Leyla Erbil

Türk edebiyatının en özgün kalemlerinden biri olan Leyla Erbil, 1931 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Genç yaşlarda yazmaya başlamıştır. Hayatı boyunca kalıpların dışına çıkan bir edebi duruş sergileyen ve üniversite eğitimini yarıda bırakarak evlenen Erbil, bir süre farklı işlerde çalışmıştır. 1956’da yayımlanan ilk öyküsüyle edebiyat dünyasına adım attıktan sonra 1960 yılında çıkan Hallaç adlı kitabıyla dikkatleri üzerine çekmiştir.
Leyla Erbil’in yazın dünyasında en dikkat çeken yönü, dil ve biçimle kurduğu cesur ilişkidir. Hikâye anlatmanın sınırlarını zorlayan anlatımı, toplumsal sorunlara duyarlı yaklaşımıyla birleşince onu çağdaşlarından ayıran bir yazar haline getirmiştir. Ödül almayı reddederek edebiyatı bir yarış değil, bir duruş olarak görmüştür. Leyla Erbil için bu olay hayatında bir dönüm noktasıdır. Yazarlık hayatı boyunca her türlü otoriteye ve dogmaya karşı duran Erbil, ödül mekanizmalarının ardındaki güç ilişkilerine de mesafeli yaklaşır. Bu nedenle eserlerini hiçbir yarışmaya göndermemeye karar verir ve kitaplarının başına özellikle “Bu kitap hiçbir yarışmaya katılmamıştır,” notunu ekletir. Ancak bu duruşundan yalnızca bir istisna yapar: 1995’te bombalı bir saldırı sonucu kaybettiği yakın dostu Onat Kutlar’ın anısına düzenlenen Onat Kutlar Anlatı Ödülü jüri üyeliğini kabul eder. Böylece, dostuna olan vefasını bu anlamlı görevle gösterir. Erbil, geride bıraktığı eserlerle sadece edebiyatımıza değil, düşünce dünyamıza da derin izler bırakmıştır.
Ahmed Arif

Ahmed Arif, 1927’de Diyarbakır’da doğmuş, çocukluğundan itibaren şiire ilgi duymuştur. Lise yıllarında yayımlanan ilk şiirinden itibaren, hayatı boyunca toplumcu gerçekçilik çizgisinde üretmiş, siyasal baskılara rağmen sözünü esirgememiştir. Ankara Üniversitesinde felsefe eğitimi görürken iki kez tutuklanmış, toplam otuz sekiz ay hapis yatmıştır. Hapisteyken babasını kaybeden Arif, serbest kaldıktan sonra gazetecilik yapmış, şiirleri birçok dergide yer almıştır. 1968 yılında yayımlanan Hasretinden Prangalar Eskittim, hem onun ilk hem de tek şiir kitabı olmuş, edebiyatımızda büyük bir etki yaratmıştır.
Şiirlerinde Anadolu coğrafyasını, halk kültürünü, aşkı, özlemi ve toplumsal mücadeleyi samimi ve güçlü bir dille işler. Doğup büyüdüğü coğrafyanın etkisi, doğa betimlemeleriyle şiirlerine yansır. Redif, kafiye ve tekrarlarla müzikalite kurarak pek çok şiirinin bestelenmesine de önayak olmuştur. Sanatında ideolojisini estetikle dengelemiş, vaaz veren değil içten anlatan bir şair olmuştur. Ölümünden sonra yayımlanan mektupları ve Yurdum Benim Şahdamarım adlı ikinci şiir kitabı taslağı, onun edebi mirasını daha da derinleştirmiştir.,
Hayatın İçinden Geçen Anılar

