Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street
The String of Pearls adlı 1846 yılında yayınlanmış bir hikayenin uyarlaması olan Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street’in yönetmen koltuğunda Tim Burton yer alıyor. 2007 yapımı filmin başrolünde Johnny Depp bulunurken, kendisine Alan Rickman ve Helena Bonham Carter gibi meşhur oyuncular eşlik ediyor.
Haksız yere hüküm giyen bir berber 1846 yılında tekrardan Londra’ya döndüğünde, eşinin başına gelen talihsiz olayların intikamını almaya kararlıdır. Bu amaç doğrultusunda, Sweeney Todd’un Bayan Lovett ile aralarında pek de tekin olmayan bir ortaklık vardır. Filmde de bu ikilinin gizemli macerasına tanık oluyoruz.
Korku, kanibalizm, dehşet, intikam ve aşk konseptlerini bünyesinde bulundurmasının yanı sıra film oldukça sürükleyici bir müzikal filmidir. Yönetmen, 19. yüzyılın Viktorya Dönemi İngiltere’sinin karanlık atmosferini yansıtmayı da oldukça iyi başarmış. Donuk tiplemeler, rahatsız edici mekan tasarımları, mimariler, üzerine uzun uzun çalışılmış kostümler, renk seçimleri ve oyunculuklar filmi ikonik bir hâle getirmiş.

Dark Shadows
Sweeney Todd’tan sonra başka bir Tim Burton filmi ile devam edelim. Aynı isme sahip eski bir gotik pembe dizi olan Dark Shadows’u bu sefer Tim Burton’un yönetmenliğinde izliyoruz. 2012’de çıkan bu filmin oldukça zengin bir oyuncu yelpazesi bulunmakta. Barnabas Collins rolünü Johnny Depp üstlenirken, Michelle Pfeiffer, Helena Bonham Carter, Jackie Earle Haley, Eva Green ve Chloë Grace Moretz gibi ünlü oyuncular da filmin kadrosunda yer alıyor. Ayrıca Dark Shadows’un ilk versiyonundaki Barnabas Collins’i oynayan Jonathan Frid ise ufak bir rol verilerek filme dahil edilmiş.
Barnabas’a aşık bir hizmetçi olan Angelique, sevgisine dönüş alamayınca Barnabas’ı vampir olarak lanetler ve onu bir tabuta koyar. İki yüz yıl toprak altında kalan Barnabas’ın tabutu, bir kazı sırasında keşfedilir. Bir anda 1970’lerin ortasında kendisini bulan vampirimizin yeni dünyaya adapte olma çabası, aşkını araması ve aynı zamanda karşı şirket ile rekabete tutuşması onu ilginç bir durumun içinde bırakıyor.
70’lerin Amerika’sını filme başarılı bir şekilde yedirebilmiş olan Dark Shadows, Barnabas’ın yaşadığı kültür karmaşasından yararlanarak komedi unsurları da çıkarabilmiş. Eğer Tim Burton’ın bu filmleri hoşunuza gittiyse; aynı yönetmenin Edward Scissorhands, Corpse Bride ve Batman (1989) gibi gotik filmlerine de göz atmanızı tavsiye ederiz.

The Crow
James O’Barr‘ın aynı isme sahip bir çizgi roman serisinden esinlenilerek 1994 yılında izleyiciyle buluşmuş olan The Crow’un başrolünü yönetmen, Bruce Lee’nin oğlu Brandon Lee’ye emanet etti fakat Brandon Lee, çekim esnasında sette hayatını kaybetti ve filmin geri kalanı özel efektler ile tamamlandı.
1994 yılında sinemalarla buluşmuş olan bu neo-noir filmin yönetmen koltuğunda ise Dark City ve I, Robot filmlerinden de tanıyabileceğimiz Alex Proyas oturuyor.
Shelly Webster ve rock yıldızı Eric Draven’ın evi haydutlar tarafından basılır ve genç çift acımasızca öldürülür. Haksızlığa uğrayan ruhların kendilerine yapılan yanlışları düzeltmeleri için hayata geri döndüren karga sayesinde Eric, bir yıl sonra mezarından çıkar.
The Crow, göz ve karga sembolizmleri ile ön plana çıkıyor ve Eric Draven’ın intikam hikayesi, oluşturulan karanlık şehir ambiyansı ile daha da ürkütücü bir hâle bürünüyor. Ayrıca Yeni Zelandalı müzisyen Graeme Revell’in film için yaptığı besteler, şehrin atmosferine oldukça iyi uymuş, yer yer doğu ezgileriyle filme hoş bir hava katmayı da başarmış. Eric Draven’ın görünüşü, gülüşü, hal ve hareketleri ise Heath Ledger’ın Joker rolüne ilham kaynağı oldu.

