağmen yürümeyi. Bu iki büyük düşünür, varoluşsal boşluğa ve insanın en derin ve en karanlık duygularına ışık tutarak bize farklı yollar sunarlar. Bu yüzden, birinin karanlıkta kaybolmasına tanıklık ederken diğerinin o karanlığın varlığına rağmen yükselmesine şahit oluruz.

İki yazar belki de, en gerçek soruyu farklı dillerde ama aynı suskunlukla sorarlar: Yaşamak nedir? Kafka için bu bir mahkumiyet, Camus için ise bir meydan okuma. Biz hangisini seçersek seçelim, onların kelimeleriyle baş başa kaldığımızda kendi gölgemizle yüzleşiriz çünkü insan, ne kadar savrulursa savrulsun, varoluş denen dipsiz kuyuya her baktığında orada kendi yansımasını görür. Bazen karanlığa fısıldayan bazen de sessizliğe meydan okuyan bir çığlık gibi.


Kaynakça:

  • Kafka, Franz. Dönüşüm (The Metamorphosis). Çeviren: Engin Geçtan. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997
  • Kafka, Franz. Şato (The Castle). Çeviren: Sedef Z. Zeyrek. İstanbul: Can Yayınları, 1996.
  • Camus, Albert. Yabancı (The Stranger). Çeviren: Selahattin Hilav. İstanbul: Can Yayınları, 2007.
  • Camus, Albert. Sisifos Söyleni (The Myth of Sisyphus). Çeviren: Rıza Kocaoğlu. İstanbul: Can Yayınları, 1996.
  • Camus, Albert. Veba (The Plague). Çeviren: Fehmi K. Giritli. İstanbul: Can Yayınları, 2017.
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Amerikan Edebiyatında 4 Yalnız Kahraman

Amerikan edebiyat tarihinin en önemli temsilcileri haline gelmiş kahramanlarımızın ne kadar soyutlanmış bireyler olduğunu farketmiş miydiniz?

Tarihi Eser Rotası: Geçmişten Müzeye Serüven

Müzelerde sergilenen her bir eserin yolculuğu o kadar uzun ki... Gelin, sergilenme sürecine kadar rotaya bir göz atalım...

Editor Picks