Sinema dünyasında yolculuk etmeye hazır mısınız? Sinema editörleri olarak, özenle seçtiğimiz 5 filmle birlikte, aksiyondan drama, bilim kurgudan romantizme kadar geniş bir yelpazede öneriler sunuyoruz. Bizimle birlikte, sinemanın büyülü dünyasında yolculuk ederken, unutulmaz bir film deneyimi yaşamanın keyfini çıkarın. Haftanın öne çıkan filmlerini takip edin ve sinema dünyasının sınırsız olanaklarına bir adım daha yaklaşın!
Three Men and a Baby (1987)

Leonard Nimoy tarafından yönetilen 1987 yapımı bir komedi filmi olan Three Man And A Baby, yaşam tarzları oldukça farklı üç bekar adamın, bir bebekleri olduğunda yaşadıkları komik ve duygusal deneyimleri konu almaktadır.
Başrollerde Tom Selleck, Steve Guttenberg ve Ted Danson gibi tanınmış oyuncular bulunmaktadır. Hikaye üç bekar arkadaşın, Peter (Tom Selleck), Michael (Steve Guttenberg) ve Jack (Ted Danson), New York’ta yaşadıkları lüks dairede geçer. Bir gün, Jack’in yurtdışına gitmesi gerektiğinde beklemediği bir sürprizle karşılaşırlar: Jack’in bir eski sevgilisi, bir bebek ve ardında bir not bırakır. Üç adam bebeğe bakmaya ve büyütmeye karar verirler, ancak bebek büyüdükçe komik ve zorlu anlarla dolu bir hayat başlar. Bebeğin gerçek annesi hakkında daha fazla bilgi ortaya çıktığında, üç adam ve bebek arasındaki ilişki daha da karmaşıklaşır. “Three Men and a Baby,” bekar erkeklerin bebek büyütme deneyimini işlerken, klasik komedi öğelerini ve duygusal anları bir araya getirir. Film, bebekle ilgili yaşanan komik olaylarla izleyiciyi güldürürken, aynı zamanda dostluk ve aile bağlarının önemine de vurgu yapar.
Aleyna Kavak önerdi.
Fucking Åmål (1998)

Film, İsveç’in Åmål kasabasında yaşayan içine kapanık bir genç kız olan Agnes’in okulun popüler kızlarından Elin’e hissettiği aşk ekseninde şekilleniyor. Yaşadıkları kasabadan nefret eden ve en kısa sürede buradan kaçmak isteyen Agnes ve Elin arasında, okul hiyerarşisinde tamamen farklı katmanlarda bulunmalarına rağmen arkadaşlığın ötesinde bir ilişki gelişiyor.
2002’de çektiği Lilja 4-ever filmiyle tanınan İsveçli yönetmen Lukas Moodysson’un 1998 yapımı filmi Fucking Åmål, eşcinsel bir aşk hikâyesini ergen karakterlerin büyüme sancılarıyla birleştiriyor. Daha önce defalarca benzerlerini izlediğimiz ergenlik, büyüme sancıları, uzaklara gitme hayali, kuir aşk ve okul zorbalığı gibi temalar arasında dolaşan film, gösterişsiz anlatımıyla benzerleri arasından sıyrılıyor. Amerikan gençlik filmlerine benzer bir denklem takip edilse de İskandinav esintisi ve filmin geneline hâkim olan doğallık sayesinde klişe bir konudan benzersiz bir seyirlik ortaya çıkıyor.
Ayçe Cansu Yaşar önerdi.
Häxan (1922)
Benjamin Christensen’in Häxan‘ı, tek bir kategoride sınıflandıramayacağımız, türünün ve döneminin öncüsü olmuş sessiz bir film. İsveç yapımı bu sessiz film, antik çağlardan Orta Çağ dönemine ve filmin çekildiği 1922 yılına kadar büyücülük hakkındaki fikirleri yeniden keşfetmek için tarihi gerçekleri ve halkın batıl inançlarını birleştiriyor. Christensen’ın filmi kasıtlı olmasa da 100 yıl boyunca bir şekilde güncel kalmayı başardı. Häxan’ın sunduğu dehşet, günümüzde cadı ve büyücülük tasvirlerinden çok, yüzlerce yıldır kadınlara yönelik devam eden sistematik baskı ve istismarı tasvir etmesi gerçeğinde yatmaktadır. Kısmen bir belgesel kısmen de bir korku filmi olan Häxan, yedi bölüm süren Batı okültizm tarihi boyunca çeşitli inanç ve temaları araştıran, özellikle Orta Çağ döneminde büyücülüğe ve o dönemde cadıcılıkla suçlanan kadınlara yönelik tarihi zulme odaklanan epizodik bir filmdir. Filmin sürekli bir olay örgüsü yok. Yönetmenin kendisi de bu durumu “hareketli resimlerle bir kültür ve tarih dersi” olarak tanımlamış.
Berfin Sayarsoy önerdi.
The Boy and the Heron (2023)

