Hugo Film İncelemesi: Zamanın Çarkları

Editör:
Berfin Sayarsoy

2011 senesinde çıkan Hugo, Brain Selznick’in grafik romanı The Invention of Hugo Cabret’ten uyarlanmıştır. Kitap, Türkçe’ye Zamanın Efendisi Hugo Cabret ve Buluşu adıyla çevrilmiştir. Asa Butterfield’in Hugo’yu canlandırdığı filmde Ben Kingsley, Helen McCrory ve Jude Law gibi önemli isimler de rol alıyor. Yönetmen koltuğunda ise Martin Scorsese oturmaktadır.

Kimsesiz Bir Çocuk

Paris tren istasyonunda saatlerin bakımından ve düzgün çalışmasından sorumlu olan Hugo Carbet, istasyonun duvarlarında gizlice yaşayan kimsesiz bir çocuktur. Babasının ölümünden sonra amcasının yanına gitmek zorunda kalan Hugo’ya amcası büyük saatin bakımını ve nasıl kurulacağını öğretir ve ortadan kaybolur. Amcasının görevini kimseye görünmeden devam ettiren Hugo’nun tek amacı ise babasından ona kalan otomatonu (mekanik oyuncak) tamir etmek ve çalıştırmaktır. Bu esnada Georges Melies’in oyuncak dükkanından ihtiyaç duyduğu malzemeleri çalmakta ve açlığını karşılamak için hırsızlık yapmaktadır. Bir gün, Melies’in Hugo’yu malzemelerinden çalarken yakalaması üzerine macera başlar.

“Tüm dünyayı büyük bir makine gibi hayal ederdim. Makineler asla yedek parçalarıyla gelmezler. Çalışmaları için ne gerekiyorsa o kadarı olur hep. Dünya koca bir makineyse ben yedek parça olamam diye düşündüm. Burada olmamın bir sebebi olmalı. Bu da demek oluyor ki senin de burada olmanın bir sebebi var.” 

Zamanın Çarkları

1930’lu yıllarda geçen hikâyede, Sanayi Devrimi sonrası İngiltere atmosferini hissetmekle birlikte Paris’in ışıltısı kendini göstermektedir. Çeşitli oyuncak ve aletlerin çarklarla çalıştırılması; dönemin büyük çarklı saatleri, bunların tamiri ve filmin başlı başına buharlı tren istasyonunda geçmesi ise steampunk atmosferini izleyiciye hissettirir. Özellikle istasyondaki şefin bacağındaki mekanik eklenti ve Hugo’nun rüyasında kendini otomatona dönüşmüş görmesi, steampunk havasını pekiştirmektedir. Ayrıca büyük saat kulesinin içindeki koşturmacalar ile zamanın çarklar aracılığıyla nasıl düzenlendiği ve dönemin nasıl bir sistemle ilerlediği gözler önüne serilmektedir. Görsel tasarım açısından da fantastik bir dünyada olduğumuz hissi uyandırılmaktadır. Her ne kadar filmde sihir olmasa da sihirli bir dünyada yürüyormuşuz hissiyatı film boyunca hakim diyebiliriz.

Otomaton

Filmin ana figürlerinden biri Hugo’nun tamir etmeye çalıştığı otomatondur. Otomaton; yazı yazmak, resim çizmek veya dans etmek için programlanmış insan görünümüne sahip bir makinedir. İçinde babasından bir mesaj olduğuna inanan Hugo bütün gücünü onu çalıştırmaya harcamaktadır. Sadece bir tek eksik kalmıştır: Otomatonun arkasındaki kalp şeklindeki anahtar. Bu anahtarı ise şans eseri yeni tanıştığı ve oyuncakçı Melies’in manevi kızı olan Isabelle’de bulur. Otomatonu Isabelle’e gösterir ve bu iki maceracı ruh birlikte otomatonu çalıştırır. Hugo ve Isabelle, otomatonun yaptığı resmi şaşkınlıkla izlerler. Resmin sonunda otomaton, Georges Melies’in imzasını atar ve karşılarına çıkan görsel gözüne füze saplanmış bir dolunay resmidir. Melies’in Ay’a Seyahat filmine gönderme yapılmaktadır.