Leyla Erbil ve Ahmed Arif‘in ilişkisi, Türk edebiyatının en duygusal ve derin bağlarından biridir. 1950’lerin başında, iki yazar arasında başlayan mektuplaşmalar, zamanla dostluk ve Arif’in karşılıksız bir aşkını yansıtan bir hale gelir. Ahmed Arif, Leyla Erbil’e olan aşkını açıkça ifade eder ve onu hiç unutmadan, 1954-1959 yılları arasında yazdığı mektuplarda sevdayla anlatır. Mektuplarında sadece aşkını dile getirmekle kalmaz, aynı zamanda dönemin toplumsal ve edebî meselelerine de değinir. Arif, sanatını besleyen kaynağı, içindeki bu büyük aşkta bulur ve bu duyguları kalbinde büyütür.
Mektupların Dili ve Aşkın İfadesi

Leyla Erbil, Arif’in duygularına karşılık vermez. Onun için Arif, dostluğundan öteye gitmeyen bir insandır. Arif, bu karşılıksız aşka rağmen, ona olan sevgisini ve bağlılığını asla yitirmez. Leyla Erbil, evlendikten sonra bile Arif’e karşı dostça yaklaşır ancak bu ilişkinin sınırlarını aşmaz. Arif, yazdığı mektuplarda bazen sitem eder, bazen de en güzel şiirlerini sadece Erbil için yazar. Her seferinde bir umudu yeniden yeşertmek için şansını tekrar tekrar dener. Arif’in mektuplarında, bu aşkın yoğunluğu ve içindeki çaresizlik net bir şekilde görülür. Arif, Leyla Erbil’e olan duygularını açıkça ifade ederken, karşılık bulamamak onun için bir türlü aşamayacağı bir engel haline gelir. 1977’de yazdığı son mektubuyla, aşkını sonlandırır ve Arif, bu mektuplarını bitirerek duygusal bağını sonlandırmış olur. Bir mektubunda şöyle yazar:
“Nicesin gene? Beyninde mi, yüreğinde mi, başka bir yerinde mi, nerende ise o İNAT yönünü yaratan dokuları öpmek isterim. Evrende seni, özler seni isterim. Başkaca hiç. Ne taktığım, ne de vurulacağım bir nen yok. Seni. Sade seni…”
Arif’in bu satırları, sevdiği kadına duyduğu derin özlemi ve aşkını yansıtır. Ancak yalnızca karşılıksız bir aşkla kalmaz, aynı zamanda Leyla Erbil’in her anında onun yanında olamayışını da anlatır. Arif, hayalini bile olsa, Leyla’yı her zaman yanında hissetmek ister. Bir başka mektubunda ise şöyle der:
“Bak, yanında ben varım. Seninle olduktan sonra yapamayacağım ne vardır? Önce kendine inan, kendini sev, sonra bana bel ver, bana yaslan, bak yaşaman nasıl asli cevherini gösterecek. Üzme hiç kendini, ölürüm sonra. Ölmek hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, sıcak, dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek, acı da olsa katlanılır. Ama senin bu bedbin halini görmek… İşte mesele burada.”
Leyla Erbil’in Perspektifi: Dostluktan Aşkın Sınırlarına

Leyla Erbil, Arif‘in yazdığı mektupları ve şiirleri edebiyatına yansıtarak, hem bu ilişkiyi hem de Arif’in duygusal dünyasını eserlerine taşır. Erbil’in bazı metinlerinde, özellikle “Mektup Aşkları” gibi eserlerinde, Arif’e ve ona olan bu derin sevdaya göndermeler yer alır. Ahmed Arif’in aşkı, edebiyatın her alanında, şiirlerinde ve mektuplarında kendini gösterirken; Leyla Erbil, onun bu duygusal mirasını hep saygı ve derinlikle anmıştır.
Bu karşılıksız aşk, sadece Arif’in şiirlerinde değil, onun yazınsal mirasında da güçlü bir şekilde yer edinmiştir. Arif, “Leylim Leylim” dediği Leyla Erbil için yazdığı şiirleriyle, onun varlığını edebiyat dünyasında sonsuza kadar yaşatmıştır. Bu ilişki, hem bir dostluk hem de karşılıksız bir aşk olarak Türk edebiyatının unutulmaz anılarından biri olmuştur.
Kaynakça:


