İnsan, sözlükteki anlamlarının aksine oldukça karmaşık bir canlıdır. Aklı, iradesi ve duyguları, onu diğer canlılardan ayıran temel özellikleridir. Yaratılışından düşünme biçimine kadar insan, diğer canlılardan kolaylıkla ayrılır. Kimi için en bilgeyken kimine göreyse en tehlikeli yaratık olarak anılır. Karmaşık, güçlü ve akıllı olmasının yanında kırılgan, zayıf ve korkak olan insanoğlu, özünde türlü eğilim ve içgüdülere de sahiptir. Bu eğilimler arasında insanoğlunun zayıflığını en çok gözler önüne seren ise sığınma ihtiyacıdır.
Sığınmak, ilk insandan beri hayatta kalma içgüdüsünün bir parçası olarak tanımlanır. Hayatta kalmamızı sağlayan korku duygusu, sığınma ve ait olma eğiliminin temel nedenidir. İnsan, var olduğundan beri kendini daima bir yere ait hissetmek ister. Bunun için kendi benliğini arka plana atacak kadar cesur ve bir o kadar da korkaktır. Belki de bu yüzden, yalnızlıktan ve dışlanmaktan korkmak günümüzde en çok rastlanılan sorunlar arasındadır.
Tüm bunlar insan zihninde bir çelişki yaratır: özgür olup benliğine sahip çıkmak ya da güvende hissedip özgür olmanın yükünü sırtından atmak. Kimi, zor olanı seçip özünü kaybetmemek için savaşırken kimi de rahat ve yükü az bir şekilde hayatına devam etmeyi seçer. Toplumu ikiye ayıran bu seçim, yüzyıllardır devam etmektedir ve muhtemelen sonsuza kadar da sürecektir.
Sürü Psikolojisi: Kalabalığın İçinde Kaybolmak

İnsan aklının en zayıf yönlerinden biri, kolayca kalabalığa uyum sağlayabilmesidir. Sorgulayabilecekken sorgulamamak veya düşünebilecekken düşünmemek bizi sıradanlaştırır. Bizi diğerlerinden ayıran özelliklerimizi kullanmadığımızda koyun sürüsünü takip eden bir koyundan farksız hâle geliriz. Bu durum, çoğumuzun bildiği “sürü psikolojisi” kavramını hatırlatır.
Sürü psikolojisi, bireylerin kalabalık bir grubun parçası olduklarında, kendi düşünce ve davranışlarını ikinci plana atarak grubun eğilimlerine uyum sağlaması şeklinde tanımlanır. Günümüzde bu duruma çoğunlukla okullarda, iş yerlerinde, grup çalışmalarında veya arkadaş gruplarında rastlanır. Örneğin, herkesin ayağa kalktığı bir salonda, oturmaya devam etmek yapacağımız en son şeydir. Çünkü oturmaya devam edersek, kendimizi kötü hissedeceğimizi ve insanların bize yönelik düşüncelerinden rahatsız olacağımızı biliriz. Sorgulamadan ve nedenini bilmeden ayağa kalkar, çoğunluğa uyum sağlarız. Bunların sonucunda, bireyler kendilerini koca bir kalabalığın içinde kaybolmuş halde bulur. İnsan, bir yandan güvende hissederken bir yandan da yabancı ve kaybolmuş hisseder.
Otoritenin Dalgasına Kapılmak

Birey kalabalığa kapılmakla kalmaz, aynı zamanda otoriteye de kolaylıkla boyun eğer. Güçlü, bilgili ya da yetkili kabul edilen bir figür, insanların kendi kararlarını geri plana atmasına yol açar. “Doğru olan nedir?” sorusu bu süreçte ortaya çıkar. En güçlü her zaman en doğru mudur, yoksa herkesin doğrusu kendine mi aittir? Kimi insanlar bu soruyu kendine sorup üzerine düşünürken kimileri de “O diyorsa doğrudur.” gibi bir söylemle üzerindeki yükü sırtından atar. Oysa otorite doğru bile olsa, bu süreçte birey onu insan yapan özelliklerini kaybeder. Düşünmeyi ve sorgulamayı unutur. Bunlar yerine otoritenin kanatları altına girmeyi tercih eder. Çünkü burada güvende olacağını bilmesi, diğer tüm düşüncelere üstün gelir.
Otoriteye boyun eğmek denildiğinde akla gelen örneklerden biri, 1960’lı yıllarda Yale Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ünlü “Milgram deneyi”dir. Bu deney, otoriteye itaati gözler önüne sermek için yapılmış ve günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Deneye katılan kişilerden, “öğrenci” rolündeki birine, yanlış cevap verdikçe elektrik şoku uygulamaları istenmiştir. Aslında şoklar gerçek değildir ancak katılımcılara bu durum söylenmemiştir. Her yanlış cevapta şiddeti artan şoklar, katılımcıların kendi vicdan ve değerlerini kolaylıkla arka plana atabildiklerini göstermiştir. Acının açıkça görülmesine rağmen deneye devam eden katılımcılar, günümüzde otoriteye sorgusuzca boyun eğen insanların deneysel bir örneği olmuştur.
Bir insanın canı söz konusu olduğunda bile sürebilecek kadar güçlü olan bu boyun eğiş karşısında, henüz düşünmeyi ve sorgulamayı bırakmamış zihinlerin bu durumu değiştirmek ve insanları bilinçlendirmek için çaba göstermesi büyük önem taşır. John Locke’un da söylediği gibi:
“Birey, bir otoritenin veya rahibin yargılarına değil, kendi yargılarına güvenmelidir.”
Özünü Kaybetmek: Benliğin Erozyonu

Otoriteye boyun eğmek ve kalabalıkta kaybolmak, insanın özünde olumsuz değişimlere neden olur. Ancak bu değişimler, bir yıkımdan çok erozyona benzer. Fark edilmeden yavaş yavaş bizden kopan benlik, kendini başka benliklerin ve güçlerin yanı başında bulur. Kimi önce bu duruma karşı çıkar, sonra topluma ayak uydurur; kimi ise en başından benliğini yok sayar. Böylece bireyler zaman geçtikçe özgürlüklerini kaybeder. Bu durum, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını, insanların söz sahibi olmasını ve gerekli değişimlerin yaşanmasını büyük ölçüde engeller. Tek bir doğrunun olduğu inancı gün geçtikçe yaygınlaştığından, insanlar sorgulamayı bırakır.
Asıl tehlike de benlik yoksunluğunun fark edilmeyip zamanla normal bulunmasıyla başlar. Bu süreçte bizi biz yapan sınırlar ise kendiliğinden silinir ve yerine “hayır” diyemeyen, kabullenen ve karşı koymakta zorlanan bireyler ortaya çıkar. Karakter oluşumunda büyük önemi olan bireysel sınırlar, bizi diğerlerinden farklılaştıran ve benliğimize göre şekillenen önemli unsurlardır. Böylesine önemli bir unsuru yok saymak, bireyi sıradanlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda toplum içindeki değerini de azaltır. Nazım Hikmet’in de dediği gibi:
“Tavrınız olsun, tarzınız olsun, hedefiniz olsun, çizginiz olsun, prensipleriniz olsun, farkınız olsun, sınırlarınız olsun. Her şeyiniz şahsınıza münhasır olsun. Davranışlarınız taklit, düşünceleriniz satılık, değerleriniz emanet olmasın!”
Alışmak, bu süreçte insanı tehlikeye götüren bir diğer önemli terimdir. Alışmak kulağa bir o kadar güven ve huzur kavramlarını çağrıştırsa da, neye, nasıl ve ne kadar alıştığımız hayatımızı büyük ölçüde etkiler. Örneğin, güvenli alanını odası olarak belirleyen biri, oraya alışır ve orayı benimser. Dışarıya hatta başka bir odaya çıkmaktan bile kendini alıkoymaya başlar. Başlangıçta bu alışma hissi güven uyandırabilir ancak daha sonra bireyi gerçeklikten uzaklaştırır. Benliğinden uzak olan, gerçeklikten de uzak kalır.
Kendinle Yüzleşmek: Hayır Diyebilmek

Çoğu insan özgürlüğü, istediğini koşulsuzca yapabilmek sanır oysa asıl özgürlük, istemediğine karşı durabilmektir. Hayır diyebilmenin önemi, tam olarak bu noktada ortaya çıkar. Öncelikle, bireyin kendiyle yüzleşip gerçek benliğini tanıması, ardından da sınırlarını çizip gerekmedikçe kendinden ödün vermemesi, bu yüzleşme sürecindeki önemli adımlardır. Kendinden emin olmak ve kararlarının arkasında durmak, bireyi özgürleştirir. Özgür olmanın verdiği cesaret ve kendine güvem, gerektiğinde hayır diyebilmeyi kolaylaştırır. Bir insanın yalnızca istediğini yapabilmesi değil, istemediğine de karşı koyabilmesi bu yüzleşmenin bir sonucudur.
Peki, insan kendiyle nasıl yüzleşir? Bu sorunun birden çok cevabı olabilir ancak en önemli yanıtlarından biri, kendini tanımaktır.
İnsan, dışarıya kulaklarını kapatıp bir kez olsun iç sesini, duygularını ve kısaca kendini dinlediğinde kendisi için en doğru olana bir adım daha yaklaşabilir. Bu, yüzleşmenin ilk adımıdır. Diğer bir önemli adım, kabullenmektir. İnsan, zayıflıklarını, eksikliklerini bilmeli ve bunları kabullenmelidir. İnsanlar sadece güçlü yönleriyle toplum içinde var olduklarını düşünebilir fakat aynı zamanda zayıflıklarımız da bizi biz yapan unsurlardandır. Üstüne giderek aşabileceğimiz şeyler, adı zayıflık olsa da bizi zayıf biri yapmaz. Aksine, daha güçlü biri olabilmemiz için bize yol gösterir.
Yüzleşmenin son adımı, biraz daha zihinden uzak ve somut bir kavram olan “eyleme geçmek“tir. Cesaret, kimi zaman bizi harekete geçirmeye yetmez. Cesaretin yanında kararlılık da büyük önem taşır. Çıkılan bu uzun yolculukta istikrarlı olabilmek, bizi özgürlüğe ulaştıran en önemli unsurlardan biri olacaktır.
Kendine karşı dürüst, cesur ve kararlı bir insanı benliğinden uzaklaştırabilmek hiç kolay olmayacaktır.
Kaynakça
Eldridge, Stephen. “Milgram deneyi”. Encyclopedia Britannica, 17 Temmuz 2025, Web. Erişim: 24 Ağustos 2025.
“Kişisel Sınırlar.” Hayrendiş, 13 Ocak 2023, Web. Erişim: 24 Ağustos 2025.
Rogers, Graham A.J. “John Locke.” Encyclopedia Britannica, 25 Ağustos 2025, Web. Erişim: 26 Ağustos 2025.
Kalemine sağlık çok istifade ettiğim yazı olmuş tebrik ederim yolun açık olsun
İlginiz için çok teşekkür ederim.🌸🙏🏻
Elinize sağlık. Çok akıcı ve anlaşılır bir yazı olmuş. Tebrik ederim.
Çok teşekkür ederim.🌸🙏🏻
Harika bir yazı olmuş Nazra, eline sağlık
Çok teşekkür ederim 🙏🏻🌸