30 yılı aşkın süredir 100’den fazla filmi ve dizileriyle seyircisini büyülüyor yetenekli İngiliz aktris Helena Bonham Carter. Çok yönlülüğe sahip, İngiltere’nin en iyi ve en başarılı oyuncularından biri. Gotik ve histerik rollerin kraliçesinin bu uzun kariyerini ve geniş oyunculuk yelpazesinden en iyi parçaları sizin için bir araya getirdik. Keyifli okumalar!
Helena Bonham Carter, 26 Mayıs 1966’da, Golders Green, Londra’da dünyaya geldi. Göründüğü ilk sinema filmi, 1986’da gösterime giren, Lady Jane oldu. Çıkış yaptığı performansı ise, Lady Jane’den sonra çekilen ancak önce gösterime giren, A Room with a View adlı filmdi. Resmi olarak hiçbir oyunculuk eğitimi almayan Bonham Carter’ın oyunculuğa girmesi ulusal bir yazı yarışmasını kazanmasıyla gerçekleşti ve kazandığı parayı oyuncuların Spotlight rehberine girmek için kullandı. Cannes Film Festivali juriliğinden Oscar, Bafta, Emmy, Golden Globe gibi ödül adaylıklarına kadar kariyerinde oldukça yüksek bir ivmeye sahip. Kariyeri boyunca canlandırdığı karakterler hep birbirinden çok farklıydı, karakterlerini dönüştürmedeki ve derinleştirmedeki ustalığıyla her birini ikonikleştirdi. Farklı tarzı, kişiliği, üretkenliği, sinemaya katkıları ve yeteneğiyle sektörde her zaman saygı duyulan biri haline geldi.
Oyuncunun belki de en dikkat çekici özelliklerinden biri sesini ve aksanını kusursuz şekilde kullanabilmesi. Bu sayede sadece ses olarak da bir sürü film ve televizyon dizisi karakterine görünmeden can verdi. Kariyerinde birçok kez gerçek hayattan karakterlerler canlandıran Helena Bonham Carter, her biri için detaylı bir çalışma süreci geçiriyor ve canlandıracağı karaktere girmeden önce onun en ufak nüanslarını bile yakalamaya çalışıyor. Bu da seyirci olarak inandırıcılık açısından tamamen pürüzsüz bir seyir zevki sunuyor.
“Hayatta her şeyin sanat olduğunu düşünüyorum. Ne yaptığın, nasıl giyindiğin, birini nasıl sevdiğin ve nasıl konuştuğun. Gülüşün ve kişiliğin. İnandığın şeyler ve tüm hayallerin. Çayını nasıl içtiğin, evini nasıl dekore ettiğin veya partilediğin. Alışveriş listen, pişirdiğin yemekler, el yazının nasıl göründüğü ve nasıl hissettiğin. Hayat sanattır.”
Gelin Helena Bonham Carter’ın sinema dünyasına bıraktığı sağlam ayak izlerinin birkaçının üstünden bir defa da birlikte geçelim.
Burton and Taylor (2013)
Bu efsanevi çift Richard Burton ve Elizabeth Taylor hakkında bir BBC filmi, film yıldızların erken dönem şevkini, skandalını ve coşkusunu yeniden üretmeye çalışmıyor. Bunun yerine, başrol oyuncuları Dominic West ve Helena Bonham Carter, ikinci kez boşandıktan yedi yıl sonra Burton ve Taylor arasında kalan yıpranmış bağları ve sürtüşmeleri keşfediyor. Sonuç şaşırtıcı derecede ilginç, eğlenceli ve hatta bazen oldukça etkileyici.
Richard Laxton‘ın yönettiği ve Dominic West ile Helena Bonham Carter’ın başrollerinde iki mükemmel performans sergilediği Burton and Taylor, aynı anda birbirini seven ve nefret eden iki Hollywood harikası arasındaki dinamiğin özüne iniyor. Etkileşimlerinde West ve Carter’ın kolaylıkla yakaladıkları bir kimya var. Bonham Carter’ın nefes kesici, cıvıl cıvıl sesi Taylor’ı zaman zaman ürkütücü bir şekilde anımsatıyor. Kökleri gerçeklere dayanan, ama aynı zamanda canı istediğinde onlardan kurtulan Burton and Taylor, oldukça mutsuz bir kitabın bir tür son sözü, iki sevgili arasındaki son karşılaşma olarak tanımlanmış bir misyona sahip.