Crimson Peak
Blade, Hellboy ve Nightmare Alley gibi filmleriyle de tanınan Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun yönetmenliğini yaptığı Crimson Peak’in ana oyuncu kadrosunda Mia Wasikowska, Jessica Chastain, Tom Hiddleston ve Charlie Hunnam yer alıyor.
Yazar olmaya heves eden Edith Cushing ile buluşuna yatırım bulmak için Amerika’ya gelen Sir Thomas Sharpe’ın yolları kesişir. Yaşanan bir aile hadisesi sonucu Edith Cushing’in hayatı geri dönülemez bir yola girer.
Sinematografi, mekan tasarımı ve merak uyandırıcı bir hikayesi sayesinde izleyicisini ekran başında tutmayı gayet iyi başarsa da Crimson Peak’in diyaloglarda tökezleyişine şahit olmak mümkün. Filmdeki hayaletlerin de aslında çok büyük bir önem kaplamadığını söylesek yanlış olmaz. Yine de Crimson Peak, hem kurduğu oturaklı atmosferi ve merak uyandıran tasarımlarıyla hem de ilginçleşen senaryosuyla, izlenmeye kesinlikle değer bir romantik gotik filmi olarak önümüze çıkıyor.

The Haunting (1963)
Nelson Gidding’in senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini Robert Wise’ın üstlendiği The Haunting, Shirley Jackson’un The Haunting of Hill House (Tepedeki Ev) isimli gotik romanından esinlenilerek yapıldı. Julie Harris, Claire Bloom, Richard Johnson ve Russ Tamblyn’in ön planda olduğu bu film, her yönüyle çoğu gotik filmin öncüsü olarak kabul ediliyor.
Perili olduğu düşünülen Hill House, yaklaşık 90 yıllıktır. Evin eski sahipleri ve içinde yaşayan kişiler başlarına gelen tuhaf olaylar neticesinde hayatları sona ermiştir. Paranormal bir araştırmacı olan Dr. John Markway ise bu evin normal olmadığını kanıtlamakta ısrarcıdır. Bu amaç uğruna bir grup insanı da eve davet eder.
Her ne kadar eski bir film olsa da; başarılı bir sinematografiye, kurguya ve senaryoya sahip olduğunu söylemek mümkün. Tüm gotik elementleri başarılı bir şekilde potasında eritmeyi başarmış olan The Haunting, kendisinden sonra gelecek olan gotik filmlere ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Hollywood filmlerindeki ilk lezbiyen çift ise The Haunting’te bulunuyor.
1999 yılında, aynı isimle çıkan başka bir versiyonu da mevcuttur. Ayrıca Netflix’in 2018 yılında yayınladığı The Haunting of Hill House adlı dizi yine Shirley Jackson’un romanı baz alınarak hayata geçirilmiştir. Eğer bu tarz eserler tüketmeyi seviyorsanız The Haunting of Hill House da sizin beklentinizi karşılayacaktır.

