Modern çağ beraberinde modern problemleri de getirdi. Gelişen teknoloji ve sonu gelmeyen değişimlerin ortasında sıkışmış bir tür olan insan, çoğu zaman bu “dijital kabus“un etkilerini fark edemedi. Bu durumda, tüm bu gerçekliğin okuyucuya yansıması, yazarların acımasız kalemleri sayesinde gerçekleşti. Çağdaş Türk Edebiyatı’nın başarılı ismi Hakan Bıçakcı, yazdıkları ile okuyucuya gerilim dolu bir gerçeklik vaat etmekteydi.

1978 yılında İstanbul’da doğan Hakan Bıçakcı’nın süslü yazarlık hayalleri yoktu. Bilkent Üniversitesi’ndeki İktisat eğitimini tamamladıktan sonra içinde birikenleri yazıya dökmek istedi ve böylelikle çağdaş edebiyatın önemli bir ismi haline geleceği yazarlık yolculuğuna ilk adımını attı.
Gerilim ve psikoloji temalarını birbiriyle çok iyi harmanlayan yazarın kitaplarını diğerlerinden ayıran şey, karakterlerinin benzerliği ve bu karakterlerin okuyucuyla özdeşleşebilecek modern zaman problemleriydi. Tekinsiz ortamlar yaratmaktan çekinmeyen Bıçakcı, karakterlerini bir çelişkiler yumağı olarak tanımlıyor ve insanın kusurlarının ne kadar belirgin olduğunu okuyucuya gösteriyordu.
Kentsel yalnızlığın hakim olduğu ortamlarda karakterler kendini sıkışmış ve ortada kalmış hissediyordu. Bu sıkışmışlık sonrasında da kendine yabancılaşma gibi psikolojik sorunların görüldüğü gözlemlenmişti. Tüm bu karanlık ortamın aksine karakterler aynı zamanda (kara) mizahı kullanarak yazılanların gerçekliğini pekiştirdi.
Uykuda da Huzur Yok!

“Alınacak tepkilerin büyük bir bölümü olaylara göre değil, olayların anlatılışına göre değişiyor.”
Rüyaların nerede bitip gerçekliğin ne zaman başladığının asla bilinmeyeceği problemi bu sefer Rüya Günlüğü romanının baş karakteri Haluk’a huzursuzluk vermekteydi. Her gece başka birisinin rüyalarını gören Haluk, başkasının hayatına izinsiz bir şekilde dahil olmanın mahcubiyetini yaşasa da bu hayata kendini kaptırmaktan da geri durmadı. Tüm bu olaylar gerçeklik algısıyla birlikte aklının da yitimi ile son bulacaktı.
Geçmiş ve Gelecek Yok, Sadece Şimdi

“Dünyaya bilinçli halde gelmiş bir bebek gibiydim. Eşyayla samimi, canlılara yabancı…”
İnsan benliği; hayat boyunca yapılan hatalar, verilen kararlar, pişmanlıklar ve seçimler sayesinde inşa edilen bir olgu. Yavaş yavaş inşa edilen bu olgunun tüm unsurları bir gecede tamamen yok olsaydı geriye insana ait ne kalırdı? Boş Zaman romanının ana karakteri Harun bir sabah uyandığında zihninin bembeyaz bir kağıt kadar boş olduğunu fark etti. Hafızası olmayan bir insanın her hayata dahil olabileceği gerçeği, karakterin kimlik inşası esnasında bocalamasına sebep oldu.
Tüm Besteler Benimdi, Hiçbiri Benim Değildi

“Dışarıdan bakıldığında her şey normal görünüyordu.”
Apartman Boşluğu romanında ise yüzyıllar boyu insanlığa musallat olmuş bir başka problem işleniyor: üretme sancısı. Bir barda, senelerce başka grupların coverlarını çalarak onların gölgesinde kalan Arif, gölgeyi yaratan kişi olmak için yola çıktı. İşten ayrılmış, yeni eve taşınmış, tüm odağını yeni besteler yapmaya yöneltmişti. Fakat bir anda kendisini bu üretim aşamasının dışında buldu. Anlatıcının sürekli değiştiği ve olayların iki farklı taraftan da aktarıldığı bu romanda sanatçının üretim sürecindeki kişilik bölünmesine varan psikolojik sorunlarına tanık olunuyor.
Neredeydim, Ne Yapıyorum?

“Tabağıma baktığım zaman bu dünyada yapayalnız olduğumu hissediyordum. Kafamı kaldırıp sofraya baktığımda toplumun bir üyesi olduğumu hatırlıyordum.”
Olmak istenen yer ile olunan yer arasında kapanmayacak kadar büyük bir fark olduğunda, akıl sağlığını korumak ne denli mümkündür? Karanlık Oda romanında modern zamanın insana dayattığı sanattan yoksun ve tektipleşmiş meslek anlayışının sancılarına tanık olunuyor. Dünyaca ünlü bir fotoğrafçı olmak isterken kendini sabahtan akşama dek vesikalık çekip fotoğraf basan biri olarak bulan ana karakterin rüya mı yoksa gerçek mi olduğu anlaşılmayan yolculuğu, okuyucuya kabus dolu bir deneyim sunmakta.
Dünya Benim Etrafımda Dönmüyorsa Neden Dönüyor ki?

“Kendine saygısı olan hiçbir kadının yüzü bu kadar toplanmamalıdır. Hiçbir kadın bu kadar yememeli, bu kadar uyumamalıdır. Değil mi? Değil miii!?”
Tüketim odaklı toplumun; diğerlerine göre önemsiz, kendine göre en önemli ferdi Doğa. Diğer Bıçakcı kitaplarının aksine Doğa Tarihi’nin ana karakteri kadın. Hem de her zaman en iyi olma takıntısına sahip olan bir kadın. Plazaların gri ve soğuk ortamında hep ilgi odağı olmak isteyen Doğa, modern toplumun insana ve özellikle kadına dayattığı her şeyi tek tek yerine getirmek zorundaydı. Dünyanın merkezinde kendisi olmalı, her şey onun için gerçekleşmeliydi. Histeriye doğru ilerleyen bu yolda dijital kabustan uyanıp eskiye dönüp dönmemek ise yine kendi elindeydi.
Hızlandırılmış Metropol Kabusları

“Memleket nere?
İstanbul.
Yahu İstanbul memleket mi abi, asıl memleket nere?”
Değişim, modern dünyanın karşı koyamadığı bir gerçek fakat bu değişim yıkıcı bir hızda gerçekleştiğinde dünyayı, içinde bulunan insanlarıyla birlikte tüketmeye başladı. Günümüz metropollerinin uğraşmak zorunda olduğu kentsel dönüşüm problemi, Uyku Sersemi romanının ana konusunu oluşturuyor. Gelecek nesillere miras bırakmak üzere bir İstanbul rehberi hazırlamaya çalışan ana karakter, listelediği mekanların her geçen gün kentsel dönüşüme yenik düşerek yok olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Tektipleşme, toplumsal bellek kaybı ve kimliksizleşme konularının ele alındığı roman metropol insanının gündelik kabuslarına odaklandı.
Kestik!

“Sana göre olana dışarıda yer yoktur.”
Ne izlememiz, ne okumamız ve ne düşünmemiz gerektiğine kendimizin değil de başkalarının karar verdiği bir dünyada yaşamak, okuyucuya distopik bir kabus gibi gelse de edebiyatta ve sinemada uygulanan sansürler bu kabusların gerçek olduğunun bir kanıtıydı. Silinmiş Sahneler romanında ise okuyucu, ünlü bir yönetmen olmak isterken kendini yönetmenlerin çektiği sahneleri sansürlerken bulan karakterin kabuslarına tanık oluyor. Günümüz yasaklarına bir eleştiri niteliğinde olan romanda, sansürlenen sahnelerin kabusa dönüşmesiyle birlikte gerçeklik algısının da yitirildiği görülüyor.
Tüm bu karanlık romanların yanı sıra Bıçakcı’nın asıl tanınmasını sağlayan unsur, çeşitli mecralarda yazdığı öyküler oldu. Kolektif öykü derlemelerinde ve dergilerde kendine yer edinen yazar, sonrasında bu öyküleri belirli bir başlık altında kitaplaştırdı.
- Bir Yaz Gecesi Kabusu (2005)
- Ben Tek Siz Hepiniz (2011)
- Hikâyede Büyük Boşluklar Var (2015)
- Normal Nefes Almaya Devam Edin (2019)
Aynı zamanda Otel Paranoya isimli resimli öyküsü ve İki Rüya Dokuz Gerçek isimli resimli novellası İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Ben Tek Siz Hepiniz’de yer alan Karanlık isimli öyküsünden uyarlanan kısa film, 59. Altın Portakal Film Festivali tarafından en iyi kısa film ödülüne layık görüldü. Normal Nefes Almaya Devam Edin ise Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri’nin 2020 yılındaki kazananı oldu.

Sinemaya, müziğe ve edebiyata olan tutkusu her yazdığı kitapta belli olan yazarın, kendisinin hazırlayıp sunduğu İstanbul Turu isimli bir podcast’i de bulunuyor. Okudukları, dinledikleri ve izlediklerinden ilham almaya devam eden Bıçakcı, biz okurlara yeni kabuslar vermek için yazmaya halen devam ediyor.
Hakan Bıçakcı’nın podcastini dinlemek isterseniz linki sizin için aşağıya bırakıyoruz. Keyifli dinlemeler!


