Latin Amerika tarihi, uzun bir sömürgecilik geçmişinin izlerini taşır. İspanyol ve Portekiz egemenliği altında geçen yüzyıllar boyunca bölge, dışa bağımlı bir ekonomik yapı ve yerli halklara karşı uygulanan sistematik baskılarla şekillendi. 19. yüzyılın başlarında başlayan bağımsızlık hareketleri, bölgeyi sömürge yönetiminden kurtarsa da eşitsizlikler ve toplumsal gerilimler derinleşerek varlığını sürdürdü. Ulus-devletlerin kurulmasıyla birlikte iktidar, çoğunlukla toprak sahibi elitlerin elinde kalmaya devam etti. Bu tarihsel arka plan, 20. yüzyıl başında Meksika’da patlak veren devrimin hem nedenlerini hem hedeflerini anlamak açısından belirleyicidir. 1911’de Porfirio Díaz rejiminin devrilmesiyle başlayan Meksika Devrimi, yalnızca bir iktidar değişimini değil; aynı zamanda halkın adalet, toprak ve özgürlük taleplerinin sahneye çıktığı köklü bir dönüşüm sürecini simgeler.
Meksika’nın Düzeni

Meksika’nın tarihi, Latin Amerika‘daki diğer ülkelerinkinden çok farklı değildir. 1492’de Kristof Kolomb‘un Yeni Dünya’yı keşfiyle başlayan süreç, kıtanın yoğun bir şekilde sömürgeleştirilmesine evrildi. Mezoamerika olarak adlandırılan ve Meksika’nın da içinde bulunduğu bölge, zengin gümüş madenlerine sahipti. 16. yüzyılın başlarında Hernán Cortés’in bölgeyi İspanya adına işgali, sömürge dönemini resmen başlattı. Avrupalı kolonizatörlerin gelişi, yerli halklar için son derece sancılı bir dönemin kapısını araladı.
Bağışıklık sistemleri Avrupalılara göre zayıf olan yerli halk, beraberlerinde getirdikleri hastalıklara karşı koyamadı. Binlercesi hastalıklardan kırılırken hayatta kalanlar boyunduruk altına alınarak özellikle madenlerde zorla çalıştırıldı. Kıtada köle emeğini, yerli halk ve sonradan getirilen Afrikalı köleler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Kısa süre içinde Mezoamerika’da İspanyol yönetimi, “Yeni İspanya” adını verdiği bir sömürge valiliği kurdu. Bölgedeki yerli topluluklar (klanlar/şeflikler), değerli hediyeler ve din adamları aracılığıyla etkisizleştirilmeye çalışıldı. İsyan edenler ise bu grupların kullanılması veya doğrudan askeri müdahaleyle bastırıldı.
18.yüzyıla gelindiğinde, Aydınlanma düşüncelerinin etkisi ve Avrupa’daki değişen ekonomik dengeler, sömürge düzeninde çatlaklar oluşturmaya başlamıştı. İspanyol tacının zayıflaması, Bourbon Reformları adı verilen merkeziyetçi uygulamalarla telafi edilmeye çalışıldı. Ancak bu reformlar, yerli halk ve Creole’lar (Amerika’da doğmuş İspanyol kökenli yeni hakim sınıf) üzerinde daha fazla vergi yükü ve bürokratik baskı oluşturdu. Sonuç olarak, bölgedeki hoşnutsuzluk giderek arttı.
19.yüzyılın başlarında Napolyon‘un İspanya’yı işgali, Meksika dahil Latin Amerika’daki bağımsızlık hareketlerini hızlandırdı. İngiltere’nin İspanyol donanmasına yönelik saldırıları da sömürge yönetiminin iletişimini zayıflatıyordu. 1810 yılında Rahip Miguel Hidalgo‘nun başlattığı isyan, yerel halkın kraliyet yönetimine karşı ilk kitlesel ayaklanmasıydı. Takip eden yıllarda José María Morelos gibi önderler bu mücadeleyi sürdürdü. Nihayet 1821’de Meksika bağımsızlığını ilan etti. Ne var ki bu bağımsızlık, sosyal adaleti sağlamaktan çok uzaktı. İktidar, büyük toprak sahipleri (hacendados) ve askeri elitlerin elinde kalmaya devam etti.
Bağımsızlık ve İstikrarsızlık