Conversations with Other Women (2005)
Manhattan’da bir otelde düğündeyiz. Bir erkek ve bir kadın tanışır. İkisi de evli ama eşleri düğünde yok. 30’lu yaşlarının sonundaki iki kişi, kimliği yalnızca Erkek olarak tanımlanan smokinli bir düğün konuğu ve yalnızca Kadın olarak bilinen bir nedime, bütün gece süren bir konuşma başlatır. Onlar yabancı mı? Yıllar öncesinden birbirlerini tanıyorlar ya da tanıdıklarını mı düşünüyorlar? Bir zamanlar birbirlerini tanıdıkları halde birbirlerini unutmuş gibi mi davranıyorlar?
Gabrielle Zevin‘in yazdığı ve Hans Canosa‘nın yönettiği Conversations With Other Women, yetişkinliğin kaçınılmaz değişimleri üzerine acı-tatlı bir film. Kaybolan fırsatlar ve yerine getirilmemiş beklentiler konusundaki pişmanlıklarını hayatın gerçeğiyle uzlaştırmanın yollarını arayan iki yetişkinin esprili bir fikir tartışması maçı. Aaron Eckhart ve Helena Bonham Carter, iki kişilik bir filmdeki cesur oyuncular olarak alaydan samimiyete, yakınlıktan duygusal geri çekilmeye zarif ve doğal bir şekilde geçiş yapıyorlar.
Dark Shadows (2012)
1960’lı yılların popüler gotik-gerilim dizisinden uyarlanan film, zengin ve çapkın vampir Barnabas Collins‘in cadılar, hayaletler ve canavarlarla dolu karanlık dünyasını anlatıyor. 200 yıl boyunca yer altına hapsedilmiş bir vampir olan Barnabas’ın evine geri dönüşünü ve aşkının karşılığını alamayınca onu hapseden cadı Angelique Bouchard ile olan azılı mücadelisini izliyoruz.
Tim Burton kendine has gotik havasını 70’li yılların renkli sanat yönetimi olarak harmanlayıp, seyirciye görsel bir ziyafet sunuyor. Tim Burton, Johnny Depp ve Helena Bonham Carter ortaklığının ürünü olan projede yönetmenin favori oyuncularından olan Eva Green, Michelle Pfeiffer ve Jackie Earle Haley‘de göze çarpan diğer isimler. Filmin en tuhaf ve en komik olanı, Helena Bonham Carter’ın canlandırdığı, David’in annesinin kaybıyla yüzleşmesine yardımcı olmak için ailenin tuttuğu “yatılı” psikiyatr Dr. Julia Hoffman.
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007)
Sweeney Todd İngiltere’de berberlik yaparak yaşamını sürdüren, çok güzel bir eşi olan, hayata umutla bakan bir adamdır. Fakat kasabanın önde gelenlerinden birinin güzel eşinde gözü vardır. Yersiz bir suçlama ile hapse atılır ve ardından sürgüne gönderilir. Hayatı darmadağan olan Sweeney Todd kurtulup geri dönmek ve intikam almak için yemin eder. Yıllar sonra geri geldiğinde her şey çok değişmiştir fakat onu hatıralar içerisinde sabırla bekleyen biri vardır; Mrs. Lovett.
Film Helena Bonham Carter, Johnny Depp ve Alan Rickman‘ın gotik performansları, Dante Ferretti‘nin kara kara düşündüren prodüksiyon tasarımı, Dariusz Wolski‘nin sinematografisi ve Tim Burton’ın büyülü yönetmenliği ile büyük bir uyum içinde işliyor. Helena Bonham Carter korkunç ve tuhaf karakterine solgun, uykusuz bir canlılık getiriyor. Müzikal türünde olan filmde Carter, birbirinden farklı şarkılar söylerken sesini dönüştürmedeki yeteneğine bir kez daha şahit oluyoruz. Film, Golden Globe‘da En İyi Müzikal Komedi ödülü, Oscar‘da En İyi Sanat Yönetmenliği ödülünü kazandı.
