Hakan Günday’ın Yazma Serüveni
23 yaşındayken yazarlığa ilk adımını, üniversite yıllarında bir kahveye gidip yazmaya başlayarak atmıştır. Yedi nüshada çoğalttığı Kinyas ve Kayra romanını yayınevlerine bırakmış, üç yayınevinden red yanıtı gelirken diğer üç yayınevi herhangi bir dönüt sağlamamıştır. Om Yayınevi editörü Nevzat Çelik’in romanı kabul etmesinin ardından kitap basılmıştır.
Yazılarını çalakalem tekniğiyle yazdığını söyleyen Günday, “Romanlarını nasıl yazıyor?” sorusuna şöyle cevap oluşturur: ‘‘Bir an önce yazıp kurtulma tekniğini uyguluyorum. Koşarak, nefes nefese, geriye bakmadan. Dalgayı yakalamış sörfçü gibi. Düşmeden önce en iyi hamleleri yapmak gerekiyor. Galiba bunun Türkçesi, çalakalem tekniği.” Bu cümlelerin ardından sözlerine, kitapları basıldıktan sonra genellikle okumadığını söyleyerek devam eden Günday, sürekli değişen düşüncelerimiz karşısında, yazdığı yazılar ışığında ve sanata ilişkin: ”Bir süre sonra bir sabah uyanıp orada öyle değil de, şöyle yapsam daha iyi olurdu diyebiliyorsunuz. Bu zaten işin güzelliği… Hiçbir zaman bitmemiş işler bunlar. Sanatın ürünü bu. Sanat ürünü kusurlu ve bitmemiş bir iş!” ifadelerini kullanmıştır.
Roman İçinde Kendine Yer Bulan Karakterler
Romanlar, konuları itibariyle cinsellik, şiddet, hırsızlık, cinayet gibi mevcut olduğumuz düzenin, hoşnut olmadığımız kısımlarını içermektedir. Kitabın ilk sayfalarını araladığımızda ana karakterin bu konular üzerine karakterize edilmiş olduğunu ve günümüz dünyasında rastladığımız veya rastlamadığımız kişilerin, roman içerisinde yerini aldığını görüyoruz. Aslında her ana karakter, kendi dünyasına gömülmüş, kabuğunun dışına taşmamış, var olan düzeni eleştirmenin yanında kendinden de ekseriyetle tiksinen bir karakter olmuştur. Karakterler, modernize edilmiş hayatta kendilerini yalnız, toplum dışına taşmış, var olan kurallardan dolayı sıkışmış hissetmiştir. Yaşama tutunmak için isteksiz ama yaşamaktan da vazgeçmedikleri bu iki tezat duyguyu hissetmelerinin yanında, bol küfrün hakim olduğu, felsefi yönü ağır basan yapılarıyla içimize işleyen karakterler, belki de bize kendimizi bulmamıza felsefi perspektif ışığında zemin oluşturmuştur.
Ana karakterler haricinde, kitapta yerini almış diğer karakterler ise ana karakterimizin yaşamında çocukluğundan itibaren tanıdığı veya o anki durum ve konum itibariyle karşılaştığı kişiler olarak karşımıza çıkmış ve ön planda tutulmayarak kitabın diğer sayfalarında karşılaşmamız pek mümkün olmamıştır. Karakterler genellikle kadın figürleri olarak tercih edilmiş ve karakterleri etkileyen veya etki bağlamında teğet geçen kişiler olarak verilmiştir. Bu karakterler ise ana karakterlere yoğun duygular besleyen kişiler olmuştur. Erkek karakterler ise ana karakterin arkadaşları veya herhangi bir alışveriş yaptığı insan olarak nitelendirilebilir. Erkek karakterlerin bazı romanlarda ”Hakan” ismiyle karşımıza çıkması da akıllarda, “Acaba yazar bu karakterde kendini mi ortaya koyuyor?” sorusunu doğurturken, Günday bu konuyla ilgili ”İsim benzerliğinin yol açabileceği tepkileri incelemek için.” diyerek algıların yaratacağı etkiyi hedeflemiştir.
Kinyas ve Kayra
Kinyas ve Kayra‘nın birlikte çıktığı yolda karşılaştıkları onca yıkım, dayanılmaz acı, tarif edilemez yorgunluklara eşlik ederken; onların sorumsuzluğunu, yer yer iğreneceğimiz davranışlarını, pek akıllıca ve hayatımıza tesir edecek yaşamlarına yaptıkları yorumları okurken duraksayıp kendimizi sorgulayacağımız kimlikler, roman karakterine bürünmüştür. Ayrı düzlemde tek bir doğruda, zihinsel ölümü gerçekleştirmek uğruna ilerledikleri yolda farklı sonuçlar, onları benzer nedenlere itmemiştir. Kayra, hiçbir umut taşımayan, hayatın neredeyse tüm olumsuzluklarını sırtlayan ve gerçekleştiren bir karakterdir. Yalnızlığını ve yalnız kalma uğraşını, “Sorarlarsa, ‘Ne iş yaptın bu dünyada?’ diye, rahatça verebilirim yanıtını: ‘Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından…’” şeklinde özetlemiştir.
Kinyas ise varlığına bir neden arayamadığından delirmektedir. Umuda açık olan, umutsuzluğu da kendine biçen bir karakter olarak karşımıza çıkar. Kendini: ”Benim adım Kinyas. Gün ağarıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım, yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor. Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim.” şeklinde tanımlamaktadır. Kayra‘ya kıyasla cesur görünen Kinyas, eğer birine veya bir şeye inanabilseydi tüm dünyayı alt üst edebilirdi fakat onun tüm hislerine egemen olan tek bir duygu hayatına yön veriyordu: Öfke.