1810’daki Hidalgo isyanı, liderlerinin idamıyla bastırılmıştı. 1813’te Morelos, dağınık devrimci güçleri örgütlemeye çalıştı ve parlamenter sistemin kurulması, köleliğin, kast sisteminin ve keyfi vergilerin kaldırılması, gelire göre vergilendirme ve toprak reformu gibi radikal hedefler içeren bir program ortaya koydu. Ancak kraliyet yanlılarına karşı kesin bir üstünlük sağlayamadı ve 1815’te idam edildi. 1820’de İspanya’da başlayan liberal ayaklanma, Meksika’nın nihai bağımsızlık ilanını ve yaklaşık bir asır sürecek iç çatışma ve devrimler dönemini tetikledi.
1822’de Agustín de Iturbide kendini imparator ilan etti. Ancak kısa sürede, önceden destekçisi olan Guadalupe Victoria da dahil olmak üzere muhalefetle karşılaştı. Tahttan indirilip sürgüne gönderilen Iturbide, dönüş girişimi sırasında yakalanarak 1824’te kurşuna dizildi. 1824 Anayasası‘nın ilanından sonraki 10 yıl içinde, 15 farklı başkan görev yaptı. Bu durum, ülkedeki derin politik istikrarsızlığı gösteriyordu. Krallığın baskısından kurtulan ordu, bu kaos ortamında yönetimde belirleyici bir güç haline geldi ve uzun süre ülkeyi fiilen askerler yönetti.
Bu askeri liderler arasında, 1829’da İspanya’nın ve 1838’de Fransa’nın istila girişimlerine karşı kazandığı popülerlikle öne çıkan Antonio López de Santa Anna, süreçte önemli bir figürdür. General Santa Anna güçlü ve sürekli bir merkezi otorite kuramadı. 1848’de Teksas‘ın ABD tarafından ilhakını engelleyememesi ve Meksika-Amerika Savaşı‘ndaki yenilgi, prestijini zedeledi. Bu durum, 1855’te liberal reformcu Benito Juárez‘in yükselişinin önünü açtı. Juárez, sermayedarların çıkarları doğrultusunda toprak mülkiyetini düzenlemeye yönelik bir dizi reforma girişti. Özellikle Kilise’nin geniş mülk ve topraklarına el konulması (Ley Lerdo), ülkede Üç Yıllık Reform Savaşı (1858-1861) olarak bilinen şiddetli bir iç savaşa yol açtı.

Juárez’in reformlarının paradoksal bir sonucu oldu: Köylüler genellikle geleneksel toprak haklarını kaybederken, sermaye sahipleri ve büyük toprak ağaları bu toprakları ele geçirmeye başladı. Meksika tarımında kapitalist ilişkiler güçlendi ve büyük plantasyonların (haciendas) ekonomideki ağırlığı arttı. Juárez hükümetinin Fransa‘ya olan dış borçlarını ödemeyi ertelemesi, III. Napolyon yönetiminin 1862’de Meksika’yı işgal etmesine ve Avusturya Arşidükü Maximilian’ı kukla imparator olarak atamasına gerekçe oluşturdu. 1867’ye gelindiğinde, Juarista güçleri Maximilian’ı devirip idam etmiş ve savaşın önde gelen generallerinden Porfirio Díaz, Juárez’in ardılı olarak büyük prestij kazanmıştı. Díaz, 1876’da iktidarı askeri darbe ile ele geçirecek ve 1910’a kadar sürecek diktatörlüğünü (Porfiriato) kuracaktı.
Devrim’e Doğru

Porfirio Díaz‘ın otuz yılı aşkın iktidarı, yüzeyde modernleşme ve kalkınma vaatleriyle parıltılı olsa da, derininde büyük sosyal uçurumlar barındırıyordu. Díaz rejimi, özellikle altyapı yatırımları, demiryolları ve maden işletmeleri gibi alanlarda yoğun yabancı sermaye girişine olanak tanıdı. Ancak bu ekonomik büyüme, toplumsal refaha dönüşmedi. Köylüler, toprak reformu yerine, geleneksel topraklarını kaybederek hacienda sistemine bağımlı kılındı. Yerli halklar, anayasal eşitlik vaadine rağmen, topraklarına el konulması ve zorla çalıştırılma gibi uygulamalarla ikinci sınıf vatandaş statüsüne itildi. Sendikal haklar görmezden gelindi, muhalefet bastırıldı, basın sıkı sansüre tabi tutuldu.
Porfiriato Dönemi, ekonomik krizlerle birlikte gelmişti. 1890’larda, diğer ülkelerdeki şeker rekabeti yerel plantasyonlara yetişiyordu ve Meksika pazarından şeker satmak giderek zorlaşıyordu. Bu durum, şeker arzının artmasına rağmen köylülerin kendilerinden talep edilen miktarı karşılayamamasında da açıkça görülüyordu. Yerel kaynakların özelleştirilmesi, artan yolsuzluk, yabancı sermayeye verilen imtiyazlar toplumu gittikçe baskılamaktaydı.

