Hirokazu Kore-eda Sineması: Sıradan Hayatlarda Saklı Perdeler

Editör:
Günsu Akçatepe

Genellikle Japon Sinemasının günümüz Yasujiro Ozu‘su olarak görülen Hirokazu Kore-eda, geçtiğimiz yıllarda büyük ilgi gören eserleri ile farkını ortaya koymuş bulunmakta. Kariyerine belgesel yaparak başlayan Kore-eda, 25 yılı aşkın süredir film yönetmenliği yaparak, çocukları merkezine aldığı filmlerinde ‘aile’ temasını evrensel bir bakış açısı ve hümanist bir yaklaşım ile sık sık ele alıyor. Bunu yaparken sıradan ve toplumun içinden bireyler ile bireyin günlük yaşantısını, içsel dünyasını, basit sevinçleri en sade haliyle beyaz perdeye yansıtmayı başarıyor.

“Sıradan hayatı değerli bulmayı öğrendim. Ve hâlâ onu resmetme arzusundayım.”

2018 yılında Shoplifters adlı filmi ile Altın Palmiye ödülü alan usta yönetmen, 20 yılın ardından Japon Sinemasına Altın Palmiye kazandırmış ve başarısını küresel olarak ispatlamıştı. Geçtiğimiz yıl ise 76.’sı düzenlenen Cannes Film Festivalinde yönetmenliğini yaptığı Monster filmi ile Kuir Palmiye ve En İyi Senaryo dallarında ödül almış, tekrardan dikkatleri üzerine çekmişti. Kore-eda’nın başarısını şekillendiren bu ‘aile’ temasına ve sinemasındaki duygusal yolculuğa gelin yakından göz atalım.

Altın Palmiye ile Kore eda

Kore-eda’nın Lensinden ‘Aile’

Kore-eda, Japon kültüründe önemli yer alan aile kavramını paha biçilmez bulmasının yanı sıra, bu kavramın meşakkatli bir yönünün olduğunu öne sürüyor ve her iki yönünü de ele alan filmler yapmayı amaçlıyor. Sıradan aile yaşantıları üzerinden, seyirciyi insanlığın gerçek doğasına yaklaştırıyor ve hayatın içindeki toplumsal zorlukları açığa çıkarıyor. Öte yandan aileyi bağlayan şeyin “kan bağı mı, yoksa sevgi mi?” olduğunu sorguluyor yönetmen.

Örneğin, Cannes Jüri Ödüllü Like Father, Like Son (2013) filmi, başarılı bir iş adamı olan Ryota‘nın, oğullarının bir hastanede doğum esnasında yanlışlıkla mütevazı bir ailenin oğulları ile karıştırıldığını öğrenmesini konu edinmektedir. Film, biyolojik bağlar ve aile sevgisi dinamiğini incelerken, sosyal sınıf farklılıklarına, toplumsal beklentilere ve aile rollerine odaklanıyor. Ek olarak Kore-eda’nın özgün anlatım tarzı ve karakter odaklı yaklaşımı, izleyiciyi film boyunca düşündürürken, duygusal bir serüvene davet ediyor.

Like Father Like Son

Bir başka örnek verecek olursak, yönetmenin, senaryosunu gerçek hayatta yaşanan çeşitli olaylardan esinlenerek yazdığı ödüllü Shoplifters (2018) filmi, geçimini hırsızlık yaparak sağlayan bir aileyi konu alıyor. İzlemesi keyifli ancak hikâyesinin arka planı oldukça derin olan bu filmin ilerleyen dakikalarında, aslında aile bireylerinin arasında herhangi bir kan bağı olmadığını görüyoruz. Buna rağmen, birliktelik duygularıyla birbirlerine şefkatle yaklaşan aile, Kore-eda’nın usta anlatımı ve oyunculuk performanslarıyla, kan bağına dayalı aile anlayışının dışında da güçlü ve anlamlı bağlara sahip olunabileceği mesajını veriyor. Üstelik filmde alt sınıf bir ailenin konu alınması, aynı zamanda modern toplumdaki alt sınıf insanların hayatta kalma mücadelesini bize dokunaklı bir şekilde tasvir ediyor.