Ocean’s 8 (2018)
Danny Ocean’ın kız kardeşi Debbie, 5 yıl süren bir hapis döneminden sonra yine akıllanmaz ve eski “ihtişamlı” günlerine geri dönmeyi ister. New York City’de düzenlenecek olan MET Ball gala gecesinde Daphne Kluger’a Cartier tarafından “ödünç verilmiş” 150 milyon dolarlık gerdanlığını çalmayı planlar ve bunun için de Lou, Rose Weil, Nine Ball, Tammy, Amita ve Constance ile tamamı kadınlardan oluşan bir çete kurar.
Popüler olduğu günleri geride bırakmış, histerik bir moda tasarımcısı Rose Weil’i canlandıran Helena Bonham Carter, bu sefer sarı saçları ve fransızcasıyla çıkıyor karşımıza. Ocean’s 8 tamamı kadınlardan oluşan bir yıldız kadrosuyla övünüyor. Carter’la birlikte Sandra Bullock, Cate Blanchett, Mindy Kaling, Sarah Paulson ve Rihanna‘nın bulunduğu etkileyici ve çeşitli bir oyuncu kadrosuna liderlik ediyor. Bir grup kadının zekalarını, kurnazlıklarını ve dostluklarını izliyoruz. Filmin güçlü kadın kadrosundaki her performansı izlemek bir zevk, ama özellikle Hathaway’in kendi yansımasıyla olan tüyler ürpertici aşk ilişkisi ve Bonham Carter’ın yumuşak İrlanda aksanı bir adım önde.
Alice in Wonderland (2010)
Alice Harikalar Diyarı, yeniden çevriminde güçlü kız imajı baz alınarak Tim Burton tarafından seyircinin karşısına çıkarılıyor. Linda Woolverton’ın çocuk romanından uyarlanan yapım 17 yaşındaki Alice’in sosyeteye tanıtım partisinde beyaz bir tavşanı takip ederek kendini harikalar diyarında bulmasıyla başlıyor. Aslında 10 sene öncesinde de ziyaret ettiği yeri ikinci ziyaretinde hatırlamıyor bile.
Hepimizin bildiği bu masalın kötü kalpli kırmızı kraliçesi olarak izliyoruz bu sefer Helena Bonham Carter’ı. Rölüyle adeta bütünleşmiş olan Carter, absürt saç, makyaj ve kostümüyle Red Queen olarak üst düzey bir seyir zevki sunuyor. Onun yaptığı şey Tim Burton dünyasına uyum sağlamak değil, bu dünyanın bir parçası haline gelmek.
Les Misérables (2012)
Victor Hugo‘nun onlarca yıllık insan avı, sosyal eşitsizlik, aile parçalanması, adaletsizlik ve kefaret hakkındaki anıtsal 1862 romanı, müzikal hayatına 1980’de sahnede başladı ve o zamandan beri ortalıkta dolaşıyor. Ancak yönetmen Tom Hooper, teatral fanteziyi, 19. yüzyılın başlarında Fransa’daki varoluşun zorluklarıyla ilgili olmaktan çok, güçlü bir şekilde duygulanan ve içten içe şarkı söyleyen oyuncularla ilgili bir şeye dönüştürüyor. Fransız Devrimi’nin arifesinde geçen hikaye, ihtilalin her iki tarafının da yüzünü gözler önüne seriyor.
Madame Thénardier karakterini canlandıran Helena Bonham Carter, Sacha Baron Cohen ile birlikte klasik müzikal Les Misérables’ın 2012 film versiyonunda cürretkâr, intikam düşkünü ve yaramaz bir performans sergiliyor. Hem filmde hem de ilgili film müziğinde “Master of the House” şarkısının canlı bir versiyonunu söyleyerek büyük bir beğeni topladılar.
