Din, insanların doğal dünyayı ve evreni anlamlandırma, ölüm korkusuyla başa çıkma ve toplum içinde bir arada yaşama ihtiyacıyla ortaya çıkmıştır. İlk dinler, genellikle doğa güçlerine, belirli hayvanlara veya bitkilere tapınmayı içeren, basit ve ilkel inanç sistemleriydi. Dinler, insanlığın gelişiminde önemli bir rol oynamıştır ve günümüzde de insanların hayatında önemli bir yere sahiptir.

Dinlerin ortaya çıkışı ile ilgili çok fazla bilgiye sahip değiliz, sahip olduğumuz bilgiler ise doğruluğu tam olarak kanıtlanamamış metinlere ve hiyerogliflere dayanmakta. İnsanın din ihtiyacı birçok sebeple gün yüzüne çıkabilir. Bunlardan ilki dünyada nasıl bir amaca hizmet ettiğini anlamak, dünyanın nasıl var olduğunu açıklayabilmek adına daha kutsal veya bir başka deyişle daha ulvi bir güç tarafından yaratıldığına inanmaktır. Saliba bu konuda “Dinler, insanlığın en eski kültürlerinin bir parçasıdır. İlk insanlar, doğal dünyayı anlamakta güçlük çekiyorlardı ve bu nedenle, doğanın arkasındaki güçleri açıklamak için tanrılara ve ruhlara inanmaya başladılar.”[1] demiştir. İkinci olarak yanında yaşayan insanların ölümü üzerine kaybolup gitme korkusuna kapılması ve bunca zamanı hiç uğruna geçirmediğini düşünme ihtiyacıdır, ölüm sonrası yaşama bu sebeple inanmış ve varlığını bu sebeple kanıksamışlardır.
Dinler sosyolojik açından da çok değerlidir ve “Dinler, toplumun bir arada tutulması ve ortak bir kimlik duygusu sağlanması için kullanılabilir.”[2] Bu sebeple hem halka bir kimlik tanımlayıp onları yaşadıkları sınırlara ve oranın yöneticisine ait hissettirmek hem de korkulacak ulvi bir güç olarak görülmesi sebebiyle sıklıkla kullanılmıştır. Bu da birçok farklı dinin ortaya çıkmasına ve birçok insanın bunlara inanmasına sebebiyet vermiştir. Çünkü toplumun ve insanların ihtiyaçları farklılık gösterir, bunu bilen ve topluma öncülük edebilecek insanlar ilk dinleri bu yazdığımız sebeplerle araç olarak kullanmışlar kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmişlerdir.
İLK DİNLER
Avustralya Aborjinleri

Bu kabile totemizme inanan ve herkesin kendine özgü bir totem hayvanı olduğu bir kabiledir. Totemizm, belirli bir hayvana, bitkiye veya nesneye kutsal bir değer atfeden bir inanç sistemidir. Bu totemler kabile için bir kimlik kaynağı olarak değerlendirilir ve bu doğrultuda hizmet ederler.
Amerika Yerlileri

Bu topluluk genellikle belirli bir hayvana veya bitkiye tapıyorlardı ve genellikle totemizme, animizme ve Şamanizm’e inanıyorlardı. Animizm, her şeyin bir ruha sahip olduğuna inanan ve nesnelere, hatta yer şekillerine bile uygulanan bir inanç sistemidir. Şamanizm ise doğaüstü güçlerle bağlantı kurulabildiğine inanılan ve bunların başkalarına yardım etmek için kullanıldığı, bu yetkinliğe sadece belirli kişilerin ulaşılabildiğine inanılan bir inanç sistemidir. Şamanlar, bu yetkinliği genellikle şifa, kehanet ve ritüeller oluşturmak için kullanmışlardır.

Mezopotamyalılar
Mezopotamyalılar, çok tanrılı bir dine inanan ve Dicle ve Fırat Nehri arasında yaşayan topluluklara verilen isimdir. En önemli tanrıları arasında Enlil,Anu ve Ea vardır. Tanrıları sadece erkekler değil, aynı zamanda içlerinde kadınlar da bulunmaktadır.
Mısırlılar

Mısırlılar ölümden sonra hayata olan güçlü inançlara sahiptirler. Ruhları ölümden sonraki yaşama hazırlamak için karmaşık cenaze törenleri düzenlemişler ve mumyalama tekniğini geliştirmişlerdir. Mumyalama tekniği aynı zamanda ilkel olarak tıp alanında yaşanmış önemli gelişmelerden birisidir. Bu da dinlerin saydığımız amaçlar dışında farklı alanlara da hizmet ettiğini gösterir.
Dinlerin ortaya çıkışı dünya tarihinde önemli ivmelenmelere sebebiyet vermiş, insanların dünyayı daha iyi anlamasına, ölüm korkusuyla başa çıkmalarına ve ölüm sonrası yaşamı algılamalarına fayda sağlamıştır. Aynı zamanda toplum içinde bir arada yaşamalarını sağlamış ve sosyal düzenin sürekliliğini artırmıştır. İlk dinlerin günümüz toplumuna ve inanç yapısına büyük oranda ışık tuttuğunu savunabiliriz. İnançlarımız neticesinde cezalandırılabileceğimiz veya ödüllendirileceğimiz düşüncesi ilk dinlerden beri süregelen, insanların inanma motivasyonunu artıran bir olgudur. İnanılan, tapılan ulvi güçler değişsede temel esaslarını ele aldığımızda, tüm dinlerin aynı amaca hizmet ettiğini söylemek doğru olur. Tüm dinler ahlaki açıdan aynı doğruları savunur, temel düzeni koruma ve toplum ahlakı hususunda farklılık göstermeleri pek mümkün değildir.
Kaynakça
[1] Saliba, John A. ”Dinlerin ortaya çıkışı ve gelişimi”. Oxford University Press, 2015: 1-20.
[2] Durkheim, ”Emile Dinin Evrimi”. The Free Press, 1915: 42