Her hafta günümüze yakın tarihlerde yazılan ve mutlaka keşfedilmesi ve okunması gerektiğini düşündüğümüz kitapları öne çıkarmak için hazırladığımız ‘Haftalık Kitap Keşfi’ adını verdiğimiz serimizde bu hafta şiirsel bir dil ile yazılmış Kaz Düşü romanı ile birlikteyiz. Kitabın yazarı ve aynı zamanda çizerliği rolünü üstlenmiş olan Tuncer Erdem, edebi yazılarının yanında çizer kimliğiyle de biliniyor. Limon, Kitap-lık, Deli ve Öküz dergilerinde de yayımlanmış yazıları ve çizgileri vardır. Size tanıttığımız romanının yanında, Gece Gelen Öyküler, Ben, Bozkır Yeli, Şehrin Ilık Solukları ve adına burada yer vermediğimiz romanları, öyküleri ve çizgi öyküleri de bulmaktadır.
“Bu sabah geldim dünyaya… Kimim ben, bilmiyorum. Yeryüzüne geceleyin kimsenin haberi olmadan düşmüş bir göktaşı gibiyim. Adım yok, geçmişim yok, ailem akrabam, arkadaşım yok. Belki varlar, ama ben bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Kimliğime dair belleğimde hiçbir bilgi yok.” (s. 9)
Geçmişi silinmiş, kimliğini kaybetmiş, kim olduğunu hatırlamayan, hafızası silinmiş, rüya ile gerçek arasında gezinen biriyle çıkıyor karşımıza Erdem. Özgürce hareket ediyor kelimelerle, hayal gücünün sınırlarını genişletiyor kalemi yettiğince. Romanında, insanın çeşitli durumlarda hissedebildiği var oluş sancılarını, hayatın hem acı hem tatlı yüzünü, iyiliği ve kötülüğü, bir insanın hayal gücünün ne kadar genişleyebileceğini konu alıyor. Göçerlere rastlıyor, kırlarda geziniyor, göl kenarlarında yürüyor, kuşları izliyor kahramanımız.
Zaman kavramını farklı bir şekilde ele alıyor kitabında, yaşadıklarımızın ne kadarı gerçek ne kadarı rüya olabilir? Felsefi sorularla doğa olaylarının, gözlemlerin, betimlemelerin ve şiirsel bir dille aktarımı var kitapta. Soruları sorup cevapları arayışını, bölümlerdeki olay örgüsünün içine serpiştiriyor ve bunu okura fark ettirmeden büyük bir ustalıkla yapıyor. “Dinlediğim hikayeyi, anlatıcıyı, tuhaf köy halkını ve kendimi düşündüm. Kim olduğumu hala bilmiyorum. Varlığıma dair ipuçları bulmaya çalışırken kafam daha da karıştı.” (s. 42)
Bölümlere ayrılan kitapta yazarın siyah beyaz basılmış çizimleri de yer alıyor. Çizimlerin arasında tıpkı kahramanın ağzından anlatılan yerlere benzer mekan çizimleri, böcekler, yapraklar, kuşlar ve nicesi yer alıyor. Yazarın dilinin yarattığı atmosfer ile bir masal kitabı okuyormuş hissine de kapılıyorsunuz. Bölümlerin isimleri de birbiriyle bağlantılı ilerliyor. Farklı bir anlatım var, yer yer öykü içinde öykü ile karşılaşıyorsunuz. Bir dede bir öykü anlatmaya başlıyor ‘Dünyada Uzun Zaman Evvel’ adını verdiği bir bölümünde örneğin.
Kahramanımız rüya ve gerçeklik arasında gezinirken okurun da kafasını karıştırıyor. Tam o anda kim ne anlatıyor kim ne yapıyor bilemiyorsunuz. Bazen romanın kahramanı ‘kaybolmuş’ gezgin de bilemiyor nereye gittiğini ve nereye baktığını: “Tam nereye baktığımı bilmiyordum o sırada… Bir zeytin gölgesine yaslanmştım. Boğumlarıyla sırtımı okşuyor, yapraklarıyla yüzüme üflüyordu… Ben köye doğru bakıyordum. Akşamüzeriydi.” (s. 60)
İtalikle yazılmış bölümler kendinden parçaları toplamaya, sorularına cevaplara bulmaya, kimliğini aramaya kalkışmış bir isimsizin uzun yolculuğundan kesitler veriyor bize. İlk bölümü ‘Uykuya varırken’, ‘Şehrin ruhu mu bu?..’, ‘Bir kış deresinde’, ‘Korkuyla bağlıyım dünyaya’, ‘Soğuk kıyılarda gezinen aklım’, ‘Ne yapabilirim ben, yeşil çayırlar biçilirken?’ ve son bölüm ‘Göç yollarında sonuncu durağım mı bu?’ sırasıyla bahsettiğimiz başlıklarımız.
Günlük hayatta insanın düştüğü durumlara da değiniyor yazar metin aralarında. ‘Ardından’ adını verdiği bölümde yalnızlığa ilişkin şu satırlar geçiyor: “Yalnızlık şimdiye kadar benim için olağan bir haldi. Birkaç saatliğine yalnız olmamanın ne demek olduğunu hissettim. Beni fark eden, var olduğuna göre, benimle konuşan biri vardı. Şimdi sıradan halime döndüm ama yalnızlığın ne olduğunu bilerek.” (s. 53)
Erdem, anlatımında geceyle, gündüzle, güneşle, ayla, kol kola gidiyor, hiçbir ayrıntıyı atlamıyor. En küçük bir toz tanesini bile: “Gecenin ısrarcı siyahı, aydınlıktan yeni yeni sıyrılan yer yüzünün her köşesini, çukurunu doldurmaya başladı. Yeryüzünde tek tük beliren kararsız, cılız ışıklar karanlığın içinde çoğaldı, güçlendikçe güçlendi. Köyün üzerinde büyükçe bir yarım ay belirdi sonra. Ben hala nereye baktığımı bilmiyordum. Ama köyün sokak lambalarının vurduğu çatılara serilen sarı tozları görüyordum.” (s. 61)
Kitabı okurken sayfalarından kopmamak, pür dikkat okumak gerekli başlıklar arasındaki bağlantıları kurabilmek ve kahramanın zihninde gezinebilmek için. Kısa bölümlerin yanına iliştirilmiş masal çizgili resimlere de bakmalı ki kelimeleri resimlerinde canlanabilsin.
Son bölümlere yaklaştığınızda, geçmişi silik, anıları soluklaşmış, arada kalmış gezginimiz soruyor: “Göç yollarında sonuncu durağım mı bu?” (s.184) Size soralım, sizce sonuncu durağı mı bu? Cevaplarını bulabilmiş miydi? Böylelikle ‘son’a mı gelinmişti?
Bu kitabı tavsiye niteliğinde size sunmamızın sebebi kelimelerin olanaklarının güçlü bir kalem tarafından kullanıldığında nasıl bir evren yaratılabileceğini ve soru işaretleriyle dolu karamsar ama zaman zaman umudun boy gösterdiği gerçek yanları da bulunan bir masal evrenine dahil olabilme deneyimi yaşayabilecek olduğunuzu düşünmemiz.
Erdem, Tuncer. Kaz Düşü. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019.