Hakan Bıçakcı’nın 2004 yılında yayımlanan Boş Zaman kitabında geçirdiği trafik kazasında hafızasını kaybeden Harun’un hikayesi anlatılıyor. Geçmişini, ailesini ve hatta kendisini hatırlamayan bir adamın huzursuz zihninde dolaşıyorsunuz kitap boyunca. Hatırlamamak bir hastalık mı diye sorgulayacağınız Boş Zaman’dan altını çizdiğimiz cümleleri sizler için derledik. Keyifli okumalar Söylenti ailesi!
“Baktığım her köşede tanımadığım bir eşyayla karşılaşıyordum. Her şeyiyle bana yabancı bir evdeydim. Nerede olduğumu bilmediğim gibi, nerede olmam gerektiğini de bilmiyordum. Kim olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu.”
(s. 9)
“Başka bir şey öğrenmek istemiyordum şimdilik. Kendimle ilgili daha fazla bilgiyi nerede saklayacağımı bilemiyordum.”
(s. 13)
“Onun sessizliği farklıydı. Ses çıkarmayışının masadan, sandalyeden, sehpadan ya da kanepeden başka bir anlamı vardı. Sessiz kaldıkça hazırlanıyor, biriktiriyor, sabrediyor, acı çekiyor, dayanıyor gibiydi.”
(s. 21)
“Dünyaya bilinçli halde gelmiş bir bebek gibiydim. Eşyayla samimi, canlılara yabancı… Nesnelerin ne olduğunu ve ne işe yaradığını bilen, insanların kim olduğundan ve ne işe yaradığından habersiz… İçi, keşfetmenin sihirli merakı yerine hatırlayamamanın kahredici işkencesiyle dolu fazla gelişmiş, sorunlu bir bebek…”
(s. 27)
“Bir başkasının eşyasını karıştırır gibi odadaki nesneleri tek tek incelemeye başladım. Bana ait olduklarını bilmiyordum. Yalnızca öyle oldukları söylenmişti. Gülden söylemişti. Tıpkı kendisinin karım, Can’ın oğlum, Tarçın’ın kedim olduğunu söylemiş olduğu gibi… Camını zorlayarak gireceğim herhangi bir havasız dairenin ilk dalacağım düzensiz odasındaki eşyadan farklı bir anlamı yoktu bu odadakilerin benim için.”
(s. 48)
“Onlardan biriydim. Kusurumu yüzüme vurarak içimi kemiren gözler yoktu artık çevremde. Burada yalnızca yüz ifadem, saç kesimim, oturuşum ve giysilerimle vardım, geçmişimle değil…”
(s. 62)
“Aslında hatırladığım çoğu şey böyleydi. Saçma sapan, unutulsa da olacak bir rüya gibi.”
(s. 77)
“O an, ölmek üzere olan biriyle iletişim kurmanın imkânsızlığını fark ettim. Her söz, her hareket, her tavır, her mimik, her sessizlik ölüm karşısında anlamsızdı.”
(s. 81)
“Ayağımın ucundaki çukura baktım. Sanki benim için açılmıştı. Herkes atlamamı bekliyordu. Üzerimi toprakla örtüp uzaklaşmak isteği içindeydiler.”
(s. 90)
“Uzun ve yorucu bir günün ardından odama çekildim. Radyo dinliyorum. Eski şarkılar çalıyor. Şarkılar eskidikçe gençliğin senden uzaklaşır. Bu sabah okul bahçesinde de düşündüğüm gibi, gençlik eski bir kelime…”
(s. 99)
“Ortaçağ Avrupası‘nda suçlular çıplak bir halde sokak sokak dolaştırılırdı. Çıplaklık, kirlenmenin, toplum dışına itilmenin simgesiydi çünkü.”
(s. 104)
“… her şeyi hatırlıyor muyum? Buna kendi kendime karar vermem mümkün mü? Yoksa yaşadıklarımın yalnızca bir kısmını hatırlayıp, sonra da hatırladığım kadarını tüm yaşadıklarım mı sayıyorum?”
(s. 113)
“Farklı uzunluktaki ve genişlikteki her bir düşünce tahta veya metal çubuğa dönüşerek saçıma takılmıştı. Bazıları kafamın bir ucundan girmiş, öteki ucundan çıkmıştı. Bazılarıysa öteki uçtan çıkmadığı için beynime saplanmış gibi gözüküyordu.”
(s. 122)
“Hatırlamıyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatırlamamak bir hastalık mı? Bu belki de tarih hocalığından kalma bir akademisyen hastalığıydı. Bir bakıma öyleydi, tarih hocası Harun o kazada ölmüştü. Hafızasında ciddi kopukluklar mevcut. Belli alanlardaki ya da kategorilerdeki bilgileri unutma durumu… Hatırlandığından her zaman biraz farklı… Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz?”
(s. 143)
“Çalar saatten önce uyanmak yabani bir duyguydu. Planlanmış, kurulmuş, mekanik, düzenli, kurallı, öngörülebilir, sınırlı dünyayı birden tüm dağınıklığı, düzensizliği, savunmasızlığı, belirsizliği, bilinmezliği ve zamansızlığıyla yakalamak. Zaman senin için başlamamışken daha, kendini zamanın sağır edici boşluğunun içinde bulmak.”
(s. 145)
Hakan Bıçakcı, Boş Zaman, İletişim Yayınları, 2015