Gündüz Vassaf – Cennetin Dibi | Kitap İncelemesi

Editör:
Rabia Yeşil

Gündüz Vassaf’ı pek çoğumuz Cehenneme Övgü kitabıyla tanıyoruz. Yazar bu kitabında, gözümüzün önünde duran fakat bir türlü fark edemediğimiz o kayıp nesneler gibi, totalitarizmin modern insan tarafından kanıksanmış pek çok yönünü pratik hayat örnekleriyle ortaya seriyor, bakışlarımızı hakikate bir nebze daha yaklaştırıyor. Cehenneme Övgü’nün devamı niteliğinde olan ve inceleme konumuzu oluşturan Cennetin Dibi kitabı ise, “modern zamanlarda eğlencelik hayat” alt başlığıyla bizi dipte kalan her şey gibi günümüz dünyasının en uç noktalarında gezdiriyor. Gündüz Vassaf’ın cennet olarak nitelendirdiği bu evreni tüm köşeleriyle birlikte, muhtemelen adını ilk defa duyacağınız şirketler, koloniler, hastalıklar ve çözümler eşliğinde gezelim.

Gündüz Vassaf, on üç ana bölümden oluşan Cennetin Dibi isimli kitabını, modern dünyanın ayarlarını biraz kurcalayarak geleceğin olası dönüşümlerini zaman zaman bu olay tarihten gerçek bir kesit mi yoksa kitabın kurmacasına sıkıştırılmış bir anı mı diye düşündüren hikayeleştirme tarzıyla ilerletiyor. Vassaf’ın alışık olduğumuz ironik tarzı bu hikayelerde dil kullanımından ziyade olayların karşılaştırma ile oluşturulmuş çarpık yönlerinden kaynaklanıyor. Yazar bu esnada verdiği bilgilerle geniş kültürel birikimini okuyucuya yansıtıyor; gerçeği kurmaca ile birleştirerek taşlama için uygun bir zemin hazırlıyor.

Kitabın ilk sayfalarında bizi bir iskelet, çeşitli illüstrasyonlar ve minik dipnotlar karşılıyor. Bu el sallayan iskelet figürü kitabın son sayfasında bize arkasını dönmüş başka birilerine el sallar vaziyettedir. Kim bilir belki de yazar burada kitabın başından sonuna bizi yüz seksen derece döndürmüş ve bizler artık aynı resmi farklı açılardan görmeye başlamışızdır. Bu resimler her bölüm arasında devam ediyor. Kitabın bu görselleştirmelerinin okuyucuya konular arası nefes aldırması bir yana, düşündürerek gelecek konuya hazırlaması bakımından oldukça yararlı olmuş.

Kitabın ilk bölümü “Kiralık Hükümetler”. Her ürünün değerinin alım-satım gücü ile belirlendiği günümüz kapitalist toplumunda, hükümetlerin kiralanmaya başlaması yine de şaşırtıcı görülebilir. Vassaf’ın evreninde ise bu oldukça kâr getiren bir işlem. Gazetelerdeki şirket ilanlarına bakıyorsunuz ve hükümetinizi bütçeniz doğrultusunda bir şirkete teslim ediyorsunuz. Ayrıca bu şirketler o kadar profesyoneller ki halkın arzuladığı ideolojik görüntüyü de size sunuyorlar, ister anarşist ister muhafazakâr bir görünüm olsun. Üstelik yine Adam Smith’in görünmez eli devrede: İyi şirketlerin hisseleri değerleniyor kötü şirketlerse piyasadan siliniyor. Bu distopik görüntünün arkasında, yazarın işaret ettiği asıl nokta ise gittikçe demokratik değerlerden uzaklaşan hükümetlerin salt ekonomik kaygılarla hareket ederek bir şirket haline bürünmesi olabilir.

“Yüzyılımızın devletleri uzaktan kumandalı bombalarıyla sivilleri kıyadursun, ortaçağda tepeden tırnağa zırhına bürünen şövalye, aynı zırhı onu korumak için atına da geçiriyordu. Yok etmek değil, hükmetmekti esas olan. Bugün sanılanin tersine, insanın, atın değeri vardı ortaçağda.”

