Sinema dünyasında yolculuk etmeye hazır mısınız? Sinema editörleri olarak, özenle seçtiğimiz 6 filmle birlikte, aksiyondan drama, bilim kurgudan romantizme kadar geniş bir yelpazede öneriler sunuyoruz. Bizimle birlikte, sinemanın büyülü dünyasında yolculuk ederken, unutulmaz bir film deneyimi yaşamanın keyfini çıkarın. Haftanın öne çıkan filmlerini takip edin ve sinema dünyasının sınırsız olanaklarına bir adım daha yaklaşın!
Under the Tuscan Sun (2003)
Aleyna Kavak önerdi.
Fantastic Mr. Fox (2009)

Roald Dahl’ın yazmış olduğu kitaptan uyarlanan, Was Anderson’ın uzun metrajlı animasyon filmi Fantastic Mr. Fox, karakterlere gizlenen etmenler, yer verilen ifadeler ve Anderson imzası renkleriyle ikonik bir filmi var ediyor.
Hayatını hırsızlık yaparak sürdürmekten keyif alan Mr. Fox, bir kaçma kovalama macerasının tam ortasında eşinin hamile olduğunu öğrenir. Bu haber her ne kadar sevindirici olsa da beraberinde getirdiği sorumluluklar, iyi bir baba olmak zorunda oluşu ve hayatını idame ettirirken risksiz bir yoldan ilerlemesi gerektiği gerçeğiyle yüz yüze gelmek karakterimize farklı bir soluk getiriyor. Aradan geçen yılların ardından gazeteci olan Mr. Fox bakalım olmak zorunda olduğu kişiye ne kadar uyum sağlayabilecek.
Animasyon filmi oluşunun yanı sıra arka planda gözlemleyebildiğimiz sosyolojik ve psikolojik etmenler filmi bir animasyon olmaktan ayırıyor. Hayata dair, insanın kim olduğuna, özüne dair çok fazla soruyla karşı karşıya geliyoruz. Tüm bunların beraberinde izleyicilerine sıcak bir ortam sağlarken aynı zamanda hafızalarımızda yerini tutacak bir film olma özelliği taşıyor.
Asiye Tuna Deniz önerdi.
Run Lola Run (1998)

Lola (Franka Potante) ve Manni (Moritz Bleibtreu) Berlin’de yaşayan iki genç sevgilidir. Mafya için kuryelik yapan Manni, mafyaya ait para dolu bir çantayı kaybedince başı büyük bir belaya girer. Manni, en yakın telefon kulübesinden Lola’ya telefon açarak parayı bulamazsa mafyanın onu 20 dakika içerisinde öldüreceğini söyler. Sevgilisini kurtarmak için sadece 20 dakikası olduğunu öğrenen Lola koşmaya başlar.
Tom Tykwer imzalı Run Lola Run, suç ve aksiyon janrlarının seyri zevkli temposunu katmanlı bir felsefeyle sunmayı başararak anlatısına derinlik katıyor. Aslında filmde zaman akışı lineer ilerlese de Lola’nın yaptığı farklı tercihlerle farklı paralel evrenlere giderek aynı 20 dakikayı tekrar tekrar izliyoruz. Bu döngüsellik sayesinde küçücük bir zaman diliminde yapılan farklı tercihlerin gümbürtülü sonuçlarıyla tekrar tekrar yüzleşerek olasılıklar arasında bir gezintiye çıkıyoruz. Bu bağlamda film; kelebek etkisi kavramını anlatısının odak noktasına alarak olasılıklar, tercihler ve baş döndürücü sonuçlar üzerine hem düşündürücü hem de heyecan verici bir hikâye anlatıyor. Sıradan denebilecek bir konuyu sıra dışı bir yöntemle anlatmayı seçmesiyle deneysel bir bağımsız film olarak nitelendirebileceğimiz Run Lola Run, seyirciyi Berlin sokaklarında tekno müzik eşliğinde koşturup duran kırmızı saçlı bir kızın peşine takarak hayata ve seçimlere dair kayda değer sorular soruyor.
Ayçe Cansu Yaşar önerdi.
Dream Scenario (2023)

Paul Matthews (Nicolas Cage) olağanüstü bir durumdan geçiyor. Bir üniversitede evrimsel biyoloji profesörü olan Paul, bir anda herkesin rüyalarında gördüğü bir adam olmaya başlıyor. Paul, bu rüyalarda yalnızca pasif bir izleyici olarak yer alıyor. Herkesin rüyasında gördüğü adam sıfatının getirdiği ün ile bir kitap yazmaya karar veriyor. Fakat bu tuhaf rüyalarda bir süre sonra Paul, rüyayı görene zarar vermeye başlıyor. Bu da artık kötü şöhretli biri olarak anılmasına yol açıyor. Film aslında şöhretin ve doğasına ilişkin basit bir hikâye sunuyor. 21. Yüzyılda yaşamanın bir getirisi olarak, cancel culture olarak andığımız şeyin ne kadar doğru olduğuna dair bir mesaj da iletmeye çalışıyor.
2022’de Sick of Myself filmiyle pek çok izleyicinin radarına giren Norveçli yönetmen Kristoffer Borgli, yapımcılığını tuhaf filmlere olan ilgisini bildiğimiz Ari Aster’in üstlendiği Dream Scenario ile karşımıza çıkıyor. Sektörün iki tuhaf aktörü olan Nicholas Cage ve Michael Cera’nın birlikte olduğu tuhaf bir film izliyoruz. Rönesans dönemini yaşayan Cage, filmin kendisinden daha çok öne çıkıyor.
Berfin Sayarsoy önerdi.
Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri (2023)

Onat Kutlar, 1961 yılında Fransız Sinematek’i ile tanıştıktan sonra sinemaya olan tutkusunu keşfeder ve İstanbul’da bir Sinematek kurmaya karar verir. Türk Sinematek Derneği birkaç yıl sonra, 1965’te Onat Kutlar ve bir grup aydın tarafından kurulur. Sinematek beklenenin üzerinde, müthiş bir ilgi görür ve dünyanın dört bir yanından sanat filmleri burada ilk kez gösterilir. Sinematek sadece film göstermekle kalmaz, aynı zamanda entelektüel bir film kültürünün ortaya çıktığı ve yeni nesil sinemacıların, eleştirmenlerin yetiştiği bir yer haline gelir.
Önder Esmer tarafından çekilen, fikirleriyle, yazılarıyla sinema dünyasına büyük bir iz bırakan Türk Sinematek’inin kurucularından Onat Kutlar’a adanmış olan bu belgesel, yalnızca sinemamızın yakın tarihini sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bizi politik bir yolculuğa da çıkarıyor. Filme MUBI kataloğundan ulaşabilirsiniz.
Günsu Akçatepe önerdi.
Malta Şahini (The Maltese Falcon), John Huston, 1941

Hollywood Altın Çağı’nın efsane aktörlerinden Humphrey Bogart’ı 125. doğum gününde, en az kendisi kadar efsaneleşmiş bir filmiyle anmak istedik. John Huston tarafından 1941 yılında yönetilen Malta Şahini (The Maltese Falcon); kara film (film noir) türünün eskimeyen bir klasiği ve muhteşem bir örneği. Dashiell Hammett’in kitabından uyarlanan filmde, Bogart kendisiyle adeta özdeşleşen özel dedektif Sam Spade rolünde. Spade, Malta Şahini ismi verilen bir heykelciğin peşine düşüyor ancak kendisini beklenmedik bir gizem ve entrika ağının ortasında buluyor. Kara film türünün olmazsa olmazlarından, Mary Astor tarafından canlandırılan femme fatale’in (erkekleri tuzağa düşüren fettan kadın karakter) hikayeye dahil olmasıyla ise olaylar çok daha karmaşık bir hal alıyor. Tüm bunların neticesinde Spade; ihanetler, aldatmalar ve çeşit çeşit karakterlerle dolu bu labirentten çıkış yolunu bulmaya çalışıyor.
Malta Şahini’nin en önemli özelliklerinden biri, kara film türünde belirleyici bir rol oynaması. Nitekim film sadece arketipik karakterler yaratmakla kalmadı, seyirciye karanlık bir atmosfer sunarak türün daha net tanımlanmasını sağladı. Filmin karmaşık olay örgüsü, kara filmlerin ayırt edici özelliklerinden bir diğeri haline gelen kompleks anlatının yolunu açtı. Humphrey Bogart’ın Sam Spade rolündeki unutulmaz performansı ise, Hollywood’da daha sonra ekseriyetle göreceğimiz, gerçekçi ve sert dedektif karakteri için standartları belirledi. Özetle Malta Şahini, sadece türün özelliklerini içeren bir kara film olmanın ötesine geçerek; hikaye anlatımı ve karakter gelişimi açısından referans noktası niteliğinde bir eser olarak ismini sinema tarihine yazdırdı. Eğer siz de klasik sinemayı seviyor ve bu hafta kültleşmiş bir film arıyorsanız; hem kara film türünü tanımlamasıyla, hem de Bogart’ın ikonik performansıyla Malta Şahini, Bogart’ı 125. doğum gününde anmak için mükemmel film olabilir. En nihayetinde tıpkı Dedektif Spade’in dediği gibi: Malta Şahini, ‘‘rüyaların yapıldığı maddeden yapılma’’.
Sedef Hızlan önerdi.