Zihinsel sağlık konularının kamuoyunda daha fazla yer bulması, terapiye gitmenin utanç verici bir şey olmaktan çıkması ve psikolojik destek arayışının normalleşmesi elbette ki olumlu gelişmeler. Ancak bu güçlü olumlu dönüşümün yanı sıra, bir o kadar tehlikeli bir yüzeyselleşme de hızla yayılıyor: Ruhsal destek ve “kendini iyileştirme” alanı, bir tür tüketim ürününe dönüşmüş durumda.
Bugün sosyal medyada ya da herhangi bir dijital platformda, sadece 2-3 psikoloji kitabı okuyarak ya da 5-6 aylık bir eğitime katılarak “danışman“, “yaşam koçu” ya da “farkındalık rehberi” unvanlarıyla insanları yönlendiren, önerilerde bulunan hatta bazen dolaylı olarak tanı koymaya çalışan figürler ortaya çıkıyor. Bu yazıda, bu görünür yüzeyin altındaki etik sorunlara ve toplumsal etkilerine yakından baktık.
Terapiye Gitmek Normalleşti, Peki Ya Terapistlik?

Zihinsel sağlık hakkında konuşmak, duyguları açıkça ifade edebilmek ve yardım istemekten utanmamak… Tüm bunlar yıllarca tabulaştırılmış bir alan için büyük kazançlar. Ancak bu farkındalık artışı, beraberinde “herkes terapist olabilir” hissini de taşıyor. Psikoloji eğitimi almamış, etik kodlara bağlı olmayan, denetimsiz ve sorumluluk taşımayan kişiler, kendi deneyimlerini ya da genelgeçer kalıpları birer tedavi önerisi gibi sunuyor.
Gerçek bir terapi süreci; kuramsal bilgi, insan psikolojisi konusunda derin eğitim, etik ilkeler ve sürekli denetim gerektirir. Oysa sosyal medyada karşımıza çıkan “reel terapiler“, sadece sempatik bir sunum ve tekrar eden cümlelerle yüz binlerce kişiye ulaşıyor. Bu kadar yaygınlaşması bazı kişiler için gerçek profesyonel yardıma ulaşmanın önüne bile geçebiliyor. “Zaten oradan izliyorum, ihtiyacım yok.” ya da daha da tehlikelisi, “Orada duyduğum bilgilerle kendime yeterim.” fikri, uzman desteğine duyulan ihtiyacı azaltmak yerine geciktiriyor.
3 Kitap + 1 Kurs = Yaşam Koçu!

Birkaç psikoloji kitabı okumak, bireysel deneyim ya da online bir sertifika programından geçmek; elbette ki kişisel gelişim açısından faydalı olabilir. Ancak bunlar, başka bir insanı yönlendirme, rehberlik etme ya da ruhsal olarak destekleme yetkisi vermez.
Özellikle “yaşam koçluğu” gibi sınırları belirsiz alanlarda, kişisel deneyimlerin bilimsel bilgi yerine geçmesi ciddi bir tehlike yaratıyor. Psikolojik destek ile motivasyon arasındaki fark bulanıklaştığında bireyler yetersiz, boşa çaba harcamış ya da daha da kötü hissetmiş olarak bu sözde danışmanlık deneyiminden ayrılıyor.
Ayrıca bu kişiler, bireyin yaşadığı zorlukları kendi kişisel deneyimleri üzerinden anlamlandırmaya çalışıyor. Oysa kişiye özgü yaşam koşulları, psikolojik alt yapısı, travmaları ve duygu düzeyleri birbirinden tamamen farklıdır. Birine iyi gelen yöntem, diğerinde daha büyük bir yıkıma yol açabilir.
İyilik de Bir Tüketim Ürünü Oldu

“Anda kal, kendini sev, frekansını yükselt!” gibi sloganlar; ruhsal sağlığın reklam dillerine indirgenmesiyle ortaya çıkıyor. Bu cümleler kendi başlarına zararlı değildir. Ancak bu mesajlar, sanki kolayca ulaşılabilir ve pratik tariflerle iyileşme sağlanabilirmiş gibi sunulduğunda kişiler bir süre sonra kendilerinde bir sorun olduğuna daha da inanmaya başlar. “Bu kadar kolay olması lazımdı, ama ben yapamıyorum!” hissi, kişiyi daha da yetersizleştirir.
Özellikle “pozitiflik” temelli söylemlerin, çoğu zaman kişilerin acı deneyimlerini ya da zor duygularını bastırmasına neden olduğu görülüyor. Üzgün hissetmek, kaygı duymak ve bocalamak insan deneyiminin doğal parçalarıdır. Ancak bu duygulara yer bırakmayan bir “hep iyi hisset” baskısı, en nihayetinde ruhsal sağlığı daha da zedeleyebilir.
Ruhsal sağlık, sabır, çaba ve zaman ister. Gerçek değişim, kısa videolarda, 10 adımlık listelerde ve pozitiflik dayatmasında değil, zorlu içsel sorgulamalarda, kabulde ve dönüşümde yatar.
Etik mi, Etiket mi?

Yardım etme arzusuyla narsistik beslenme arasındaki sınır bazen çok incedir. Sosyal medyada takipçi kazanmak, seminer doldurmak ve online danışmanlık satmak gibi hedefler “yardımcı olma” niyetinin önüne geçebilir.
Psikolojik destek, sadece bilgiyle değil; sorumluluk, etik sınır bilinci ve insanın sınırlılığına dair bir kabul gerektirir. “Ben biliyorum.” cümlesiyle başlayan pek çok danışmanlık dili, aslında “Sen bilmiyorsun, ben seni düzelteceğim.” üzerinden kurulur. Oysa gerçek terapötik alan, iki insan arasındaki güvenli, yargısız ve eşit bir alandır.
Etik olanı, etiketle parlatılanından ayırabilmek için sadece anlatana değil, dinleyene de sorumluluk düşüyor. Okuyucu, izleyici ya da danışan konumunda olan bireylerin de bilgiye eleştirisel yaklaşması, sorgulaması ve gerektiğinde uzman ayrımı yapabilecek farkındalığa sahip olması gerekiyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaştı, ama her bilgiye çıplak bir doğruluk payesini vermek, bizi yanlış anlamalara daha da açık hale getiriyor.
Kaynakça
Tufekci, Zeynep. Twitter and Tear Gas: The Power and Fragility of Networked Protest. Yale University Press, 2017.
Illouz, Eva. Saving the Modern Soul: Therapy, Emotions, and the Culture of Self-Help. University of California Press, 2008.
Furedi, Frank. Therapy Culture: Cultivating Vulnerability in an Uncertain Age. Routledge, 2003.
Morozov, Evgeny. To Save Everything, Click Here: The Folly of Technological Solutionism. PublicAffairs, 2013.
American Psychological Association. “Ethical Principles of Psychologists and Code of Conduct.” APA, 2017.
Öne Çıkan Görsel: Adobe Stock