Frankenstein (1931)
Biraz daha eskiye gidelim ve kültleşmiş bir eser olan Frankenstein’a göz atalım. 1931 yılında sesli film olarak yayınlanan Frankenstein’in yönetmen koltuğunda James Whale oturuyor. Bilimkurgu ve gotik türünün öncüsü olan Mary Shelley’nin Frankenstein ya da Modern Prometheus isimli romanından ve 1927 yılında Peggy Webling’in Frankenstein tiyatro oyunundan esinlenmiştir.
Azimli Doktor Victor Frankenstein’ın ölü vücut parçalarından ve organlarından bir insan yaratarak ölümle ve tanrıyla aşık atma macerasını konu alan bu film, popüler kültürde epey ikonikleşmiştir.
İnsan doğasının felsefesine ve ötekileştirilme temasına değinen bu klasik eseri beğendiyseniz Nosferatu (1922), Dracula (1931) ve Bride of Frankenstein’a da şans verebilirsiniz.

The Orphanage
The Orphanage (orijinal adıyla El Orfanato), 2007’de yayınlanan gotik korku filmidir. The Lord of The Rings: The Rings of Power‘ın ilk iki bölümünün yönetmen koltuğunda oturan J. A. Bayona‘nın yönettiği İspanyol yapımı bu filmde başrolü Belén Rueda canlandırıyor. Sinemalara geldiğinde, İspanyol film sektöründeki en yüksek ikinci gişe hasılatını ve yılın en büyük açılışını yapmayı başardı.
Laura García Rodríguez adlı bir kadın, çocukluk yıllarını geçirdiği yetimhaneye 30 yıl sonra geri döner. Yetimhane artık kapanmıştır fakat Laura orayı tekrar açmaya kararlıdır. Çok geçmeden, oğlu Simon, görünmeyen birileriyle arkadaşlık kurmaya başlar.
Ezberleri bozan The Orphanage, klişeleşmiş bir hayalet filminden çok uzak. Aslen bir korku filmi olsa da izlerken korkmak ve duygulanmak arasında gidip geliyorsunuz. Hem trajik ve dokunaklı hikayesiyle hem de etkileyici oyunculuklarıyla The Orphanage, sizi kesinlikle tatmin edecektir.

The Lighthouse
The Witch ve The Northman’den de tanıyor olabileceğiniz yönetmen Robert Eggers’in The Lighthouse filminde başrolleri Willem Dafoe ve Robert Pattinson paylaşıyor. 2019’da çıkan bu film, 35mm kamerayla, siyah beyaz çekildi. Oyunculukların arşa çıktığı The Lighthouse, pek çok ödüle layık görüldü.
19. Yüzyılın sonlarında deniz feneri bekçiliği için New England‘ın oldukça uzak ve gizemli bir adasına iki kişi görevlendirilir. Birbirini tanımayan deniz feneri bekçileri bu görev boyunca mental sağlıklarını korumaya çalışırken bir yandan da iktidar kavgası vermektedirler.
Oyunculuklarıyla ve sinematografisiyle arşa çıkan The Lighthouse, yer yer tiyatro izliyormuşsunuz hissine kapılmanızı sağlıyor. Özellikle de eski denizci Thomas’ın (Willem Dafoe) uzun tiratlarına şahit olurken akıllarda Antik Yunan trajedileri canlanıyor. Fırtınalı bir adada yalnız başına kalan iki adamın deliliğin uç sınırlarında gezerken arka planda verilen gotik korku unsurları ve gizemli hikayeler, Lighthouse’u eşsiz kılıyor. Prometheus anlatımına ve deniz efsanesi figürlerine filmde rastlamak mümkün.

Bonus: Kozmik Korku veya Lovecraftvari Korku
Eğer Gotik korku temalarını, hayaletleri, vampirleri, perili evleri, karanlık ve ürkütücü atmosferleri seviyorsanız farklı bir korku alt türü olan Lovecraftian (Lovecraftvari) Korku veya diğer adıyla Kozmik Korku temalı eserlere bakmanızı öneririz. Bilinmeyenin verdiği dehşeti ve insanoğlunun acizliğini sömüren bu psikolojik korku türünde, bilim kurgu ve korkunun harmanlanmış motiflerine de rastlamak mümkün. H.P. Lovecraft’ın hikayeleri (“Lovecraftvari Korku” terimi de Lovecraft’tan geliyor.) ve aynı zamanda Alien serisi ve The Thing kozmik korkuya örnektir.
