Haftalık Kitap Keşfi: Başa Dönemeyiz

Yazı İçindekiler [hide]

İrem Nur Kaya
İrem Nur Kaya
“Yarayla alay eder yaralanmamış olan”
spot_img
spot_img

Her hafta yeni bir kitabı öne çıkarmak amacıyla kurguladığımız Haftanın Kitabı serisinde bu hafta Makbule Aras Eyvazi’nin Yapı Kredi Yayınları etiketiyle Nisan 2022’de yayımlanan Başa Dönemeyiz kitabı var. 

Varlık, Notos, Lacivert, Sabitfikir gibi dergilerde deneme, çeviri ve öyküleri bulunan yazar, “Rüzgâr Bizi Götürecek – Toplu Şiirler” ismiyle Furuğ Ferruhzad’ın kitabını Farsça aslından çevirerek 2019’da Dünya Kitap Yılın Çeviri Ödülü’nü kazanıyor. Özellikle çevirileriyle tanıdığımız Eyvazi’nin 2021 yılında YKY etiketi ve Sonun Bacakları ismiyle yayımlanan bir öyküsü de bulunuyor. Roman türünde yazdığı Başa Dönemeyiz kitabı ise bizi Furuğ Ferruhzad’ın hayatında hiç beklemediğimiz bir yolculuğa çıkarıyor.

Başa Dönemeyiz

Başa Dönemeyiz, modern İran şiirinin öncü isimlerinden Furuğ Ferruhzad’ın hayat öyküsünü kurmacayla harmanlıyor ve şairi, hayatındaki dört erkeğin gözünden anlatmayı deniyor. Karlı bir günde bizleri Tahran sokaklarında yolculuğa çıkaran kitapta anlatıcılar kimi zaman değişiyor ve kendimizi Furuğ’u dinlerken buluyoruz. Yaşamı henüz 32 yaşındayken son bulan Furuğ’un hikayesini onun öldüğü günden başlayarak yani bir nevi “başa dönerek” okuyoruz kitapta. 

Sözü önce “Şahî” olarak anılan İbrahim Gülistan alıyor. İranlı eleştirmen, yazar ve yönetmen Gülistan, Furuğ’un hayatının en önemli parçalarından biri. “Hızlı adımlarla yürüyor, telaşlı değil. Omuzlarında, yapılması gerekeni yapacak olmanın kurşundan ağırlığı… Bir taksiye biniyor. Varken yok olmak, yürürken yürümez olmak, gülerken bütün kaslarının öylece durması… Ve işte böyledir, biri ölür ve geride kalır biri.” diye başlıyor onun bölümü. 8 yıllık bir aşkın ardından Furuğ’u kaybetmek büyük bir yıkım oluyor Şahî için. Satırlarda onunla yaşayamadıklarından ötürü pişmanlıklarını ve onsuz bir hayatın çekilmezliğine dair düşüncelerini okuyoruz. Kitap, gerçek hikayelerin yanı sıra büyük bir iç hesaplaşmayı da okurlarla buluşturuyor. Şahî ve Furuğ bazı insanlara göre “gerçek” aşkı bulmuş olsalar da o dönemin İran’ı için pek çok dedikoduya sebep olacak bir ilişki içindeler. Bunun gelgitli halini ve bir yandan da aşkın şiirselliğini yansıtıyor Makbule Aras Eyvazi kitabında. Sevdiği insanın ölüm haberini alan ve dünyaya nasıl sığacağını bilemeyen bir adamın hislerini okumak boğazınızı düğümlendiriyor.

“Ölüm yalnızca ölen kişi için bir dünya değiştirme değil, hayır asla öyle değil. Ölüm geride kalan için de bir dünya değiştirme. Bütün renklerin aynı anda eridiği bu dünyanın neresine saklanacağını bilmiyor artık. Nereye giderse gitsin zamanın kaygan yüzeyinden bir karanlığa kayıp duracak ruhu. Hiçbir yere ait değil artık İbrahim. Kimseye ait değil. Kimsenin bir parçası değil.”