Kayra, ”hiçbir şey yok” diyerek yalnızlığı, karanlığı, zihinsel ölümü tercih etmişti. Kinyas ise karanlığın tam ortasında, umudu barındıran bir ışığa tutunarak Kayra‘ya seslendi: ”Kayra, yolculuğunun parçaladığı hayatı toplayıp geri dönmelisin. Çünkü burada her şey var!… Her şey var.”
Hakan Günday‘ın “Kinyas ve Kayra’sından Alıntılar” içeriğimize ulaşmak isterseniz aşağıdaki linki sizler için bırakıyoruz:
Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sından 39 Alıntı
Piç
Günday, piç sözcüğünü bilinen anlamın dışında, hiçbir uğraşı olmayan, kaderini benimseyen ve çekinmeden kabullenen bu duygu durumun getirdiği sorumsuz yaşam olarak sınırlar. Bu romanda ise Afgan, Barbaros, Hakan ve Cenk‘in aynı yaşamı paylaştığı, bir taşın altına elini koymayacak olan piçler gözler önüne serilmiştir.
Hakan diğer tüm karakterlerden daha sorumsuz, alkolün esir aldığı zihnini nedensellik gözetmeden kabul eden ve bunu en çok isteyendir. İsim benzerliğinin oluşturacağı tepkileri ölçmek için Hakan adını kullandığını söyleyen Günday, romanda oluşturduğu perspektifi bir nevi karakter olarak kendine yansıtmıştır.
Romanda dört ana karakterin dışında, onların hayatlarında olan kadın figürlerini sırf sevgilerinden dolayı karakterlerimizi göğüslediklerini görmekteyiz. Karakterler, evsiz kaldıklarında veya paraya ihtiyaç duyduklarında, onları en çok seven kadın figürüne sığınmayı tercih etmekten kendilerini alıkoymaz. Fakat sabırlar sınandığında, anlam arayışı zorlandığında her şey değişmiştir. Ne diyor yazar kitapta: ”Piçler aşık oldukları kadınların kendilerini kurtaracaklarını düşünür. Oysa hiçbir kadın dünyaya bir piçi kurtarmak için gelmemiştir.” Romanda alkol, küfür, sorumsuzluk, sorgulamamak gibi tanımlar piçleri oluştururken; tüm bu insanların yaşamımızdaki karşılığı hiçbir şey olamamaktır. Koca bir hiçlik.
Aslında tüm kitabı özetleyen tek bir cümle vardır. Hakan kalabalık bir mekanın içinde kapıya doğru ilerlerken şöyle fısıldar: “Çok eğlendim, teşekkür ederim. hoşça kalın.” Bu cümle, Romain Gray‘in intihar mektubunun son iki cümlesini oluşturmaktadır.
Azil
”Önemli olan, Tanrı’nın bir enstürman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstürman. Ancak yarattığı müzik enstürmanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır.”
Kitap, Asil‘e yıllar önce yazılmış bir mektupla başlıyor. Toplumsal olaylara vurgu yapıldığı, felsefi perspektifin fazlasıyla hakim olduğu roman, intihar fikrine sahip kişinin hem kendisiyle hem de aile bireyleriyle olan yüzleşmesiyle devam etmiş, Asil‘in bir odaya kapanıp saatlerce yazdığı kitaplarını başka bir isimle bastırarak, zihin üretimini toplumun kabul edemeyeceğinden endişe duymasını, delilik ve dahiliğin verdiği mücadeleyi mercek altına almıştır.
Kendisini ”Asil yaşayan bir delidir. Anımsamadığı için geçmişi, önemsemediği için geleceği yoktur.” olarak tanımlayan Asil, o kadar içimize işlemiş ve o kadar içimizdeki duyguları bulmamıza yardımcı olmuştur ki, her sayfanın derinliği adeta Asil‘in bize araladığı bir pencere olmuştur.
Ailesiyle olan diyaloglarında, ölüme ulaşmanın vurgusu yapılırken korkuyu, kaygıyı, mutsuzluğu da derinden hissedeceğimiz cümleler aralanmıştır. Babasına dönerek şöyle demiştir: ”Hiçbir şey geçmeyecek baba. Çünkü Tanrı, ne asil ne de adil olmak zorunda! Benim gibi!.” Aslında Asil yaşayan bir deli olarak varlığını sürdürürken Adil ise romanlarını farklı isimle bastığı bir figür olmuştur. Bu açıdan da cümlenin derinliği önemli bir perspektif içermektedir.
Günday romanlarında karşılaştığımız karakterler, toplumsal algıyı gözler önüne serse de algı yaratan esas kişiler olmuşlardır. Yalnızlığı, var olmanın amacını, boşluğu, hiçbir şey hissetmemenin aslında her şeyi ifade ettiği bir düzen… Sayfaları yeniden araladığımızda orada yaşamaya devam ettiklerini gördüğümüz karakterler belki de tam içimizde doğmuş ve her satırda büyümüşlerdir. İşte yeraltının en büyük gizemi de buradadır. Tam içimizde.
Günday, Kinyas ve Kayra, Doğan Kitap, 2018
Günday, Piç, Doğan Kitap, 2012
Günday, Azil, Doğan Kitap, 2007
Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra kitabını okuyorum, yeraltı edebiyatı’nın en iyi yazarlarından biri..
kesinlikle! size katılıyorum.