“Kitaplara ne kadar çok yer verirseniz verin, asla yetinmezler. Önce, duvarları işgal ederler. Ardından adım attıkları her yeri kaplamaya başlarlar. Evin kitaplardan nasibini almayacak tek köşesi tavanıdır.” (sf.29)
Siz hiç, dünyada bütün eserlerin var olduğu sanal bir kütüphanede gezdiniz mi ? Ya da her kütüphanenin açık olduğu saatten farklı bir saatte yani gece vakti bir kütüphanede bulundunuz mu? Peki ya kapınızın önündeki posta kutunuzda sürekli bir dünya klasiğinin belirdiğini görseniz şaşırır mıydınız? Cehennem diye nitelendirdiğimiz şey aslında bir kütüphane olsaydı mesela?
Zoran Zivkoviç’in kaleme aldığı Başka Zaman Kütüphaneleri isimli eser okuyucularını farklı kütüphaneler arasında büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Yazarın altı bölüme ayırdığı kitapta altı farklı hayal gücüyle oluşturulmuş kütüphane yer alıyor. Bir kitabın içine kocaman bir kütüphane sığdırmış Zivkoviç.
Kitapta kütüphaneler arasında bir yol alırken bazen teknolojinin ilerlemesinin kitaplara yansımasını, bazen kütüphanelerin küçük bir sahaf da olabileceğini, bazen de insanlara büyük cezalar verilmesi yerine kitap okutmanın daha faydalı olabileceğini görüyoruz.
Zoran Zivkoviç hakkında biraz bilgi verecek olursak; Belgrad’da doğduğu bilgisinden başlayabiliriz. Kendisi deneme yazarı, üniversite hocası ve elbette bir yayıncıdır. Eserleri birçok dile çevrilmiş, epey önemli eserler gündeme getirmiştir.
Küçük bir yazar dipnotunu da araya sıkıştırdıktan sonra kitap incelememize devam ediyoruz.
Kitabın ilk bölümü; Sanal Kütüphane.
Bu kısımda aslında teknolojinin harikulade bir şey olduğuna kanaat getirip belki bir yandan da tedirgin olabiliriz. E-postaları hiç okumadan silen birinin, gözüne kitaplarla ilgili bir posta takıldığında merakına yenik düşüp bu postayı açmasıyla başlıyor macera. Bu postada dünyada ne kadar eser varsa hepsinin bir sanal kütüphane içinde yer aldığı anlatılıyor. Sloganları ise “Bizde dünyadaki bütün kitaplar bulunur.” Çok iddialı değil mi?
Postayı okuyan kahramanımız da okuyucular gibi bunun bir saçmalık olduğunu, dünyada bulunan kütüphanelerden birinin bile bütün var olan ve olacak kitapların tamamının içinde bulunamayacağını düşünüyor. Tabi bütün bu düşüncelerinin sonucunda da bu postanın bir dolandırıcı tarafından atıldığına kendini ikna ediyor. Ama gel görelim merakına yenik düşmeden de yapamıyor ve postayı açıyor. Kendi de bir yazar olduğundan dolayı kendi ismini açılan sayfada arama kutusunda aratıyor. Bir de ne görsün. Daha ileriki zamanlarda yayımlanacak kitapları bile sayfada bir anda listelenmeye başlıyor ve üstelik kendi ölüm tarihini bile görüyor. İleriki sayfalarında ise bu konuya e-posta yoluyla bir çözüm bulmaya, gizemi çözmeye çalışıyor. “Kahramanımız” şeklinde hitap etmek daha doğru çünkü bu kitap “ben dili” ile yazılmış bir kitap. Herhangi bir özel isim kullanmaya uygun değil.
“İzahatı olmayan şeyleri, özellikle de işin içine bilgisayar girdiğinde çabucak kabullenmeye başlamak ne kadar tuhaf.” (sf.18)
Diğer bölümü olan; Ev Kütüphanesi bölümünde ise bir oda dolusu dünya klasiğinden söz ediyor yazarımız. Kapının önünde duran posta kutusunda bu sefer elektrik ve su kağıtlarından, mektuplardan farklı bir şeye rastlıyor: Dünya Klasikleri. Birini alıyor ve eve girdikçe bir diğeri posta kutusunda beliriveriyor. Hatta yazarımız hayal gücünün sınırlarını zorlayıp eve hiç gitmeyip kapağı açıp kapattığında dahi yeni bir dünya klasiği belirdiğini fark ediyor. Kahramanımız binbir zorlukla bir sürü kitabı eve çıkarmaya çalışıyor ve sonunda evi koca bir ev kütüphanesine dönüşmüş oluyor.