Shoplifters

Öyle ki, usta yönetmen için evrensel bir perspektif, büyük tutkulardan biridir. Aile kavramı ise onun gözünde bağlılık ve sevgi üzerine kuruludur; geleneksel aile normlarına meydan okur, aileyi biyolojik bağlarla sınırlamaz. Bu anlayışa evrensel bakış açısıyla yaklaşıp sıradan hayatların karmaşıklığını ve güzelliklerini etkileyici bir şekilde ortaya çıkararak, bizleri gerçekler ile yüzleştirir.

Dokunaklı Hikâyelerin Ardındaki Basit Rutinler

Hirokazu Kore eda

Yönetmenin bir diğer tutkusu ise sıradanlık estetiğidir. Hayatın günlük rutinlerinin kıymetli olduğunu ve asıl ‘güzelliklerin’ o rutinlerde saklı olduğunu ileri sürüyor. Örneğin, bir çocuğa ebeveynleri tarafından yaptırılan banyosu, akşamları ailecek oturulan yemek masaları ya da basitçe bir ablanın kardeşiyle erik şarabı hakkında sohbeti… Kore-eda, sıradan rutinlerin ayrıntılarını incelikli bir şekilde tasvir etmenin kendisi için önemli olduğunu ifade eder. Çünkü aslında altta yatan mesele bir yemek masasında oturmak veya bir banyo değil, bu rutinlerde saklı güçlü bağlardır. Bu nedenle, diyalogları minimumda tutarak dikkati karakterler arasındaki etkileşime ve sessiz bakışmalara çeker.

Bu yaklaşım, seyirciyi olayların ötesine geçmeye, karakterlerin iç dünyalarına derinlemesine nüfuz etmeye yönlendirir. Kore-eda’nın, bu sahneleri böylesine çarpıcı bir şekilde yansıtmasının sinematik dehasından kaynaklandığını açıkça ifade edebiliriz. Yavaş tempolu sahneler eşliğinde gerçekleşen o sessiz bakışmalar, sözsüz bir şekilde ifade edilen duygusal bağları zenginleştirir ve bizleri derin bir düşünceye davet eder. Yönetmenin sinemasındaki bu özellik, sadece görsel bir şölen sunmakla kalmaz, aynı zamanda sıradan anların derinliklerine dokunarak seyirciyi etkileyici bir deneyime yönlendirir.

Gerçek ile Kurmaca Arasındaki İnce Çizgi

Başta da belirttiğimiz gibi, mesleğe belgesel yaparak başlayan Kore-eda’nın televizyondaki çalışma deneyimleri, kendi filmlerinde belgesel gerçekçiliği ile kurgusal hayal gücünü birleştirme isteği uyandırdı. Bu süreçte, insan etkileşimlerinin inceliklerini yakalama becerilerini geliştirdiğini dile getiriyor. Üstelik kendisini daha çok hayatın bir belgeselcisi olarak tanımlayan Kore-eda, dram ve belgesel kavramlarının farkını, bir belgesel yapımcısının “dünyayı olduğu gibi kabul etme” tutumu ile bir dram yapımcısının bu dünyayı bütünlük içinde bir anlatı deneyimine dönüştürme arzusu arasında buluyor. Bu nüansı vurgulayarak, iki unsuru da bir araya getirmeyi ve aralarındaki dengeyi yakalamayı amaçlıyor.

Bahsi geçen dengenin yönetmenin her yeni projesinde farklılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Senaryo her zaman yapımı yönlendirirken, Kore-eda’nın eserlerinde senaryo esneklik ve değişikliklere açıktır. Yönetmenin, film çekim sürecinde sette oyuncularla çalışıp onların kişiliklerini gözlemlerken, senaryoyu yeniden ele alma gereği duyduğu birçok zaman olmuştur. Ona göre film, kurgusal senaryonun, oyuncuların gerçek yaşamlarına ve performans sergiledikleri ortama adapte edilmesiyle evrim geçiren canlı bir varlıktır. Fakat çocuk oyuncularla çalışırken, genellikle senaryolu performansları değil, gerçekçi bir yaklaşımı destekleyerek kendilerini içten ve doğal bir şekilde ifade etmelerine olanak tanır. Bu yaklaşım, izleyiciye dokunaklı anlar ve gerçek duygular sunar.