20.yüzyılın başına gelindiğinde, Porfiriato düzeni artık sürdürülemez bir hale gelmişti. Ekonomik eşitsizlik, yerli ve köylü toplulukların sistematik olarak dışlanması, artan işsizlik ve gıda krizleriyle birleşince, kitlesel bir hoşnutsuzluk doğdu. 1910 seçimleri, rejim karşıtı muhalefetin sembol ismi haline gelen Francisco Madero’nun yükselişiyle kritik bir dönüm noktası oldu. Madero, “Gerçek oy, özgür seçim!” sloganıyla halkın demokrasi talebini dile getiriyordu. Ancak Díaz, seçimleri iptal ederek Madero’yu tutuklattı. Bu durum, halkta bardağı taşıran son damla oldu.

Madero, hapisten kaçarak ABD’ye sığındı ve oradan 20 Kasım 1910’da halkı silahlı direnişe çağıran “San Luis Planı”nı yayımladı. Çağrı karşılık buldu. Başta güneyde Emiliano Zapata, kuzeyde Pancho Villa gibi karizmatik halk önderleri, devrimin farklı yüzleri olarak ortaya çıktı. Zapata, “Tierra y Libertad” (Toprak ve Özgürlük) sloganıyla köylülerin toprak taleplerine öncülük ederken; Villa, kuzeydeki işçi sınıfı ve küçük çiftçilerin sesi oldu. 1911’in ilk aylarında isyanlar büyüdü, Porfirio Díaz ordunun kontrolünü kaybetti ve sonunda Mayıs 1911’de iktidardan çekilerek ülkeyi terk etti.
Devrim Bir Başlangıçtı
Porfirio Díaz’ın devrilmesiyle başlayan süreç, yalnızca bir diktatörlüğün sonu değil; Meksika halkının tarihsel olarak bastırılmış taleplerinin politik sahneye çıkışıydı. Ne var ki bu yalnızca başlangıçtı; farklı toplumsal sınıfların talepleri arasında uzlaşmazlıklar vardı. Madero’nun başkan oluşu, sistemin köklü dönüşümünü sağlamaktan uzak kaldı. Zapata‘nın Ayala Planı’yla toprak reformu talebini yinelemesi, yeni rejimin halkın beklentilerini karşılamadığını gösteriyordu. Meksika Devrimi, böylece tek bir olay değil, uzun ve karmaşık bir dönüşüm sürecinin kapısını aralamıştı.

Son Söz
Meksika Devrimi, yalnızca bir dönemin kapanışını değil; aynı zamanda toplumsal adalet, ekonomik eşitlik ve ulusal egemenlik mücadelesinin yeni bir evresinin başlangıcını işaret etti. Díaz rejiminin yıkılması, köklü reformların ve sistematik değişimin önünü açan bir kıvılcım olsa da, devrimin vaatlerinin tam anlamıyla gerçekleşmesi onlarca yıl sürecek çetin bir mücadele sürecini ve kurumsal inşayı gerektirecekti. Bu süreç, modern Meksika ulus-devletinin temellerini atarken devrimin karmaşık mirasının ülkenin siyasi ve sosyal dokusunda derin izler bırakmasına yol açtı. Devrim yaklaşık üç yüz yıl süren sömürge döneminin her zaman izlerini taşıdı. Devrim sonrası Meksikalılar, yok edilen Aztek kültürünü benimsediler ve kültürel kimliklerinin merkezine yerleştirdiler. Devrimciler 6 ay gibi bir sürede Díaz rejimini yıktılar ama yaklaşık 10 yıl kendi aralarında savaştılar.
Kaynakça:
Uyanık, Özgür. Latin Amerika’nın Devrimci Tarihi. Editör Varol Ataman, Kaynak Yayınları, 1. basım, 2014.
Johnson, Tre (2023) “The Mexican Revolution: An Uneven Path,” International ResearchScape Journal: Vol. 8, Article 5. 2023.
Hobsbawm, Eric. Sosyal İsyancılar. Çeviren Necati Doğru, 2. baskı, Sarmal Yayınevi, 1995.
Kapak Görseli: www.britannica.com



çok bilgilendirici bir yazı olmuş, ellerine sağlık.
Teşekkürler. Beğenmenize sevindim.