Son filmi The Wind Rises’dan 10 yıl sonra sinemaya geri dönen anime ustası Hayao Miyazaki, yine hayal gücünün sınırlarını zorlayarak ortaya göz kamaştırıcı bir hikâye çıkartıyor. İkinci Dünya Savaşı devam ederken, annesinin trajik ölümüyle sarsılan genç Mahito, annesine çarpıcı şekilde benzerlik taşıyan yeni üvey annesi Natsuko’nun huzurlu kırsal evine Tokyo’dan gönderilir. Yeni hayatına ve çevresine uyum sağlamaya çalışırken, bu garip yeni dünya, Mahito’yu şaşırtan ve baş belası olan sürekli gri bir balıkçılın ortaya çıkmasıyla daha da tuhaf bir hale gelir.
Balıkçıl ona annesinin, gizemli bir kulede hala yaşadığını söyler. Mahito hasta Natsuko’nun kuleye girdiğini görünce onu takip eder ve burada tuhaf yeni bir dünya keşfeder. Burası, Mahito’ya yardım eden sihirli genç bir kadın Himi, insanları yemek isteyen dev muhabbet kuşları ordusu ve tüm bunların hükümdarı olan Natsuko’nun büyük amcası gibi unsurlar içeren gizemli bir dünyanın da kapılarını açacaktır.
İzleyiciyi kendi gerçekliğindeki bu etkileyici masala davet eden Miyazaki, muhteşem animasyonları, unutulmaz karakterleri ve kendi kuralları ile oluşturduğu hikâye anlatıcılığı ile yeniden kendine hayran bırakıyor.
Günsu Akçatepe önerdi.
School of Rock (2003)

School of Rock, 2003 yılında Richard Linklater tarafından çekilmiş ve başrolünde Jack Black’i kariyerinin en ikonik rollerinden biri olan Dewey Finn olarak izlediğimiz eğlenceli bir komedi filmi. Film, kariyerinde şansı bir türlü yaver gitmemiş, talihsiz bir müzisyenin, prestijli özel okula yedek öğretmen olarak gitmesini konu alıyor. Alışılmadık yöntemleriyle dikkat çeken Dewey, müfredatı takip etmek yerine, yetenekli ama içe kapanık öğrencilerden oluşan sınıfı bir rock grubuna çeviriyor ve onları Battle of Bands adı verilen yarışmaya hazırlamaya karar veriyor. Öğrenciler cevherlerini keşfettikçe kendilerine olan güvenleri artarken, Dewey de onlarla birlikte büyüyor ve kişisel gelişimin önemini keşfediyor.
School of Rock’ın en etkileyici yanlarından biri, müziğin ve büyük çerçevede sanatın, eğitimdeki önemli rolünün altını çizmesi. Film, seyircilere yaratıcılıkları ve tutkularını keşfetmenin ne kadar mühim olduğunu hatırlatırken; genellikle özgünlükten ziyade tektipliliğe öncelik veren katı ve ezberci eğitim sistemlerine de meydan okuyor. Jack Black’in Dewey Finn rolündeki enerjik ve eğlenceli performansı ise, filmi her yaştan izleyici için keyifli ve ilham verici bir deneyim haline getiriyor. Aynı zamanda müzikleriyle de akıllarda yer eden filmin başrol oyuncusu Black’in gerçek hayatta da bir müzisyen olduğu ve Tenacious D isimli bir müzik grubu kurduğu; öğrencilerin hepsinin ise filmde çaldıkları enstrümanları gerçek hayatta da çaldıkları biliniyor. İzleyicileri yeteneklerini keşfetmeleri ve farklı açılardan düşünmeleri konusunda teşvik eden School of Rock, müziğin ve sanatın etkili gücünü takdir eden ve keyifli vakit geçirmek isteyen tüm sinemaseverlerin izlemesi gereken türden bir film.
Sedef Hızlan önerdi.



