Hakkında Ne Biliyoruz: Vampirler ve Zombiler

Gökçe Çoban
Gökçe Çoban
- gülmek için hep bir yumuşak G planın olmalı -
Editör:
Ece Günay, Mehmet Samet Acar
spot_img

Vampirler kimi kaynaklara göre Slav ve Balkan ülkelerinde doğmuş kimi kaynaklara göre ise Babil, Asur ve İbraniler zamanından günümüze kadar ulaşmışlardır. Zombiler ise eski zamanlarda insanlar tarafından zihin oyunlarıyla kölelik sistemine dahil edilen varlıklardır.

Bu hayali varlıklar; gizemli ve çekici özellikleriyle bir merak unsuru hâline gelmiş ve insanlar üzerindeki etkisi sayesinde edebiyat ve sinemaya yansıyarak çeşitli formlarda karşımıza çıkmışlardır. Vampirler ve zombiler, farklı dönemlerde farklı anlamlar taşımışlardır.

Vampirlerin Kökeni

Nosferatu (1922) Filmindeki Kont Orlok. Vampir Betimi, Chip

Kan içici doğaüstü yaratıklar inancı, insanlık tarihi kadar eskidir ve izlerinin tarih öncesi çağlara kadar uzanabileceği düşüncesi yaygındır. Vampir kavramıyla ilgili çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Genel anlamıyla bir yarasa türü olarak bilinen vampirler, halk inançları ve popüler kültürde geceleri mezarından kalkarak kanla beslendiğine inanılan hayali bir varlık olarak yer alır.

Slav inanışlarıyla yakından ilgisi olduğu için vampir mitinin daha çok Slav ve Balkan ülkelerinde doğduğu düşünülür ancak pek çok toplumda benzer efsaneyle karşılaşırız. Efsaneye göre; ölüler kan sayesinde dirilebilir. Vampir kavramı (genel görüşe göre) 18. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında kullanılmaya başlanmıştır.

Farklı kaynaklarda bu mitolojik varlıklar Babil, Asur ve İbrani toplumlarından gelir; sebebi ise Yahudi mitolojisi ile birlikte anılan Ben Sira Alfabesi adlı kitapta geçen bir efsanedir. Kitaba göre Adem’in ilk eşi olan Lilith, Adem’le eşit varlıklar olduğunu söyleyerek ona itaat etmemiş ve cenneti terk eder. Sonrasında ise yeni doğanlara ve uykudaki erkeklere musallat olan ve kan içen bir şeytana dönüşen Lilith, gece canavarı olarak anılır.

Sümer kültürüne ait Lilith betimi, Edofhi

Sözcük Batı edebiyatına, Heinrich August Ossenfelder’in Der Vampir şiiriyle girmiştir. Şiirin esin kaynağı; Habsburg monarşisi yönetiminde olan Sırbistan topraklarında ölen bir köylünün, dirilerek yaşayanların kanlarını içip onları öldürdüğüne dair anlatılanlardır.

1718’de Avusturya’nın denetimine giren Kuzey Sırbistan ve Bosna’nın bazı bölgelerinin asayişini sağlamakla yükümlü Avusturyalı subaylar, Gradiç bölgesinde bazı vampir olaylarını gözlemlemiş ve resmî kayıt tutmuşlardır. Rahipler, bilim insanları ve doktorlar tarafından tutulan raporlar kitapçık, bilimsel dergiler ve gazetelerde yayımlanmıştır.

vampir olarak geri dönmemeleri için mezarları kurşunlanan ölüler k24kitap

Günümüzde belli bölgelerde hâlâ inanılan vampirlere/vampir inancına dair bazı eski dönem kalıntıları bulunmaktadır. 2021 yılında Bulgaristan’ın Szopol şehrinde yapılan bir kazıda, kalbine kazık saplı bir iskelet bulunmuş ve bunun üzerine başka benzeri kalıntıların bulunabileceği ihtimali doğmuştur. Milli Tarih Müzesi başkanı kalıntıyı, Orta Çağ‘da vampir zannedilerek kalbine kazık çakılarak öldürülen biri şeklinde tanımlamıştır.

Sırbistan’da Sırp Bölgesel Konseyi; vampir olduğu iddia edilen Sava Savanoviç isimli kişinin evinin yıkılması nedeniyle yeniden dirilebileceğini söyleyerek köydeki insanları uyarmış, evlerine sarımsak asmalarını söylemiş bölgenin belediye başkanı da evlerin kutsal haçlarla donatılmasını istemiştir. Yeni bir ev arayışında olan ölünün kanlarını içtiği insanları parçalayıp değirmende öğütmek için insan avına çıktığına dair söylentinin yayılması, yetkilileri resmî uyarılar yapmak zorunda bırakmıştır.

Vampirlerin doğduğu ve yaygın olarak bulunduğu varsayılan Slav ülkelerindeki dini inanışlara göre hayattan erken ayrılmış, hayatın zevkini tadamamış olan ruhlar kaybettikleri şeyleri bulmak için hayata geri dönme hırsı taşıyorlardı. Her Paskalya’dan sonraki yedinci perşembe; Rusya’da rusalki, Slav ülkelerinde samovile denilen bu ruhların kovulması için ayinler yapılırdı.

