İlişkiler, hayatımızda sandığımızdan daha çok bizi yansıtır. Aldığımız her karar, hissettiğimiz her hissin aslında bir anlamı vardır. İnsanın kendini arayışı çoğu zaman içe dönük, yalnız bir süreç olarak düşünülür. Oysa insan, kendini en derin biçimde yalnızken değil, bir başkasıyla temas ettiğinde tanır. Bir dostla tartışırken, bir sevgiliye kırılırken, bir yabancının sözü içimize dokunduğunda, içimizde kendimizin bile görmediği yanlar yüzeye çıkar.
Aslında her ilişki, kendimizi aramanın bir farklı biçimidir. Sevdiğimizde, bağ kurduğumuzda, kırıldığımızda ya da uzaklaştığımızda; bütün bu duygular, kendi iç dünyamızla kurduğumuz ilişkinin dışavurumudur. Birine yaklaşırken, içimizdeki bir parçamıza yaklaşırız. Birinden kaçarken, aslında geçmişimizin bir yankısından uzaklaşmaya çalışırız.
Hayat, yaşanmışlıklarla yaşanacaklar arasında gidip gelen bir arayıştır. Bazen bir ilişkide bulduğumuzu sandığımız şey, çocukluğumuzda eksik kalan bir duygudur. Bazen de karşımızdaki kişi, farkında olmadan geçmişimizden eski bir yarayı hatırlatır. Bu yüzden ilişkilerde yaşanan çatışmalar, yalnızda iki kişi arasındaki gerilimler değil; her biri görünmez bir şekilde “ben kimim?” sorusunun yankısıdır.
Psikanaliz tam da bu noktada devreye girer. Freud‘un, Lacan‘ın ve Laplanche‘ın düşünceleri, ilişkilerin yüzeyinde gördüğümüz duyguların arkasındaki derin anlam katmanlarını açığa çıkarır. Çünkü her ilişki, yalnızca bir bağ değil, bilinçdışının sahneye çıktığı bir oyun gibidir. Ve biz, bu oyunda hem seyirci hem de oyuncuyuz.
Freud: Geçmiş, Bugünle Konuşur

“İnsanın geçmişi hiçbir zaman ölü değildir; hatta geçmiş, hâlâ bugünün içindedir.” Sigmund Freud, Beyond the Pleasure Principle (1920)
Sigmund Freud‘a göre insanın iç dünyası, geçmişin yankılarıyla doludur. Her ilişki, çocuklukta yaşanan ilk duygusal bağın (genellikle anne-çocuk ilişkisiyle bağdaştırılmıştır) devamı gibidir. Bebek, anneyle kurduğu ilk ilişkide hem güveni hem de eksikliği öğrenir. O deneyim, hayat boyu sevgi ve bağ kurma biçimimizi belirler. Bu bağlamı daha iyi anlamak için Freud’un şu alıntısı iyi bir örnektir: “Çocuk, annesini ilk sevgi nesnesi olarak seçer; çünkü o, çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşılayan, doyumu sağlayan kişidir. Daha sonra başkalarına duyulan sevgi, bu ilk seçimin bir yeniden üretimidir.” Freud, “Introductory Lectures on Psychoanalysis” (1917)
Yetişkinlikte sevdiğimiz, güvendiğimiz ya da uzaklaştığımız kişilerde, bilinçdışımız o ilk deneyimi yeniden sergiler. Bu nedenle, birine aşırı bağlanmak, kaybetme korkusuyla yaşamak ya da aynı tür hayal kırıklıklarını tekrar tekrar yaşamak şaşırtıcı değildir. Freud buna “tekrar zorlantısı” (repetition compulsion) der. Freud bu terimle, geçmişte çözülemeyen bir duygunun, farklı kişilerde yeniden canlanmasını anlatır.
Günümüz ilişkilerinde bu döngü, daha hızlı ama daha derin yaşanıyor. Bir “görülmemiş mesaj” bile, çocukluğun “yeterince sevilmeme” korkusunu tetikleyebiliyor. Birinin ilgisizliği, çok eski bir yoksunluğu hatırlatabiliyor. Freud’un da dediği gibi: Geçmiş hiçbir zaman geçmişte kalmaz. Biz, her ilişkide geçmişle yeniden karşılaşırız. Yani Freud’un nesne ilişkileri düşüncesinden yola çıkarak “Sevdiğimiz her şey, çocukluğumuzda bir kez daha sevilmiştir.” desek, yanılmış olmayız.
Lacan: Ayna Evresi ve Başkalarının Gözünden Biz