“Uzun yıllar önce, bu dünyanın açıklanamayan mucizelerle dolu olduğunu fark etmiştim. Bu tür şeyleri açıklamaya çalışmanın hiçbir yararı olmazdı. Açıklamaya çalışanı da büyük bir mutsuzluk beklerdi.” (sf. 24)
Diğer bir bölüm ise; Gece Kütüphanesi.
Kahramanımız bu kısımda kendini kütüphanenin içerisinde kilitli kalmış zannederken bir anda işlerin hiç de öyle olmadığını, aslında olduğu yerin bir gece kütüphanesi olduğunu anlıyor. Anladıktan sonra da tabi içine su serpilirken bir yandan da tedirginliğini saklayamıyor. Korku ve heyecanla dolu bir diyalog gerçekleşiyor bu bölümde kütüphanenin güvenliğiyle. Üstelik bu kütüphanenin normal sayılabilecek tek yanı gece açık olması. Daha ilginç durumlar bekliyor okuyucuları bu hayal gücünün ötesindeki kütüphanede. Örneğin kitaplar arasında dünyadaki her bireyin bir hayat kitabı mevcut. Kahramanımız da kendi hayat kitabını okurken alnından boncuk boncuk terler süzülüyor. Bir de bu kütüphanede zaman, dışarıdaki zamanla aynı geçmiyor. Müthiş bir düş gücüyle yazılan bölümde insanın ne yapıp edip bir gece kütüphanesi bulası geliyor açıkçası.
“Kendimi fala inanmayan, ama kendisine geleceğini anlatan bir falcının önünde durmuş bekleyen biri gibi hissediverdim.” (sf.48)
Yine kalemine sağlık denebilecek bir bölüm daha; Cehennem Kütüphanesi.
İşte bu kısım okuyuculara genelde “keşke dünyada böyle bir cezaevi olsa” dedirtiyor. Ödül gibi bir cezayla karşılaşıyor kahramanımız cehennem diye nitelendirilen yerde: kitap okumak. Cehenneme gidenlerin yapması gereken tek şeyin artık sonsuza kadar kitap okumak olduğunu anlatıyor yazar bu bölümde. Aslında bu yöntemin günümüzde de uygulanmasının ne denli hayatımızı değiştirebileceğini iç münakaşamızla anlamamızı sağlıyor. Bu bölümün ana düşüncesine ise “eğitim kaderdir” diyebiliriz.
“Eğer çok kitap okurlarsa, kötülük yapmak için hem daha az güdüleri olacak, hem de kötülük yapmaya pek zaman bulamayacaklardı. (sf.62)
Beşinci bölümde ise büyülü bir sahafa denk geliyoruz; Küçük Kütüphane.
Sahafların ne denli önemli olduğunu gösteriyor bilhassa bu bölüm okuyuculara. Hayal de olsa yolunun sahafa düşmesini ve anlatılan yaşlı amcayı görmek istiyor okuyucu bir süre sonra. Yaşlı sahafımız kahramanından para almayarak üç kitap hediye ediyor. Fakat kahramanımız poşeti açtığında dördüncü bir kitabında orada usul usul durduğunu fark ediyor. Evet, işte sihrimiz tam da bu kitaptan ibaret. Çünkü o kitap her baştan açıldığında farklı isimde farklı bir kitaba evriliyor. Kim istemez ki bir kitabın birden çok kitap haline gelmesini. Tabi ilk gördüğünde kahramanımız da buna şok oluyor herkesin olacağı gibi. Böyle küçük ama aslında koca bir kütüphanesi olan büyülü sahaflara denk düşse keşke yollarımız.
“Yazarların kokusu olur. Bir yazar yazmakta ne kadar zorlanırsa, kokusu da o kadar keskindir. Bunu bilmiyor muydun?” (sf. 70)
Kitabın sonu olan Soylu Kütüphane bölümünde ise bütün bu kitabın, yani “Başka Zaman Kütüphaneleri” nin bir özeti yapılıyor denebilir. Yazar yine hayal gücüne sığınarak kendi yazdığı kitabın küçük ve tatlı bir yorumuyla karşımıza çıkıyor. Yazdığı bölümleri bazen bir rus salatasına, bazen bir vişneli pastaya bazense etli şehriye çorbasına benzetiyor.
Hayal gücünün derinliklerini keşfedip, kütüphane kavramını apayrı yönlerden görebilmek için okunmaya değer bir kitap “Başka Zaman Kütüphaneleri”. Kitaptaki kütüphaneler gerçekten de çok başka zamanın kütüphaneleri.
“Her ne kadar yok olup gitmeyi hak ediyorsa da içimde bu kitaba karşı küçük bir duygusallık yeşermeye başlamıştı.” (sf. 96)
Başka Zaman Kütüphaneleri- Zoran Zivkoviç
Ketebe Yayınları, 2022