Ann Radcliffe, gotik kurgunun öncüsü İngiliz yazardır. 18’nci Yüzyılın sonlarında, romanlarında kullandığı doğaüstü olayları tanımlama yöntemleri sayesinde gotik edebiyatta saygınlığı arttı. Dili etkili kullanmasının yanında bu sıra dışı olayları bir mantık çerçevesinde anlatması, olaylara ‘mantıklı’ açıklamalar getirmesi romanlarının destekleyici unsuru oldu. Dönemin yazarları tarafından, ‘romance’ yazarlarının Shakespeare’i olarak kabul edilen Ann Radcliffe, işinde başarılı bir üne sahip olmasına rağmen arkasında özel hayatı hakkında pek bir bilgi bırakmadı.
Ann Radcliffe 23 yaşındayken, ‘English Chronicle’ adlı İngiliz gazetesinin sahibi ve editörü olan William Radcliffe ile evlendi. Ann için William, onun en yakın dostu ve akrabasıydı. Çocukları olmamasına rağmen dışarıdan bir göz için oldukça mutlu iki kişilik bir aileydiler. William eve geç gelirdi; evdeki zamanını ise Ann büyük emek verdiği çalışmalarını dinlemekle geçirirdi. Wiliam, Ann’e ve sanatına saygılı bir eşti. Öyle ki bu çalışmalarından kazanılan para; William, Ann ve köpeklerinin çıktığı geziler için kullanıldı.
Radcliffe’in özel hayatı hakkında çok fazla kaynağımız yok. Hatta özel hayatı hakkında bize fikir verebilecek çok az el yazması var. Fakat William ve Ann’in evliliğinin sanıldığı kadar iyi olmadığına dair birtakım dedikodular mevcut. 2014’te Radcliffe’in kayınvalidesine yazdığı bir mektup ‘British Library’ arşivinde bulundu ve üslubu yüzünden ikili arasında gergin bir ilişkinin olabileceği ima edildi. Yazarın kayınvalidesiyle arasındaki bu olumsuz durumun, son romanı The Italian’daki Ellena Rosalba ve Marchesa di Vivaldi arasındaki ilişkiye yansımış olabileceği, Ann’in kayınvalidesiyle arasındaki ilişkinin bu romana ilham vermiş olabileceği düşünülüyor.
Ann Radcliffe, eserlerinde kadın ve erkek karakterleri birbirine eşit tasvir ederken, kadın kahramanların tipik güçlü ve kötü erkek karakterlere hükmetmesine izin vererek edebiyatta kadın karakterlerin mevcut rollerden farklı, alışılmamış yönlerini gösterdi.
Ölümünden sonra eşi William, Ann’ın çalışmalarının başarmayı amaçladığı ‘dehşet’ ve ‘korku’ arasındaki farkı ayrıntılarıyla anlatan fakat henüz bitmemiş olan “On the Supernatural in Poetry” adlı makaleyi yayınladı. Radcliffe bu makalesinde, dehşetin okuyucuları hayal gücü ile algılanan kötülüklerle tetiklemeyi hedeflediğini, korku ve fiziksel tehlikelerle onlara izin vermediği yazdı. Radcliffe, dehşetin potansiyel olarak korkunç olayları ele alışında belirsizlikle nitelendirildiğini düşündü. Bu da dehşeti daha görkemli hâle getirdi.
Denemesinde, dehşetin etkisini ‘ruhu genişletir ve kabiliyetleri yüce bir yaşam için uyandırır’ diye anlatırken, aksine korkuyu ‘açık bir vahşet gösterisiyle ruhu dondurur ve neredeyse yok eder’ olduğunu anlatıyor. Şöyle devam ediyor: “Ne Shakespeare ne Milton ne de mantığıyla Bay Burke‘ün hiçbir yerde pozitif dehşeti yüce bir kaynak olarak görmediğini anlıyorum, ancak hepsi dehşetin yüce olduğu konusunda hem fikir; ve korku ve dehşet arasındaki büyük fark, ancak belirsizlik ve bilinmezlikte, ilkine eşlik eden, korkunç kötülüğe saygı duymasındadır.”
Ann’in hayatının son yıllarında kamusal alandan uzaklaştığı ve romanları yüzünden ‘kafayı yemiş’ olabileceği düşünülmüştü. Fakat aslında son çıkardığı üç romanının başarısı bunların sadece birer dedikodu olduğunu kanıtlar nitelikte.
Şubat ayı 1823’teki ölümünden sonra aynı yıl ‘Edinburgh Review’, Ann hakkında; “Ne toplumda göründü ne de sosyeteye karıştı. Fakat o gizli ve örtülü, münzevi notaları söyleyen şirin bir kuş gibi kendini toplumdan ayırdı.” diye yazdı. Yıllar öncesinde astımdan muzdarip olduğu söylenen Ann’in ölümünün sebebinin beynin zarlarını ele geçiren yeni bir enflamasyonun şiddetli semptomların bronşiyal enfeksiyonu düşündürerek zatürre ve yüksek ateşe neden olduğu söyleniyor.