Rusalki, Niezlasztuka

Mezarında çürümeyen ölülerin vampire dönüşeceği inancından dolayı ölülerin kalbine kazık saplanır ve cesetleri yakılırdı. Kirli (Noel ve Kutsal Meryem Günü arasındaki üç ayda doğmuş olanlar) olduğuna inanılanlar da bu işleme tabi tutulurdu. Dönemin kilise adamları, Slav paganizminden kalma bu batıl inanışları desteklemiş ve vampir olduğuna inanılan ölülerin mezardan çıkarılarak imha edileceği törenlerde bulunmuşlardır.

Batı dünyasında çok yaygın olan ve özellikle 18. yüzyılda ses getiren vampirlerin resmî mahkeme ve kilise kayıtlarına geçmesinin; halkı korkuyla uysallaştırmak isteyen kilise adamlarının ürkütücü şeytan imgesini kurmalarından ileri geldiği düşünülür. Bahsi geçen inanış, Aydınlanma Çağı‘nda da devam etmiş, doktor ve yargıçların ifadeleri bu yaratıkların varlığını desteklemiştir.

Konuya ironik şekilde değinen Jean Jacques Rousseau şöyle söylemiştir: “Eğer dünyada garantilenmiş ve kanıtlanmış bir tarih varsa o da vampirlerinkidir. Hiçbir şey eksik değil: Resmi raporlar; önde gelen kişilerin, cerrahların, din adamlarının, yargıçların tanıklıkları; mahkeme delilleri tamdır.”

Türk Kültüründe Vampirler

Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’nin 7. cildinde naklettiği Çerkez ve Abaza oburları (cadı/hortlak/vampir) arasında geçen büyük “Obur Savaşı”. Neftisar.

Türk kültürü anlatıları, cadı ve hortlak şeklinde anılan bazı doğaüstü varlıklara ev sahipliği yapmıştır. Bu varlıklar diğer kültürlerin anlatılarında yer alan vampirlerle benzerlik gösteriyor çünkü inanışa göre bu varlıklar öldükten sonra yeniden dirilir ve yaşayanların kanlarıyla beslenirlerdi. Yakın tarihe kadar kendine özgü bir inanış olarak varlığını sürdüren cadı ve hortlaklar daha sonra genel inançların etkisiyle cin ve peri isimleriyle adlandırıldı ve kan içme, ölülerin dirilmesi gibi unsurlar ortadan kalktı.

Filolog Franc Miklosich‘e göre vampir kavramının Kuzey Türkçesindeki kökeni ubır/obur olarak ifade edilen uber kelimesidir. İnsan kanı içtiğine ve hatta insan yediğine inanılan ubırın erkeklerden korktuğu için kadınları sahiplendiği söylenirdi. Bundan dolayı kadınlar hamama giderken korunmak için yanlarında erkek çocuk götürürlerdi, hamile kadınlar ise kırk gün boyunca yalnız bırakılmazdı.

Zombilerin Kökenleri

zombileştirilmiş köleler bilimkurgukulubu

Doğaüstü güçler sayesinde yaşama yeniden dönebilen ölü insanlar şeklinde tanımlanan zombiler, bilinçlerini tamamıyla kaybetmiş ve sürü hâlinde hareket eden yaratıklardır. Hareketlerinin devamlılığı için yaşayan insan etine gereksinim duyarlar. Dolayısıyla yaşayanlarla aynı zaman ve mekânda var olamazlar.

Folklorik açıdan zombilerin kökenleri 17 ve 18. yüzyıl Haiti‘sine kadar uzanır. O dönemlerde Haitililerin yüzde doksanı tarafından benimsenen Vudu dinine göre bokorlar (büyücüler) zombileri çeşitli şekillerde yaratıp kontrol ediyorlardı.

Vudu uygulamalarında nörofarmakolojik maddelerin kullanımı, insanları gerçek anlamda zombiye dönüştürürdü: Zehirlenen kurbanın ölü zannedilerek gömülmesi ardından gömülen beden, mezar kazıcıları tarafından çıkarılır ve onu zombileştirecek besinlerle beslenirdi. Bu bedenler daha sonra köle olarak çalıştırılırlardı.

Bokorlar, kurbanlarından saç ve kan alıp vudu bebeklerini kullanarak insan kalıntılarından, bitkilerden ve hayvan parçalarından mistik bir toz yapıyorlardı. Toz, deneklerin vücutlarına girdiğinde kalp atışı duracak seviyeye gelir ve vücut ısısı düşerdi. Öldükleri düşünülerek gömülen denekler, bokorlar tarafından mezardan çıkarılır ve hafızalarından geriye pek bir şey kalmayan sağlam bedenleri akılsız robotlar misali kullanılırdı.


Kaynakça

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Amerikan Edebiyatında 4 Yalnız Kahraman

Amerikan edebiyat tarihinin en önemli temsilcileri haline gelmiş kahramanlarımızın ne kadar soyutlanmış bireyler olduğunu farketmiş miydiniz?

Editor Picks