“Ben, kendimi bir başkasında tanıdığım anda doğar.” Jacques Lacan, Écrits (1966)
Lacan, Freud’un fikirlerini genişletir ve insanın kendini tanıma biçimini “ayna evresi” kavramıyla tanımlar. Küçük bir çocuk, aynada kendi yansımasını gördüğünde “ben” olarak algıladığı anda kimliğini benimser. Ama o “ben” dediği yansıma çocuğun kendisi değil, dışarıdaki bir görüntüdür. Yani biz, kendimizi en başından beri dışarıdan, başkalarının bakışında tanırız.
Bu düşünce, bugün için fazlasıyla tanıdık değil mi? Sosyal medya, Lacan’ın ayna evresinin modern bir sahnesi haline geldi. Artık hepimiz kendimizi ekranlardaki yansımamızla inşa ediyoruz. Beğeniler, takipçiler, paylaşımlar…Hepsi “Ben kimim?” sorusuna dışarıdan cevap bulma çabası. Lacan’ın “Büyük Öteki” adını verdiği toplumsal bakış, o görünmez göz, artık algoritmaların diliyle konuşuyor. Kendimizi “kaç kişi gördü?,” kim beğendi?” gibi ölçütlerle tanımlıyoruz.
Arzu, Öteki’nin arzusudur.” Jacques Lacan, Seminer XI (1964)
Lacan’a göre insan, gerçekten neyi istediğini çoğu zaman bilmez. Arzularımız, başkalarının arzusuyla biçimlenir. Birini sevmek, çoğu zaman o kişinin gözlerinde arzulanan biri olma halini sevmektir. Yani her aşk, aslında bir kendine dönüş denemesidir.
Laplanche: İlişkinin Gizli Dili

“Her insan ilişkisi, bilinçdışı bir çeviri sürecidir.” Jean Laplanche, Essays on Otherness (1999)
Jean Laplanche, insan ilişkilerinin özünü “yabancı mesajlar” üzerine açıklar. Ona göre her ilişki, görünmeyen anlamların taşındığı bir alandır. Bir insanın diğerine yönelttiği jest, her bakış, her sessizlik bile, görünmez bir anlam taşır. Bu anlam, çoğu zaman gönderenden bile gizlidir çünkü bilinçdışı, konuşmanın içinde değil, konuşmanın arka planında yaşar.
Laplanche bu süreci “genel baştan çıkarma kuramı” ile açıklar: Her insan ilişkisi, bir bilinçdışı baştan çıkarma ve çözülmeyi bekleyen bir anlam taşır. Bu nedenle, bazen birine sebepsiz bir yakınlık, bazen de açıklayamadığımız bir huzursuzluk hissederiz. Karşımızdaki kişi, farkında olmadan bizde eski bir duyguyu canlandırmıştır. Laplanche’a göre, Freud’un önerdiği düşünce, yani annenin/bakım verenin çocuğa yansıttığı ilişki prototipi, yanında çözülmesi karmaşık bilinçdışından mesajlar da getirir. Çocuk bu düzlemde sadece pasif bir alıcı değil, anlamı çözmeye çalışan bir çevirmen gibidir.
İlişkilerde de benzer bir çeviri süreci yaşanır. İki taraf da aklında birbirinin çevirisini yapmaya çalışır. Ama o anlam, kelimelerin ötesindedir. Bu yüzden, bazen biriyle konuşuruz ama anlaşamayız; bazen de tek bir bakışta birbirimizi anlarız. Çünkü iletişim, iki bilinçdışı arasında akar.
Modern dünyayı düşündüğümüzde, bu gizli dil artık dijital biçimlerde karşımıza çıkıyor. Bir mesajın “görüldü”de bırakılması, bir emoji/sticker veya bir sessizlik; hepsi anlam taşır. Laplanche’ın kavramıyla, bilinçdışı bugün “bildirimlerde” konuşuyor.
Kendine Bakmanın Cesareti

“İnsanın kendine dair bilgisi, her zaman bir ötekinden geçer.” Jean Laplanche, Life and Death in Psychoanalysis (1970)
Freud, Lacan ve Laplanche’ın ötekinde kendimizi görmeyle ilgili düşüncelerini değerlendirdiğimizde vardığımız sonuç bize ilişkilerin ne kadar derin anlamlı ve hayatımızda gelişimimiz için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. İlişkiler sadece duygusal bağlar değil, insanların kendini anlamaya çalıştığı, aynada kendine derinlemesine baktığı anlardır. Ve belki de olgunlaşmak, bu aynalardan korkmamaktır. Başkasının gözündeki yansımadan -iyi ya da kötü- kaçmadan, orada gördüğümüz kendi kırılganlığımızı sahiplenmektir. İnsan, ilişkilerde kendini bulur. Kimi zaman kaybolarak, kimi zaman yanlış aynalara bakarak ve kimi zaman kırılıp yeniden birleşerek.
_____________________________________________________
Kaynakça
Kapak Resmi: Mulholland Drive (2001), pinterest.com
Freud, Sigmund, Beyond the Pleasure Principle, 1920
Freud, Sigmund, “Introductory Lectures on Psychoanalysis” (1917)
Lacan, Jacques, Écrits (1966)
Lacan, Jacques, Seminer XI (1964)
Laplanche, Jean, Essays on Otherness (1999)
Laplanche, Jean, Life and Death in Psychoanalysis (1970)