“Büyük Marlboro Meydan Muharebesi” kitabın ikinci bölüm başlığı. Gündüz Vassaf burada ilk olarak muharebenin zamanla değişen boyutlarından bahsediyor. Eskiden askerlerin görkemli kıyafetler giyerek meydanlarda yaptıkları savaş, artık askerlerin olabildiğince kamufle olmaya çalıştığı kıyafetleriyle uzaktan kontrol edilen piyonlara dönüştüğü modern savaş durumunda. Yazar buradaki temel farkın savaşın eski zamanlarda hükmetme, modern dünyada ise yok etme amacı taşımasından kaynaklandığını belirtiyor.

Bölüm, yazarın anı olarak anlattığı ancak her cümlede böyle bir şey olmuş mudur acaba tepkisi verdiğimiz olaylarla devam ediyor. Kumar oynayarak CIA’e yapılan para bağışları, para kazanmak için üniversitede İsrail devleti adına yapılan propagandalar, Arap kızlarının namusunu korumak adına Kuveyt elçiliği tarafından görevlendirilme gibi absürt olayların hikayesine tanık oluyoruz. Sonrasında, başlığa adını veren olay anlatılıyor. Nasıl ki savaşma biçimleri değişime uğradıysa pazarlama biçimleri de değişime uğruyor. Yazar burada Perseus’un Medusa’ya ayna tutarak yaptığını şirketlere uyguluyor. Eşcinsel ve AIDS’lileri örgütleyerek “Malrboro erkekleri” sloganlarıyla eylem yaptırıyor. Şirket, bu eylemin hedef kitlesi için imajını zedeleyeceğinden endişeleniyor fakat eylemlere de karşı koyamıyor ve sonuç olarak şirketin kârları düşüyor. Eskinin meydan muharebelerini modern dünyanın sokaklarına taşıyan yazar, sanırım artık yeni düşmanımızın da pazarlama şirketleri olduğunu ilan ediyor.

Cennetin Dibi’nde her şey gibi ölüm de kendi piyasasını yaratıyor, sonrasında da şirketlere teslim ediyor kendini. Teyzenizin gözünün organ nakli ile size miras kalması absürt mü geliyor? Bir de organ fiyatları borsasında bu gözün değerini takip ettiğinizi düşünün. Tabi ki organ nakli sonrası cenazenin defin işlemleri de piyasanın tam içinde. Mezar taşlarınızın özel bir bölümüne hayat kesitlerinizden oluşan kasetler yerleştirebilir ve bunları izlenmesi için ücretli şekilde sunabilirsiniz. Çocuklarınız için bırakacağınız en büyük yatırımlardan biri de bu olacak. “Ölüm Marketleri” başlıklı bölümde, Gündüz Vassaf cennetinde sınırları zorlarken, okuyucuya asıl noktayı perde arkasından işaret ediyor: Ölümden sonra da kapitalizmin hayaleti mezarlarınızın üzerinde dolaşacak!

“Ana Tanrıçaları yıkıp Tanrıyı tek ve erkek yaptığımızdan bu yana, tam iki bin yıldır, bir yandan günah çıkarıp bir yandan namus kılığında dolaştırdığımız şehvetimiz adına, tarih öncesi taptığımız Tanrıçaları ayaklarımızın altına alıyoruz. Tanrıçalarımıza yaptığımız her kötülük şeytanın zaferi.”

Gündüz Vassaf’ın aile yapısıyla ilgili ilerleyen bölümlerinde, okuyucu Freud’un kuramlarının hayata geçirildiği genelevlerden başlayarak, Yunanistan’ın radikal cinsiyet devrimi geçiren kolonilerinde mitolojik unsurlarla süslü bir dünyaya uzanabilir. Kitabın genel bağlamından daha farklı bir atmosferde ilerleyen özellikle “Pipicik”  bölümünde, Çelik’in sperm soykırımı depresyonu geçirmesi, karısının hamilelik sürecinde, onun yaşadığı acıları hissedebilmek için karnına empati göbeği takması gibi unsurlar gösteriyor ki yazar burada feminizmin ataerkil sistemi tamamen devirdiği bir toplumu anlatıyor. Burada kendimizi gerçekten de cennetin en dibinde hissediyoruz.

“Turistlere Ehliyet” bölümünde yazar, modern dünyadaki savaşı sokakta pazarlamacılara karşı verdikten sonra şimdi de bizi yeni bir düşmanla tanıştırıyor: Kitle turizmi. Başıboş turistler geliyorlar ve onlar gelecek diye tüm doğal güzelliklerimizi betonlaştırıyor, kültürel özelliklerimizi ise bir gösteri halinde satışa çıkartıyoruz. Yazar, kitle turizmini işgal ordularına benzetiyor. Fakat işgal orduları kadar masum değiller: Askerlerin bir disiplini varken turistler hiçbir kurala tabi değiller mesela. Bu yüzden turistlere ehil olmaları durumunda ehliyet verilmelidir ki bu da para karşılığı aldıkları bir kurs paketi sayesinde mümkündür.