Kore-eda kendi oluşturduğu diyalogları kullanmak yerine, çocukları dinleyerek onların dilini filme dâhil etmeye çalışır. Hikâyesi gerçek hayata dayanan, anneleri tarafından terk edilen dört kardeşin karşılaştığı dramatik olayları konu alan Nobody Knows (2004) filminde, Kore-eda çocuklara bir senaryo vermektense onlara fısıldayarak talimat verdiğini söylemiştir. Dahası, çekim esnasında haftalarca süren bir aradan sonra çocuklar tekrar sete döndüklerinde, onlardan filmin geçtiği daireyle ilgili hatırladıklarını resmedip yazmalarını istemiş ve sonrasında bunları senaryosunda değişiklikler yapmak için ilham kaynağı olarak kullanmıştır.

Nobody Knows

Toplumun genellikle göz ardı ettiği çocuklara, yapım aşamasında kulak verip onları dinleyerek bir eser yaratmakla aslında Kore-eda’nın birçok şey ifade ettiğini söyleyebiliriz. Film, yetişkinlerin çocukların hayatlarına etkilerini çarpıcı bir şekilde yansıtarak, çocukların duygusal tepkilerini ve zorluklarla başa çıkma çabalarını anlamamız için bir pencere açar. Bu doğrultuda, film, yetişkinler ve çocuklar arasındaki kopukluğa ve çocukların yaşadıkları zorluklara duyarlılık oluşturarak toplumsal bir eleştiri sunar. Kore-eda’nın benzer sorunları ele alan bir diğer eseri ise, senaristliğini Yuji Sakamoto‘nun yaptığı son filmi olan ve büyük ses getiren Monster (2023) ‘dır. Bu sefer iki kuir çocuğu konu edinen bu film, hikâyeyi bir anne, bir öğretmen ve bir de çocuk olacak şekilde üç farklı perspektif ile ele alarak bizi derin ve anlaması zor üç bölümden oluşan bir yolculuğa çıkarıyor. Filmin iki ana kahramanı Minato ve Yori’nin tekrar tekrar söylediği “Canavar kim?” şarkısıyla her bölüm, gizemli ve gerilim dolu bir duygu ortaya koyuyor. Perspektif değiştikçe ve nihayetinde Minato’nun perspektifi seyirciye, yani biz yetişkinlere gösterildiğinde, ancak o zaman olaylara bir anlam verebiliyoruz. Kore-eda’nın neredeyse her filminde olan yetişkinler ve çocuklar arasındaki kopukluk, Monster (2023) filminde hikâyeyi farklı perspektifler ile anlatarak daha da artıyor ve bize oldukça sancılı, bir o kadar da gerçek bir deneyim sunuyor.

Monster

Anlaşılabileceği üzere, Kore-eda’nın sinema evreni, geniş bir çocuk ve aile yelpazesiyle donatılmış büyük bir dünyayı içerir. Bu dünyayı çocukların gözünden tasvir etmeye çalışarak, gerek çocukların, gerek yetişkinlerin gerekse bir aile bütünlüğünün karşılaştığı zorlukları her açıdan yansıtmayı dener. Nitekim, çocukların bakış açısından gelen masumiyet ve yetişkinlerin karmaşık dünyası arasındaki dengeyi ustaca anlatımıyla oldukça başarılı bir şekilde beyaz perdeye yansıtmıştır. Bu sayede bizleri karakterlerin iç dünyasına çekerek empati duygularımızı güçlendirmiştir. Umarız Kore-eda, gelecekte de yaşamın gerçeklerini konu edinen filmler ile bizleri farklı hayatların derinliklerine gerçekleştireceğimiz daha fazla serüvene davet eder.

Kaynakça:

  • Kore-eda, Hirokazu. Biyografi. IMDb. Web.
  • Bradshaw, Peter. “Hirokazu Kore-eda: ‘They Compare Me to Ozu. But I’m More like Ken Loach’.” The Guardian. Web. 20.02.2024
  • Connellan, Shannon. “‘Monster’ Review: Hirokazu Kore-eda Will Change Your Perspective in Three Acts.” Mashable. Web. 20.02.2024
  • “Hirokazu Kore-eda: “I’ve Learned to Value Ordinary Life. And I Still Have a Wish to Portray That.”.” Medium. Web. 20.02.2024
  • Yamada, Marc. (2016) “Between Documentary and Fiction: The Films of Kore-Eda Hirokazu.” Journal of Religion & Film: Vol. 20: Iss. 3, Article 13.
  • Hodson, Richard. (2013) “Koreeda’s Nobody Knows:The Structure of a Fictional Documentary.” Nagasaki Prefectural University Academic Repository.
Şevval Kocabıyık
Şevval Kocabıyık
English Language and Literature

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks