Gotik Edebiyat, 18.yüzyıl sonlarında İngiltere’de ortaya çıkan; korku, gizem ve doğaüstü temalarının hakim olduğu bir edebiyat türüdür. Karanlık ve ürkütücü atmosferlere sahip olan eserler, okuyucuların hem duygularına hem de hayal güçlerine hitap eder. Bu türde çoğunlukla, bilinmeyenle yüzleşmenin korkusu ve insan doğasının karanlık yönleri işlenmektedir.
Otranto Şatosu : Gotik Edebiyatın Doğuşu

“Manfred’in gözleri yukarıdaki galeriye doğru çevrildiğinde, kocaman bir miğferin taşlardan kurtulup yere doğru hızla düştüğünü gördü. Düşerken merdivenlerin tavanındaki meşaleler sönmüş, bir soğukluk dalgası odadaki havayı doldurmuştu.”
Gotik Edebiyat türünün ilk ve en ünlü örneği olarak Otranto Şatosu, ünlü İngiliz yazar ve politikacı Horace Walpole tarafından yazılır. 18.yüzyılın Aydınlanma Çağı‘nda akıl ve mantığın odak noktası olduğu bir dönemde kaleme alınır. Walpole, rasyonel odaklı edebiyat dönemine meydan okuyarak hayal gücünün ve duyguların öne çıktığı bir dünya yaratır. Bu şekilde Gotik Edebiyatın temelini de oluşturur. Twickenham’daki Strawberry Hill adlı malikânesini gotik tarzda yeniden inşa ettiren Walpole, hem edebi hem de mimari alanda gotik unsurları hayatına da entegre eder.
Roman güç düşkünü olan Lord Otranto Prensi Manfred‘in, iki güçlü krallığı birleştirmek için oğlu Condrad ve prenses Isabella‘yı evlendirmeye karar vermesiyle başlar. Düğün eğlenceleri gerçekleşirken kimsenin aklına gelemeyecek korkunç bir olay yaşanır. Conrad’ın üstüne dev bir miğfer düşer ve Conrad altında kalarak hayatını kaybeder. Conrad’ın ölümüyle düğün tamamlanamaz ve dolayısıyla Manfred planlarını hayata geçiremez. Ailesini ve krallığını gölgeleyen eski bir kehanetin gerçekleşmesine izin vermek istemeyen Manfred; tek varisinin ölümünün ardından Isabella’yla evlenmeye karar verir. Evliliğe karşı çıkan Isabella, nerden geldiği belli olmayan ürkünç seslerle dolu, hayaletlerin olduğu korkunç şatoya hapsedilir. Isabella her şeye rağmen evlilikten kaçabilmenin yollarını arar.
Hikaye ilerledikçe, Manfred’in hareketleri ve planları daha gözü kara ve ikiyüzlü hale gelir. Manfred’in davranışlarıyla doğru orantılı olarak şato da daha garip ve korkunç bir hal almaya başlar. Boş olan uzun koridorlarda bir şövalyenin sesi duyulmaya başlanır. Duvarlarda asılı bulunan portrelerden resmedilen kişiler dışarı çıkmaya başlar; kapılar kendi kendine açılıp kapanır ve dev miğfer hareket eder. Otranto Şatosu birbirinden farklı birçok gotik unsur bulundurmasının yanında klasik romanın ana unsurlarını da içinde barındırır. İki krallığın savaşı, trajik bir aşk hikâyesi, yıkılan bir aile, edilen dualar, soyluların acımasızlığına karşın köylülerin onurlu duruşları romanın doğaüstü olguları karşısında hikayeyi besleyen parçalar olarak bu romanı tamamlamaktadır.
Udolf Hisarı: Karanlık ve Romantizm

“Emily, uzun ve loş koridorlardan birinde ilerlerken, taş duvarların arasından gelen bir inilti duydu. Ses, derinlerden ve boğuk bir tondan geliyordu; sanki kalenin kendisi canlıydı ve acıyla inliyordu. Kalbinin çarpıntısını bastırmaya çalışarak, ürkek adımlarla karanlığa doğru ilerledi.”
1970 yılında Ann Radcliff tarafından yazılan Udolf Hisarı, yazarı gotik türünün öncü yazarlarından birine dönüştürür. Orta Çağ gotik mimari tarzından etkilenmiş olan Radcliff, bu eserinde gotik mimariye de yer verir. Orta Çağ mimari yapısı ile korku unsurlarının harmanlandığı romanda aynı zamanda doğanın ürkütücü yanı sunularak gotik bir atmosfer de yaratılır. Özellikle kadın karakterlerin psikolojik derinliğini işleyerek gotik türe yeni bir anlayış geliştirir. Betimlemesiyle, karakterleri arası duygusal derin bağlar ve olay örgüsü ile Udolf Hisarı sadece bir edebi eser değil, aynı zamanda Gotik Edebiyatın temel özelliklerini şekillendiren bir yapıtaşı olur.
Romanda Garonne Nehri’nin yakınlarında bir şatoda yaşayan bilim ve felsefeye merakı olan Emily ve ailesiyle yaşamları anlatılır. Sıradan yaşamları, Emily’nin annesinin hastalanıp ölmesiyle sona erer. Emily, annesinin ölümünün ardından babasının davranışlarında tuhaflıklar sezmeye başlar. Günler sonra Emily’nin babası Saint Aubert’te kötü bir hastalığa yakalanır. Doktorlar kendini yormamasını gerektiğini söyleyerek dinlenebileceği bir seyahate çıkmasını önerirler. Yaptıkları seyahat esnasında bazı sesler işitirler ve köylülere bu seslerin nereden geldiğini sorarlar. Köylüler Markiz’in ölümünden itibaren sesler duyulduğunu ve bir kişinin ölümü yaklaşınca bu seslerin köyü kapladığını ifade ederler. Emily kısa süre sonra babasını da kaybeder. Böylece Emily, zalim teyzesi Madam Cheron’un vesayeti altına girer. Teyzesi ile yalnız kalan Emily, evlenmek ve uzaklaşmak ister. İlk başta evlenmesini onaylayan teyzesi, Montoni ile tanıştıktan sonra fikrini değiştirir. Teyzesi İtalyan bir aristokrat olan Montoni ile evlenmeye karar verir. Ardından Emily ile gizemli Udolf Şatosu’na taşınırlar. Korkutucu şeylerin yaşandığı bu şatoda kalmak istemeyen Emily, teyzesini de yanına alıp kaçmak istemektedir. Emily kaçış yolları ararken ,teyzesi Madam Cheron ölür. Teyzesinin ölümü Emily’nin karşılaştığı zorlukları daha da derinleştirir. Kendini kurtarmak için birçok yolu deneyen Emily şatodan kaçarak başka bir şatoya sığınır. Sığındığı bu şatoyla, yaşadığı bütün tuhaflıkların ve gizemin nedenini ortaya çıkarır. Babasıyla yolculukları sırasında adını duyduğu Markiz’in bir genci sevdiği fakat başka biri ile evlendirildiği; bu yüzden de intihar ettiği anlatılır. Aydınlığa kavuşulan kısım ise Markiz’in resmini gösteren hizmetçinin Emily’yi Markiz’e benzetmesiyle Emily’nin gerçek annesinin onun olduğunun anlaşılmasıdır.
Emily, dönemin birçok edebî eserinde görülen pasif kadın kahramanların aksine, duygusal ve zihinsel bir dayanıklılık sergiler. Korku, gerilim ve merak duyguları roman içinde Emily karakteri aracılığıyla aktarılır. Onun yolculuğu, hem fiziksel hem de ruhsal bir olgunlaşma süreci olarak okunabilir. Roman, doğaüstü olayların insani korkular ve yanlış anlamalar sonucu ortaya çıktığını göstererek Gotik Edebiyatın karakteristik özelliklerinden birini de sunar.
Frankenstein: Modern Klasiklerin Başlangıcı

“Fırtına yükseldi ve karanlık gökyüzü alev gibi parlayan şimşeklerle aydınlandı. Tam o sırada, parlayan ışık bir an için gölgeleri dağıttı ve önümde, uzakta beliren o korkunç varlığın siluetini gördüm. Rüzgâr kulaklarımda uğuldarken, yaratığın dehşet verici sureti gözlerimin önünden kayboldu.”
Mary Shelley’nin 1818 yılında yayımlanan Frankenstein adlı eseri, sadece Gotik Edebiyatın değil aynı zamanda bilim kurgu türünün de öncüsü kabul edilen bir başyapıttır. Frankenstein, insan ruhunun karanlık tarafıyla yakından ilgilenen bir romandır. Romanda döneminin söylemleri olduğu kadar evrensel insanlık halleriyle ilgili de çok şey bulmak mümkündür. Ezilmişliğin ve dışlanmışlığın her evresi bütün açıklığıyla sergilenir. Eser içinde şekillenen temalar, ahlaki sorular, toplumsal eleştiriler ve gotik ögeler, eserin zamansız ve evrensel bir etki yaratmasını sağlar.
Hikâye 18. Yüzyıl Avrupası’nda Victor Frankenstein adlı genç bir bilim insanını anlatır. Victor, insan yaşamının sırrını çözmeye kararlıdır ve ölü dokuları hayata döndürmek için ceset parçalarından bir yaratık yaratır. Doktorun amacı; yepyeni bir hayat formu oluşturmak, mükemmel canlıyı ortaya çıkarmaktır. Böylece Tanrı’nın iktidarına sahip olacaktır. Ancak bu yaratığın hayat bulmasıyla birlikte Victor’un hayatı, kontrol edilemez bir kabusa dönüşür. Yaratık mükemmel olmak bir yana, düpedüz bir ucubedir; insanın asla görmek istemediği korkularının vücut bulmuş halidir. Etrafındaki herkes tarafından dışlanan, sevilmeyen ve korkulan yaratık içinde çok büyük bir öfke biriktirmeye başlamıştır. Kendi yaratıcısına, insanlara ve kendisine yavaşça öfke toplar ve Victor’a ve çevresindeki insanlara zarar vermek için intikam almaya başlar.
Frankenstein, Gotik Edebiyatın tipik unsurlarını bünyesinde barındırır. Karanlık atmosfer, ölüm, yasaklanmış bilgiye duyulan arzu ve yaratıkla insan arasında oluşan korku unsurları, eserin gotik kimliğini oluşturur. Victor Frankenstein’ın yaptığı korkunç yaratık, gotik türdeki korku öğelerinin yanı sıra, bir insanın bilinçli olarak doğa kanunlarına karşı çıkmasının sonuçlarını da gösterir. Yaratık, bir anlamda doğaüstü bir figürdür ve onun insan dünyasındaki varlığı, korku ve öfke yaratır. Victor’un, ölüleri hayata döndürme çabası onun kibrini ve insan doğasına karşı duyduğu büyük bir isyanı simgeler. Ancak bu başarısı ona kontrol edemeyeceği bir yaratık ve bir felaket getirir.
Eserin bir başka önemli teması, yaratan ile yaratık arasındaki ilişkinin dramatik biçimde betimlenmesidir. Yaratık, bir anlamda babasız bir çocuk gibi doğduğunda onun yaşamına yön verecek hiçbir rehber ya da yardım yoktur. Yaratık, kendi varoluş amacını sorgulayan ve dışlanmışlıkla başa çıkmaya çalışan bir figürdür. Victor’un onu terk etmesi ve yaratığa karşı duyduğu korku, yaratığın öfkesinin ve yalnızlığının temellerini atar. Başlangıçta saf ve masum olan yaratık, çevresindeki insanların ona olan kötü muamelesi nedeniyle kötüleşir. Onun dışlanmışlığı, insan doğasının ne kadar acımasız olabileceğini gösterir. Mary Shelley, yaratığın içsel çatışmalarını detaylandırarak, onun da bir insan gibi duygulara sahip olduğunu ve yalnızlıkla mücadele ettiğini vurgular. Eser insanlık, toplum ve etik üzerine derinlemesine bir inceleme sunarken; aynı zamanda bireysel sorumluluk, güç ve dışlanmışlık temalarını da değinir.
Kaynakça
Walpole, Horace. Otranto Şatosu. Çev. Yavuz Alogan, İthaki Yayınları, 2020.
Radcliffe, Ann. Udolf Hisarı. Çev. Nihal Yeğinobalı, Dergâh Yayınları, 1994.
Shelley, Mary. Frankenstein. Çev. Dost Körpe, İthaki Yayınları, 2016.
“Kayıp Rıhtım.” Gotik Edebiyat Nedir?.Web.Erişim tarihi: 13 Aralık 2024.
“Otranto Şatosu – Horace Walpole İnceleme.” Litera Edebiyat, Web.Erişim tarihi: 13.12.2024.
“Frankenstein’a Psikanalitik Bir Bakış.” Kemal Arıkan Resmi Web Sitesi.Web.Erişim tarihi:13.12.2024
GÜNGÖR , T. Özgür, ve N. H. ELKILIÇ. “GOTİK TÜRÜN UNSURLARI BAĞLAMINDA ANN RADCLİFF’İN THE MYSTERIES OF UDOLPHO (UDOLF HİSARI) (1790) İLE HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’IN MEZARINDAN KALKAN ŞEHİT (1929) ADLI ESERLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI”. International Journal of Social and Humanities Sciences Research (JSHSR), c. 10, sy 91, Ocak 2023, ss. 242-5, doi:10.26450/jshsr.3463.
Akmaz, Gökhan. “İNGİLİZ VE HİNT EDEBİYATLARINDA GOTİK: OTRANTO ŞATOSU VE VETĀLAPAÑÇAVİṂŞATİ”. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, c. 6, sy. 2, 2019, ss. 448-63.
Süren, Merve Sevtap ve Arsun Uras Yılmaz. “Bir Yeniden Yazım Örneği Olarak Frankenstein”. IU Journal of Translation Studies, sy. 12, 2020, ss. 29-52, doi:10.26650/iujts.2020.12.0003.