Herkesin izlerken içine çekildiği diziler vardır. Tekrar tekrar başa sarıp izlemek isteriz. How I Met Your Mother benim hayatım için bu tarz bir nitelik taşıyor. Ne zaman bir şeylerin ters gittiğini hissetsem acil durum butonum olur kendileri.
Dizi 2005-2014 yılları arasında yayınlanmış olup 9 sezonluk bir Amerikan Sitcom (komedi) türündedir. Bu kadar uzun soluklu bir dizinin yapımında yönetmen olarak tek bir isimden söz etmek mümkün değildir. Pamela Fryman, 193 bölümün yönetmenliğini üstlenirken, Rob Greenberg birkaç bölümün yönetmenliğini yapmıştır. Michael J. Shultz dizide emeği geçen isimlerden biridir.
Dikkat yazımız spoiler içerebilir!
Komediden Daha Fazlası

How I Met Your Mother, başrol karakteri Ted Mosby‘nin (Josh Radnor), çocuklarına anneleriyle nasıl tanıştığını anlatmasını konu edinir. Dizinin başlangıcı, 2030’lu yıllarda Ted’in çocuklarına gelecekteki annesiyle olan tanışma hikayesini anlatmasına dayanır. Her bölümde; acaba şimdi mi karşılaşacaklar sorusunu izleyiciye sordurtan cinsten bir olay örgüsüne sahiptir. Yalnızca Ted’in ilişkilerine değil aynı zamanda sosyal çevresinin de yaşamını gözler önüne sermektedir. Defalarca umutsuzluğu tatmış başrolümüz dahi dizinin sonunda hayatının aşkını bulabilmiştir. Ted’in yakın çevresine baktığımızda ilk olarak Marshall Eriksen (Jason Segel) bizi karşılar. Dostlukları üniversite yıllarına dayanmaktadır. Marshall ile birliktelikleri sonucu gruba Lily Aldrin (Alyson Hannigan) de dahil olur. Lily ve Marshall üniversiteden bu yana ilişkilerine devam eden ve oldukça birbirleriyle iç içe hayatları benimsemiş çiftimizdir. Fakat 3. sezonda sarsıcı bir ayrılık yaşadıklarını söyleyebilirim. Bunun bile üstesinden gelen çiftimiz hayallerindeki hayata beraber yeni bir renk getirmişlerdir. Grubun bir diğer üyesi ise Barney Stinson‘dur (Neil Patrick Harris). Ted, bir gün MacLaren’s Pub‘da otururken, Barney yanına gelir bekar hayatını tanıtarak özgüvenli bir tutum sergiler. Bu ilk başta Ted’in dikkatini çekmese de Barney’in özgün hayat yaşayışı arkadaşlıklarına renk katmaya başlar. Son olarak ise Robin Scherbatsky‘den (Cobie Smulders) bahsetmemek olmaz. Dizinin ilk bölümünde; Ted’in Robin’i görüp hayatının aşkı sanmasıyla gruba dahil olur. Fakat bu kısmen doğru bir yargı olmakla beraber son bölümde açıklığa kavuşuyor. Her şeyin başlangıcı olan mavi Fransız kornosu dizimizin son sahnesinde de kendini hatırlatıyor. Dizinin başladığı gibi biten bir formatta oluşu beni hep duygulandırmıştır.
Ted Mosby

Ted Mosby, dizinin büyük bir kısmında gerçek aşkı arayan biri olarak karşımıza çıkar. Ted, romantik açıdan idealist bir bakış açısına sahiptir; aşkı, hayatını anlamlandıracak ve tamamlayacak bir olgu olarak görür. Kriterlerine uymayan kişileri dahi hayatına alır. Onlara kendi hayal dünyasında yüklediği özelliklerin gerçekle ilgisi yoktur. Bu davranış kalıbı beraberinde hayal kırıklığını getirir. Fakat başrolümüz kendisine zaman tanımayan biridir. İçindeki duygusal boşluğu doldurma çabasındadır. Hayatının aşkını arama serüveni artık duygularından kaçış noktasına dönüşmüştür. İkili ilişkilerinde yaşananları ayrıntıyla arkadaş grubuyla paylaşması onay alma ihtiyacına sahip olduğunu gösterir. Onaylanma ihtiyacı fazla olan kişiler genellikle büyüdükleri evin içinde farklılıkları ile kabul görmemişlerdir. Ted’in babasının ilgisizliği bu durumu tetiklemiş olabilir. Kariyerinde yaşadığı başarısızlıkların hayatına hayal kırıklığı olarak dönmesi mükemmeliyetçi bir tavır sergilediğini göstermektedir. Çocuklarına hikayesini anlatırken ise; çok daha olgun, hayatını iyi ve kötü yönleriyle kabul etmiş bir Ted vardır. Nihayetinde arkadaşlıklarında ve kişisel gelişiminde mutluluğu bulabilmiştir.
Marshall Eriksen

Marshall Eriksen, dizinin en empati duygusu yüksek ve fedakar karakteridir. Aile bağları oldukça güçlüdür. Bu durum sevgi ve sadakatle dolu ilişkilerde var olmasını açıklar. Karakterimizin hayatının dönüm noktası niteliğinde bir olay olarak babasını kaybetmesi vardır. Bu kayıp, ona insan ilişkilerinde duygusal dayanıklılık ve başkalarına duyduğu güveni sorgulama yeteneği kazandırır. Marshall, ilişkilerinde her zaman duygusal bağlılık ve istikrarlı bir sevgi arar. Bu, onu çok sadık bir eş yapar. Fakat bazen bu durum aşırı bağlanmaya ve kendini kaybetmeye yol açabilir. Örneğin, Lily’i kaybetme korkusu, onun davranışlarını zaman zaman aşırı korumacı yapabilir. Marshall, dizi boyunca kendi kimliğini bulma ve duygusal olarak bağımsızlık kazanma arayışında olan bir karakterdir. Lily ile olan ilişkisi, onun duygusal güvenliğini sağlasa da, zaman zaman Marshall’ın kendisini kanıtlama ihtiyacı ile ters düşmektedir. Özellikle hukuk kariyerindeki ilerleyişi ve babasının ölümünden sonra yaşadığı duygusal boşluk, ona kendi kimliğini sorgulatır.
Lily Aldrin

Lily Aldrin, aile ilişkilerinden kaynaklanan güven ihtiyacına sahip biridir. Özellikle babasıyla olan tutarsız iletişimi kimi zaman aşırı güvenme veya beklentiye kapılma şeklinde kendini göstermiştir. Yetişkinliğinde de ailesiyle bağ kurmakta zorlanmıştır. Tüm bu yaşananlar ışığında Lily duygusal olarak aşırı bağlanan biri olmuştur. Karakterimiz içinde yoğun bir bağımsızlık duygusu taşımaktadır. İlerleyen bölümlerde kendi kariyerine daha çok odaklanır. Bu, onun kişisel gelişimini anlamlandırmasında önemli bir adımdır. Başlangıçta Marshall’a bağlı bir karakterken, iş hayatında kendi yolunu bulmaya başlamasıyla bağımsızlık ve özgüven kazanır. Lily aynı zamanda sosyal ilişkilerinde kontrol edici bir tutum sergiler. Arkadaşlarının hayatına sık sık müdahale etmeye kalkıştığı görülür. Zaman içerisinde psikolojik bağımsızlık kazanır, kendi kariyerine yoğunlaşır aynı zamanda Marshall ile ilişkisinin derinleşmesiyle daha sağlıklı davranışlar edindiği görülür.
Barney Stinson