Hugo, Melies ve Sinema Tarihi

Hugo ve Isabelle, Melies’in otomatonla ne ilgisi olduğunu çözmeye çalışırlar. Bu noktadan sonra film adeta yön değiştirircesine, küçük bir çocuğun hayatından sinema tarihine doğru bir değişim geçirir. Melies’in, sinema tarihindeki ilk filmi yapan Lumiere Kardeşler ile karşılaşması ve gördüklerinden çok etkilenerek kardeşlerden sinematografı almak istemesi ile yeni bir serüven başlar. Bu serüven, sinemada büyük bir isim olmasıyla ve nihayetinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında kimsenin film izlememesi ve ülkede hayal dünyasından gerçek dünyaya yapılan hızlı geçiş sonucunda sinemaya dair her şeyini kaybetmesiyle son bulur.

Filmin bu aşamasında Melies’ın sinemaya yaptığı katkılar aracılığıyla sinema tarihine hızlı bir bakış atılıyor ve bazı eserlere saygı duruşu niteliğinde göndermeler yapılıyor. Örneğin 1895 yılında çekilen İstasyona Bir Tren Geliyor filmi. Bu film seyircilerin üzerine doğru gelen bir tren sahnesinden oluşmaktadır. İzleyenler trenin gerçekten üzerlerine doğru geldiğine inanarak büyük panik yaşarlar. Hugo’da bu durum “Hiç kimse daha önce böyle bir şey görmemişti!” şeklinde ifade edilir. Aynı sahnenin bir benzerini Hugo rüyasında görür. Tren, raylardaki Hugo’yu ezmemek için yön değiştirir ve doğruca istasyonda bekleyen insanların üzerine doğru gider. Böylelikle tarihteki ilk film sahnesi hem Melies’in hayatını anlatırken gösterilmekte hem de Hugo’nun rüyasıyla tekrar edilmektedir.

Filmde Melies’in sihirbazlıktan nasıl sinemaya geçiş yaptığı ve kullandığı dekorlar ve yöntemler kısa bir belgesel tadında gösterilmektedir. Sinemada özel efektleri ilk kullanan isim olarak geçen Melies, savaş sonrasında film stüdyosunu satmak zorunda kalır ve Paris Montparnasse istasyonunda şeker ve oyuncak satmaya başlar. Filmde bu durum Melies’in sinemaya küsmesi ve bütün eserleri yakıp yıktığı şeklinde anlatılmaktadır. Geriye kalan eserlerinden biri Hugo’nun elindeki otomatondur. Hugo ve Isabelle’nin otomatonu tamir etmesi ve çabaları sonucunda bu küskünlüğünden kurtulur.

Bir sahnede Hugo, Isabelle’ye şöyle demektedir: “Her şeyin bir gayesi vardır. Makinalarin bile. Saatler zamanı gösterir. Trenler insanları bir yerlere götürür. Hepsi kendine düşen görevi yapar. Belki de bozuk makineler beni bu yüzden bu kadar üzüyor. Üstlerine düşen görevi yapamıyorlar. Belki insanlar için de aynı şey geçerlidir. Gayeni kaybedersen bozuk bir makineden farkın kalmaz.” Hugo’nun filmin başındaki otomatonu onarma çabası ilerleyen sahnelerde Melies’i onarma çabasıyla birleşecektir ve nihayetinde herkes için çarklar yerine oturmaya başlar.

Kaynak

The Cinematheque Française.”Georges Melies”. artsandculture.google. Web

Hilal Akçacı
Hilal Akçacı
Memento vivere

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Dostoyevski’nin Rus Edebiyatı Üzerindeki Etkisi

Dostoyevski, Rus edebiyatında sadece bir isim değil aynı zamanda döneminin edebiyat anlayışına da yön veren önemli bir yazardır.

Söylenti Radarında Bu Ay: Isaac Winemiller

Isaac Winemiller, sakin melodileri ve içe dönük sözleriyle müzikal yalnızlığı estetik bir deneyime dönüştürüyor. Bu ay Söylenti Radar'ında onunla tanışın!

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Editor Picks