Şahî’nin hemen ardından Furuğ’un eski eşi ve oğlunun babası Perviz Şapur’un gözünden konuk oluyoruz hikayeye. Furuğ, Pervuz’u ne kadar sevse de Pervuz onun sanatçı kişiliği karşısında eriyor ve annesinin de baskılarıyla sona eriyor ilişkileri. Ama bu sona eriş bir aşkın bitişi gibi değil de fiziksel olarak aynı evde yaşayan iki insanın birbirine veda etmesi gibi görünüyor Pervuz’un gözünden. İçsel çekişmeleri öyle fazla ki büyük bir pişmanlık duyduğunu anlıyoruz okurken, annesine karşı gelemeyip Furuğ’a sahip çıkamadığı için kendine kızıyor. “Yüzünü yıkıyor, aynaya bakıyor, gözlerine… Furuğ’un artık olmadığı bir sabaha uyanan yüzüne. Beden acıyı nasıl da kaydediyor.” diyor yazar onun acısını tarif ederken. Furuğ’u uzun süredir görememiş olsa da bu acıyı kaldıracak güce sahip olmadığını anlıyoruz ama Furuğ’un ruhunu görmezden gelip onu bir kafese kapatmayı istemesini de anlayamıyoruz bir yandan. Yine de o tüm yaşananlara rağmen Furuğ’dan sonra hayatına kimseyi almadığı gibi içindeki Furuğ’u da hep yaşatıyor:

“…hala Furuğ’la mahrem bir hayatı varmış gibi hissediyor. Ona dair her şeyi içinde gizleyerek koca bir ev inşa etmişti geçmişin taşlarından. Furuğ, orada yaşıyordu ve bunu yalnız Perviz biliyordu. Peki ya şimdi? Furuğ’un nefes almadığı bir alemde içindeki Furuğ’a ne olacaktı?”

Dünyaya bir türlü uyum sağlayamayan, “yaraları aşktan” olan bir şairin hikayesinde sadece aşka dair kırgınlıklar yok tabii. Kitabın üçüncü bölümününde yaşananları Furuğ’un erkek kardeşi Feridun Ferruhzad‘ın ağzından dinliyoruz. Tam da bu bölümde aslında Furuğ’un yaşadığı topluma uyumsuzluğunun onun canını ne çok acıttığını fark ediyoruz. Anne ve babasının baskısı, onu anlamayı reddeden insanların baskısıyla genç yaşta büyük acılarla savaşıyor Furuğ. Kardeşinin de ondan farklı bir yönü yok tabii. Tüm aile seçimleri yüzünden babaları tarafından eleştiriliyor daima. Furuğ hep erken öleceğini söylüyor ve kimse bunu diliyle kabul etmese de içten içe biliyorlar aslında. Feridun içinse onun gibi bakışından ne hissettiğini anlayan bir kardeşin kaybının tarif ve kabul edilebilir bir yanı yok. “Yerle gök arasında bir kat daha yalnızdı şimdi.”

Ve nihayet söz aslında Furuğ’un hayatının görünmez katı sınırlarını çizen adama yani babasına geliyor. Albay Muhammed Ferruhzad bir asker disipliniyle evi idare etmeye çalışıyor hep, onun için varsa yoksa kurallar ayakta tutuyor hayatı. Çocuklarını oldukları gibi kabullenmek yerine şekillendirmeye çalışıyor ve bu çabası dağılmış bir aile yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Albay sorunun ne olduğunu anlamayı dahi reddeden otoriter bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Yaşarken bile bürokrasiden ve yöneticilerden hoşlanmayan Furuğ’un cenazesini devlet yapmayı teklif ettiğinde sevinerek kabul ediyor. Feridun buna karşı çıksa bile hiçbir şey fayda etmiyor onun düşüncesini değiştirmeye.

Kitap yer yer başa dönse de nihayetinde adım adım Furuğ’un cenazesine doğru yol alıyor ve karakterlerin sesiyle o anları yaşar gibi oluyoruz. Kurguyla gerçeklik birbirine karışıyor ve geriye altını bol bol çizebileceğiniz bir kitap kalıyor geriye. Furuğ’un genç yaşta yüzleştiklerine şaşırmakla kalmıyor biraz da içinizde hissediyorsunuz acısını. Klişelere düşmeden, İran şiirinden alıntılarla benzersiz bir okuma sunuyor Makbule Aras Eyvazi bizlere. Henüz yeni yayımlanan bu kitabı tüm Söylenti ailesine tavsiye ederek sözü bitiriyoruz.

Gelecek hafta yeni önerimizle buluşmak dileğiyle…

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.