Big Fish (2003)
Klasik bir baba-oğul hikayesinin sembolik öğeler, metaforik anlatımlar ve Tim Burton’ın kelimenin tam anlamıyla büyülü atmosferiyle harmanlamasıyla meydana gelen Big Fish, her yaştan izleyicinin kendinden bir şeyler bulabileceği muhteşem bir görsel şölen. Ününü üzerine inşa ettiği tuhaf yerlerdeki gotik aşk hikayeleriyle tamamen çelişiyor gibi görünen, ancak aynı zamanda onu doyuracak çılgınlığa biraz korkutucu bir bakış sunan Tim Burton filmi.
Helena Bonham Carter bu filmde de çok benzersiz bir rol sağlıyor. Mistik ve zarif güzelliği filme mükemmel bir şekilde uyuyor. İki farklı karaktere can veren Carter, bir yandan harika bir makyaj yardımıyla geleceği gören korkunç bir cadıya bürünürken, diğer yandan kısa sarı saçları ve çiçekli elbiseleriyle Jenny oluveriyor. Birbirinden zıt iki karaktere aynı anda hayat vererek Helena Bonham Carter bir kez daha yeteneğiyle şov yapıyor.
The King’s Speech (2010)
David Seidler tarafından yazılan ve Tom Hooper tarafından yönetilen The King’s Speech, içe dönük kekeme Kral VI. George‘a odaklanıyor. Yardıma muhtaç hükümdar rolünde Colin Firth, parıldayan konuşma koçu rolünde Geoffrey Rush ve kendi züppeliğinin üstesinden gelerek Logue’dan yardım istemek durumunda kalan Kraliçe rolünde Helena Bonham Carter, filmin dinamiğini kendi aralarında kusursuz bir şekilde sağlıyorlar.
Helena Bonham Carter’ı çılgın ve gotik kadın rollerinin dışında, kraliyet ailesinin en önemli parçalarından biri olarak, oldukça destekleyici ve sakin bir rolde görüyoruz bu sefer. Kraliçe Elizabeth rolu ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Bafta kazanan Carter, Oscar dahil birçok ödüle de adaylık aldı.
Fight Club (1999)
Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır…gel gelelim Helena Bonham Carter’ın herkesler tarafından en çok bilinen filmi olan Fight Club‘a. Jack, kanserli olmadığı halde, uykusuzluğunu yenmek ve hayatına anlam katmak adına, kanserlilere moral destek sağlayan terapi gruplarına katılır. Orada, Marla Singer adlı bir kızla garip bir yakınlık kurar. Hepimizin konusuna ve de içeriğine hakim olduğumuz Fight Club’da Helena Bonham Carter, Marla Singer karakteri ile ikonikleşmiştir.
Carter, Singer’ın yoğun rolünü kusursuz bir şekilde anladı ve bu kariyerinin en özgün performanslarından biri olarak kültleşti. Oyuncu, Marla Singer rolüne girerken, Hollywood ikonu Judy Garland ve kariyerini büyük ölçüde etkileyen uyuşturucu/alkol bağımlılığını araştırdığını, karakteri kurarken büyük ölçüde Garland’dan ilerlediğini söylüyor.
“Sadece ‘Büyük bir yürekle oynamalıyım’ dedim. Marla’nın bir kalbi olması gerekiyordu, yoksa sadece bir kabus olurdu. Kendi kendime bunun için konuşuyordum.” diyen Carter, Marla Singer’ın baş döndürücü karmaşık kasırgasını ustalıkla somutlaştırdı ve bugün onun yerine bir başkasını hayal etmek imkansız.
Helena Bonham Carter, kariyeri söz konusu oduğunda her türlü işin ender bir ustasıdır. CBS News’e göre 2011’de kendisine bir kraliyet unvanı verildi ve bunun yanı sıra Netflix‘in The Crown‘ında kraliyet ailesinin deli fişek prensesi Margaret’a hayat verdi. Tim Burton klasiklerinde sahip olduğu sevilen rollerinden korkunç derecede dengesiz Slytherin üyesi Bellatrix Lestrange‘e kadar sonsuz bir kataloğu var. Listemizde yer alanlar bu akıl almaz derecede geniş filmografinin çeyreği bile değil, fakat ışıldayan parçaları. Her biri, Carter’ın eksantrik, gotik ve karanlık karakterlere olan sevgisini ortaya koyuyor.