Cennet evreninde turist sorununa böyle bir çözüm getirildikten sonra modern dünyanın insanının asıl sorununa da çözüm bulunur. Bu sorun, insanın artık sorununun olmamasıdır. Cennetin dibindeyken sorunlu insanların olacağını pek çoğumuz düşünmez zaten. Ama cennet müessesesi sorunsuzluktan sıkılan insanlar için de bir çözüm bulur. “Şirket-i Sefahat” profesyonel bilim insanları ile birlikte insanlar için sorun üretir ve en sosyetik problemleri en yüksek fiyattan satmaya başlar. Şirketler cennetimizi ele geçirirken futbol da bundan nasibini alır. “Yeni Futbol” artık seyircilerin de oyuncuların hamleleri üzerinde söz sahibi olabildiği “demokratik” bir oyuna dönüşür. Kendimizi tam fantastik evrenin şirketlerine kaptırmışken sonraki bölümlerde Gündüz Vassaf, tarihi olayların zemininde yeni taşlama noktalarını bizlere gösterecektir.

“Çağımızın yeni sağlıklı insanı kirli havada, ozon deliğinin ışınlarında yaşayabilen, genetik mühendisliğiyle üretilmiş ilaçlı domatesleri, hayatında bir adım atmamış ve güneş görmemiş hormonlu tavukları yiyen insandır. Eski sağlık anlayışına uygun biçimde sağlıklı kalmaya çalışan, bugünün hasta insanıdır. Darwin’in güçlüsü bu ortamda yaşayabilen yeni insandır; akıntıya kürek çekerek artık var olmayan bir dünyayı yapayca yaratarak yaşayan, artık olmayan bir dünyaya uyum sağlamaya çalışan değil.”

Geçmişe adım atılan “Prenses Diana” bölümünde, eleştiri hikayenin arkasına saklanmadan oldukça yüksek tonda yapılıyor. Vassaf’ın “Büyük Yalan” diye adlandırdığı büyük resmi, ikiyüzlü politikacılar ve ülkelerin ikiyüzlü politikaları oluşturuyor. Mao Çin’i, Sovyet Rusya, Hitler, Amerika hepsi insanlığa karşı işledikleri suçlar için yargılanıyor. Bu esnada Mao’ya Hitler kadar öfke duymayan, Hitler’i kendilerine saldırana kadar müttefik olarak gören, modası geçince savundukları görüşleri terk eden tüm politikacılar teker teker taşlanıyor. Bölümün devamında, yazarın Diana hayranı tarihçi bir hanım arkadaşı tarafından tutulan günlükleri okuyoruz. Hikayenin içine yeniden çekilen okuyucu ilerleyen sayfalardaki “Kedinin Rüyası” bölümünde kendini tekrardan fantastik bir evrenin içinde buluyor. Rüya toplayan bir şirket var bu sefer karşımızda, yoksul insanların rüyalarını satıp ekonomiyi canlandırmayı planlıyor. Rüyaların ne gibi bir değeri olduğunu düşünebilirsiniz. Bu noktada, “İkinci Körlük”ü hatırlayalım: Gözlerinizi kaybettikten sonra rüya görmeye devam ediyorsunuz ancak zamanla rüya görme yetinizi de kaybediyorsunuz, işte buna ikinci körlük deniyor. Peki ya gözleri hala sağlıklıyken rüyalarında dahi huzuru bulamayan modern insan için bu rüya şirketleri gerçekten bir ihtiyaç değil mi?

İşte Gündüz Vassaf’ın “Cennetin Dibi” olarak tarif ettiği evren. Bu evrenden günümüz dünyasına baktığımızda yazarın aslında bize cennet gibi sunulan şeylerin gerçeklik zeminini hafif sarsarak ancak eleştiriyi hak eden yönünü de hep koruyarak normalimiz haline gelen her yapının diğer yüzlerini bize gösterdiğini fark ediyoruz. Bu kitabı okuduktan sonra ne tarafta olursanız olun bu yolculuk sonunda yazar sizi hep caddenin öteki tarafında indirecek!

 

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks