Sinema dünyasında yolculuk etmeye hazır mısınız? Sinema editörleri olarak, özenle seçtiğimiz 6 filmle birlikte, aksiyondan drama, bilim kurgudan romantizme kadar geniş bir yelpazede öneriler sunuyoruz. Bizimle birlikte, sinemanın büyülü dünyasında yolculuk ederken, unutulmaz bir film deneyimi yaşamanın keyfini çıkarın. Haftanın öne çıkan filmlerini takip edin ve sinema dünyasının sınırsız olanaklarına bir adım daha yaklaşı
Ouija (2014)

Ouija yönetmenliğini Stiles White üstlendiği bir korku filmidir. Filmin başrollerinde Olivia Cooke, Ana Coto, Daren Kagasoff, Bianca A. Santos, Douglas Smith ve Shelley Hennig gibi oyuncular yer almaktadır.
Hikaye, bir grup genç arkadaşın, ölen bir arkadaşlarının ardında bıraktığı gizemi çözmek için bir Ouija tahtasına başvurmaları ve bu eylemin beklenmedik, korkunç sonuçlarını konu alır. Gençler, ölen arkadaşlarıyla iletişim kurmaya çalışırken, geçmişteki bir lanetle ve karanlık bir varlıkla karşılaşırlar. “Ouija,” klasik korku unsurlarını kullanarak izleyiciye gerilim ve korku dolu bir deneyim sunmayı amaçlar. Stiles White’ın yönetmenlik becerisi, filmi atmosferik ve gizemli bir tonla şekillendirir. Oyuncular ise korku türüne özgü rollerini başarıyla canlandırarak filmin etkisini artırmaktadır.
Aleyna Kavak önerdi.
Her (2013)

Spike Jonze‘un senaristliğini yaptığı ve aynı zamanda yönetmen koltuğuna oturduğu Her, bizlere çokta uzak olduğunu düşünmediğimiz bir dünyanın merkezinden sesleniyor.
Film, başkaları adına yazdığı duygusal mektuplarla yaşamınısürdüren melankolik Theodore’un hissettiği yalnızlığı birişletim sistemi satın alarak bastırmaya çalışmasını konu alıyor. Başlarda bu durumu komik ve saçma bulan karakterimizinhayatına yalnızca bir ses olarak dahil olan işletim sistemiSamantha’ya bir gün aşık olmasıyla yaşananlar, başrolümüzün ve hatta izleyicilerin tahmin edemeyeceği birnoktaya varıyor. Bilim kurgu kategorisinde yer alan filmin; aşk, çaresizlik ve tüm insani duygularla birleşmesiyle ortayaçıkan hikaye, birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Joaquin Phoenix’in başrolü üstlendiği ve işletim sistemini ScarlettJohansson‘ın seslendirdiği film, birçok ödülün beraberinde2014 yılında “En İyi Orijinal Senaryo” ile Oscar’ın sahibioluyor.
Asiye Tuna Deniz önerdi.
12 Angry Men (1957)

Neredeyse tamamı tek mekânda geçen film, kısa bir mahkeme sahnesiyle açılış yapar. Babasının cinayetinde baş şüpheli olan bir gencin idam edilip edilmemesi birbirinden oldukça farklı karakterlerdeki 12 jüri üyesine bağlıdır. Jüri üyeleri oylama yapmak için bir odaya geçer. Hava çok sıcaktır; yetişecek maçlar, evde onları bekleyen eşler vardır. Hızlıca mutabık olup gitmek isterler. Zaten hepsi çocuğun suçlu olduğundan son derece emindir. Bir kişi hariç: 8. jüri…
Tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olan, senaryosunu Reginald Rose’un yazdığı ve yönetmen koltuğunda SidneyLumet’in oturduğu 12 Kızgın Adam; neredeyse tamamı tek mekânda geçmesine ve tamamen diyaloglara dayanmasına rağmen seyirciyi bir an olsun sıkmamayı başarıyor. Parçalanması atomdan daha zor olan “ön yargı”ları 90 dakikada paramparça eden film, 12 jüri üyesinin 12’sinin de kusursuz bir karakter portresini çıkarıyor. Üstelik film, Epistemoloji ve Etik gibi Felsefe dallarıyla ilişkilendirilebilecek incelikli sorularıyla üzerinden yıllar geçmesine rağmen tazeliğini koruyabilen açmazlar yaratıyor. Jüri üyeleriyle birlikte seyirci de hiç tanımadığı Latin Amerikalı bir gencin, babasını öldürüp öldürmediğini sorgularken buluyor kendini. Böylece sadece jüri üyeleri değil, seyirci de ön yargılarla yüzleşme sürecine ustaca ortak ediliyor. Derinlikli karakterleri, felsefi yönden doygun soruları, tüm gerilimi tek mekâna ve 12 alelade adama sığdırmaktaki ustalığı, Henry Fonda’nın can verdiği ikonik 8. Jürisiyle, efsaneleşmiş sahneleri ve diyaloglarıyla 12 Kızgın Adam; herkesin mutlaka izlemesi gereken zamansız bir başyapıt!
Ayçe Cansu Yaşar önerdi.
Please Don’t Destroy: The Treasure of FoggyMountain(2023)

Çocukluklarından beri arkadaş olan Ben, Martin ve John, sıkıcı hayatlar yaşıyorlardır. Her biri, mevcut durumlarından bir çıkış arıyordur. Hayatlarının dönüm noktasına geldiklerinde bir hazine avına çıkmaya karar verirler. Bu hazine avı ise, onları hiç beklemedikleri bir duruma sokacaktır. Her iyi film gibi, Please Don’t Destroy da iki hikayeden oluşuyor: Test edilen bir arkadaşlık öyküsü ve büyük bir hazine uğruna çıkılan bir macera. COVID-19’un ilk zamanlarında Saturday Night Live‘da “Please Don’t Destroy” adlı skeçleriyle viral olan üçlü, bu kez bir uzun metrajla karşımıza çıkıyor. Her skeçlerinde yaptıkları gibi, burada da kendilerini kurgusal bir karakter haline getiriyorlar. İlk ciddi işleri olmasına rağmen sahip oldukları mizah anlayışı ve aralarındaki kimya izleyiciye Superbad’i hatırlatıyor. SNL mizahına aşina olanların filmin hemen her dakikasında güleceklerini iddia etsek fazla ileri gitmiş olmayız.
Berfin Sayarsoy önerdi.
Ruben Brandt, Collector (2018)

Milorad Krstić tarafından yazılıp yönetilen buanimasyon, bir psikoterapist olan Ruben Brandt’in başka bir terapistin yardımıyla, sanat eserleriyle dolu kabuslarından kurtulmaya çalışmasını konu alıyor. RubenBrandt, dünyanın dört bir yanındaki ünlü sanat eserlerinin görüntülerinden rahatsızlık duyan biridir. Bu rahatsızlık onu kâbuslarla başa çıkma noktasına getirir ve sonunda bir grup suçlu ile bir araya gelir. Birlikte, dünyanın dört bir yanındaki müzelerden değerli sanat eserlerini çalarlar. Ruben, çaldıkları eserleri koleksiyonuna ekleyerek kabuslarından kurtulmayı umar. Film, sanat, suç, psikoloji ve gerilimi başarıyla birleştirirken, aynı zamanda izleyiciye görsel olarak büyüleyici bir animasyon deneyimi sunuyor.
Günsu Akçatepe önerdi.
Eileen (2023)

Birçok filmin dünya prömiyerine ev sahipliği yaparak sinema dünyasına ses getirecek bolca eser tanıtması beklenen Sundance Film Festivali’nin 40.sı bu hafta başlıyor. Biz de bu vesileyle, galasını geçtiğimiz sene Sundance’de yapan William Oldroyd imzalı Eileen filmini anmadan geçmek istemedik. Eileen, 1964 yılında ve Massachusetts’in sert kışında geçen bir dönem filmi. Genç bir sekreter olan Eileen (Thomasin McKenzie), çalıştığı hapishaneye yeni gelen danışman Rebecca’nın (Anne Hathaway) göz kamaştıran kişiliği karşılığında büyüleniyor. Ancak ikilinin arkadaşlıkları, Rebecca’nın karanlık sırrının ortaya çıkmasıyla son derece karmaşık bir hal alıyor.
Eileen özellikle 1940 ve 50’lerde Hollywood’da hakimiyet kurmuş film noir (kara film) tarzının konvansiyonlarıyla oynamasıyla dikkat çekiyor. Film için tuhaf ve cezbedici bir psikolojik gerilim demek mümkün. Klasik Hitchcock-vari bir gerilim ile izleyiciyi yavaş yavaş işleyen filmdeki şeytani mizah; Anne Hathaway ve Thomasin McKenzie’nin başarılı performanslarıyla birleşerek keyifli bir sinematik deneyim vadediyor. Yönetmen Oldroyd ise filmin anlatısını her daimgüçlü tutuyor: seyirciye Eileen’in içselliğine dair kısa bir bakış sunuyor, ardından ürkütücü filmini, takıntılı romantik bir hikayeden şiddetli gerilime götüren ustaca zamanlanmış bir tarzdeğişikliğiyle alt üst ediyor. Özetle, belki Eileen Amerika’nın kara kışının ortasında geçiyor ama yavaş yavaş hararetlenerek izleyiciyi içine çekmeyi başarıyor.
Sedef Hızlan önerdi.