Barney Stinson, dışarıdan bakıldığında karizmatik ve çekici bir karakterdir. Hayat algısı iddialardan ve eğlenceden ibaret gibi görünür fakat geçmiş aile yaşantısına bakıldığında bunun sebepleri barizdir. Barney onu terk edip giden babasının bir yarışma sunucusu olduğunu sanarak büyümüş bir çocuktur. Bu yanılgı zamanla açığa çıkmıştır ancak içindeki boşluk onunla beraber yaşamaya devam etmiştir. Bu sebepten dolayı karşı cinsle olan ilişkilerinde yüzeysel ve sığ bir tutum sergiler. Karakterimizin bağlanma korkusu olduğu gerçeği de dizinin ileriki bölümlerinde ortaya çıkmıştır. Hayat görüşü olarak onun deyimiyle “efsanevi” olmayı arzular. Kendisinin yazmış olduğu: The Playbook ve Bro Code isimli kitapları vardır. The Playbook karşı cinsin dikkatini çekmeyi konu edinirken, Bro Code ise arkadaşlık kurallarına vurgu yapar. Kitapların absürt kuralları vardır.
Arkadaş çevresinin ve Robin ile ilişkisinin etkisiyle sığ düşünce yapısından kurtulmuş, zamanla daha anlamlı bir yaşama sahip olmuştur.
Robin Scherbatsky

Robin Scherbatsky, özgürlüğüne düşkün bir karakterdir. Genç yaştan itibaren ailesinden uzakta yaşaması da bu özelliği doğrular. Kanada’dan New york’a tek başına gelmiştir. Aile bağları güçlü değildir. Babasının erkek çocuk arzusunu Robin üzerinden gerçekleştirmeye yönelik tavırları onun daha maskülen bir karaktere bürünmesine sebep olmuştur. Ayrıca bu yanlış tutumlar beraberinde bağlanma sorunlarını da getirmiştir. Ted ile ilişkisinin son bulma sebebi de, aslında ona bağlanmaktan korkmasıdır. Çünkü Ted geleneksel bir aşka yelken açmayı isterken, Robin geleneksel ilişkilerden çekinen biridir. Çocuk sahibi olma fikrine uzaklığının sebebi de budur. Robin’in en büyük psikolojik savaşı ise içsel çatışmalarıdır. Bir yandan kariyerine olan aşırı takıntılı tavrı ile kişisel istekleri ters düşmektedir. Fakat seçimi her zaman kariyerinden yana olmuştur. Zaman geçtikçe karakterimizin sert duvarlarının kırıldığını görüyoruz. Ancak mutlu bir aile kurma şansı elde edememiştir.
Tracy McConnell

Tracy McConnell (Cristin Milioti), dizinin son zamanlarına kadar ortaya çıkmamıştır. Şefkatli ve yaratıcı bir karakterdir. Geçmişte, nişanlısının vefatına tanık olmasının getirdiği bir duygusal boşluk yaşamıştır. Bu travmatik durumdan sonra uzun bir süre hayatına kimseyi alamamıştır. Fakat Ted ile oldukça uyumlu olduklarını söyleyebilirim. Henüz karakterimiz diziye girmeden önce ev arkadaşı vesilesiyle bu uyuma şahit olmuştuk. Tracy sevgiyle güçlenen biridir. Ted ile evlenirken de sadece aşkı değil sevgi temelli bir aileyi arzulamıştır. Sanata olan ilgisi hislerini dışa vurmasına vesile olmuştur. Dizinin sonunda Tracy’nin erken ölümü onun son derece kırılgan ve geç kalmış bir mutluluğu bulduğunu ortaya koyar. Ted’e yazdığı mektupta “her şeyin planlandığı gibi gittiğini” belirtmesi huzurlu bir duygu durumunda olduğuna işaret eder.
Kaynakça
“Duygusal Kaçış: Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Yolları”. Nirvana Sosyal Psikoloji, 06.12.2024, Web
İdil Salih. “Neden Onaylanmak İsteriz?”. Getheltia, 06.12.2024, Web
Kapak Görseli: ntv.com Web