“Okumak, ne kadar etkili olduğunu ölçemediğimiz bir laboratuvardır, ama sadece boş zamanlarımızı, gece parçalarını, siestaları ya da dingin sabahları işgal eden, zararsız bir sakinleştirici olduğu varsayılır. Halbuki tam tersidir. Okuma sırasında içimizde harekete geçen şey bize görünmez, en azından hemen görünmez. Başkalaşım süreklidir, gözlerimizin sayfanın üzerinde gezindiği anın çok ötesindedir.”
Her hafta edebiyat dünyasının farklı katmanlarında gezip çok bilinmeyen ya da raflarda yerini yeni alan kitapları bulduğumuz ve sizlerle paylaştığımız seride bu hafta Riske Övgü kitabı var. Psikanalist ve Felsefeci Anne Dufourmantelle tarafından yazılan Éloge du risque, Türkçe ismiyle Riske Övgü, Murat Erşen çevirisiyle bizlerle buluşuyor. 2021 yılının Ekim ayında raflarda Kolektif Kitap etiketiyle yerini alan kitap okuyucularını sorularla dolu bir okuma serüvenine davet ediyor.
“Şöyle söylemek hoşumuza gider: ‘Zaman kazandım’, sanki bizim için ek bir varlık değerine sahip olacak nicelendirilemez bir yaşam fazlalığından elde edilmiş bu kazanç, bizi parasız ve mübadelesiz bir nevi ekonominin kollarına bırakarak tatmin edebilirmişçesine… Bu hayali kazanç her yere saçılır ama fark edilmeden bizi bir arzu fazlalığına sahip olduğumuza inandırır bu arada. Etkinliklere, mal mülk biriktirmeye ve birçok ritim ve karşı ritme tabi şehir hayatının meşgalelerine ve çalkantısına fırlatılmış halde, farkına varmadan kendimizden ayrılırız.”
Farklı vakalara şahitlik eden ve hayata bir filozof gözüyle bakan Anne Dufourmantelle, kitap boyunca risk konusuyla başlayıp hayatın farklı anlarında yaşadığımız duygulara doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizi. “Hayat biz canlıların pervasızca aldığı bir risktir.” diye başladığı kitapta riskin ne olduğunu ve aslında hayatta ne kadar çok risk aldığımızı fark etmemizi sağlıyor. Kimi durumlarda risk almaktan ne kadar korksak da riskin sandığımız gibi korkulması ve kaçılması gereken bir şey olmadığını anlatıyor. Ama bunu anlatırken kesin yargılar kullanmadan bunu bizim kendimize sorduğumu sorularla yapmamızı istiyor. Kitapta risk şudur, şunu yapın gibi yönlendirmeler bulunmuyor. Eğer bu tarz yönlendirmeler içeren bir kitap bekliyorsanız kitap böyle bir kurguya sahip değil. Yazarın kendi tecrübelerini bir süzgeçten geçirip hazırladığı bir kitapla karşı karşıyayız, ki zaten bu kitabı güzel kılan bizi salt bir okuyucu konumundan çıkarıp kendimizi sorgulamaya yönlendirmesi.
“Kendimizi eylemlerimizde, yargılarımızda, savlarımızda tanımayı o kadar çok isteriz ki. Oysa bizi en iyi tarif eden şey aslında metaforlar, bulanık imgeler, kesinsizliklerdir. Askıda olmak, bizi alacakaranlığa, bir görece körleşme noktasına ve bu noktaya belli bir tarzda tutunmaya geri döndürür. Zira ona tutununca başka bir şey, başka bir sınır, başka bir kıyı görünür. Özne, yönelimselliğin seraplarına teslim olmadığında, eylemiyle, tasarılarıyla, özdeleşme faaliyetleriyle bağını koparmaya çalıştığında, bir anlamda, bizzat öznelliği kusma noktasına varır. Bu eşikte deneyimlenen bir tür evrenselliktir.”
Kendimizi tanımak için farklı yollar olduğunu ve bunun mutluluk anları ya da sakin anlarımızda yaptığımız konuşmalarla değil hayatımızın muğlak anlarındaki davranışlarımızın çözümlemesiyle bu yolu kat edebileceğimizi savunuyor. Kimi durumlarda korkularımızın rehberimiz olabileceğini, belleğimizin bizi risklere karşı korumaya çalışırken sınırlayabileceğini anlatırken hayal kırıklıklarının ve yalnızlığın göz ardı ettiğimiz yönlerini gösteriyor. “Kötü” gibi lanse edilen duygulara daha çok önem verilmesi ve kaçmak yerine yüzleşilmesini tavsiye eden yazar, danışanlarının hikayeleriyle kitabı farklı bir noktaya taşıyor. Eğer biraz yoğun bir döneminizde okursanız kitabın kurgusunu karışık bulabilirsiniz ancak kitaba zaman tanıdığınızda bu hikayelerin kitaba ayrı bir değer kattığını fark edebilirsiniz.
“Kendini terk etmek. Aramızda kim yapabilir bunu? Kendini gerçekten terk etmeyi kastediyorum, hayatta bir kez olsun, koşulsuzca… Kendini terk etmek, kendinizi terk edeceğiniz bir başkasını gerektirir, o kadar talep etmeyen, kendisi de korkan ve kendini koruyan bir başkasını.”
Kitapta birbirinden farklı konulara değinen pek çok başlık bulunuyor: Hayatını Riske Atmak, Ufak Tefek Sihirli Bağımlılıklar, Muallakta, Tutku Pahasına, Sıfır Risk mi?, Korkularımızı Dost Edinmek, Üzgün Olmak Pahasına, Özgür Olmak Pahasına, Yaşayan Ölüler, Algıyı Sonsuzca Genişletmek, Kaygı ve Eksiklik Manevi Açlık mıdır?, Sihirli Dünyaya Elveda: Hayal Kırıklığının Ötesinde gibi başlıklar. Her başlığın içeriği diğeri kadar merak uyandırıcı olmasa da bölümler birbirinden bağımsız kurgulandığından dolayı istemediğiniz başlıkları geçme şansı sunuyor ve okuma serüveninizi kendiniz şekillendirebiliyorsunuz.
“Gelişigüzel dolaşmak, aslında gayet iyi bildiğimiz bir şehirde kaybolmak, durmadan toplanıp gene dağılan bir sohbet için zaman yaratmak, bir randevuyu unutmak, sabaha kadar uykusuz kalmak, bir müddet hayaletlerimizle barışmak, işte böyle anları, “zaman çizelgemiz” kadar düzenli tutmak istediğimiz bir bağlar ekonomisinden çekip alırız ve zamanı idare etmek konusundaki bu dayanılması güç acizlik bizi hissettirmeden çocukluğun erken dönemlerine; yani oyunun ve uyanmanın, kulübelerin ve delice gülüşlerin, ayrıca sürenin kavranamaz izdüşümünde zaman günün hudutlarını gerdiğinde hissedilen tedirginliğin zamanına geri götürür.”
Sorduğu sorularla kendi içimize, eylemlerimize ve risk kavramına bakışımıza yeni bir pencere açan kitabın eleştirilebilecek yanlarından biri ne yazık ki çevirisindeki sorunlar. Yayınevi kitabın baskısını gözden geçirdiğinde ortaya kesinlikle her kütüphanede bulunması gereken bir kitap çıkacaktır. Sorularla ve sorgulamalarla dolu bir hafta diliyoruz. Gelecek hafta yeni kitap keşfimizde görüşmek üzere!