Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde “Bir kadın yazmak istiyorsa, parası ve kendine ait odası olmalıdır” demiştir. Kadının maddi özgürlüğüne ve eğitimli olmasına atıf yapan Woolf, kadın yazarların erkekler kadar tanınır ve üretken olmamasının en büyük nedeninin ataerkil düzenin kadınların önlerine çıkardığı engeller olduğunu söyler. Bir kadın yazma yeteneğine sahip olsa bile, sadece kadın olduğu için görmezden gelindiği tarihsel bir süreç söz konusu olmuştur. Elbette edebiyat tarihine adını yazdıran çok fazla kadın yazar olmuştur; bir de erkek olmadıkları için eserleri dikkate alınmayan kadın yazarlar vardır. Biz de bu yazıda sekiz kadın yazarı ele alacağız.
Bir Rönesans Kadını: Navarre’lı Marguerite

Fransa Kralı I. François’nın kız kardeşi olan Marguerite, 16.yüzyıl Erken Modern Edebiyatının kadın yazarlarından biridir. Ondan bir yüz yıl kadar önce Christine de Pizan’nın 15.yüzyılda idealleştirdiği eğitimli Rönesans kadının tipik bir örneği olan Marguerite, yazılarında o dönemin güncel sorunlarına yer vermiştir. Erasmus’dan ve kilise reformundan etkilenen Marguerite, felsefi ve dini temalar ile birlikte kadının toplumsal konumunu da sorgulamıştır. Marguerite’ın en bilinen eseri “Heptameron” Boccacio‘nun Decameron eserinden esinlenmiştir. Heptemaron’da da Decameron’da olduğu gibi on kişi on gün boyunca onar tane hikâye anlatır. Hikâyeler aşk, arkadaşlık, sadakat, evlilik temalarından oluşmuştur. Bu hikâyelerde belki de en dikkat çekici konu kadının uğradığı cinsel taciz olmuştur. Bu konuda kadın deneyimine yer veren Marguerite, kadının maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddeti eserinde aktarmak istemiştir.
Feminist Ütopyanın Başlangıcı: Margaret Lucas Cavendish

İngiliz bir aristokrat olan Margaret Cavendish küçüklüğünden itibaren ülkenin en iyi hocaları tarafından eğitilmiştir. Felsefeye olan ilgisi küçük yaşlardan itibaren başlamıştır. Doğa felsefesi alanında yazıları olsa da Cavendish’i özel kılan, onun ütopya türünde yazılan kadın bakış açısının hakim olduğu “The Blazing World” adlı eseri olmuştur. “The Blazing World” 16 ve 17.yüzyıl edebiyatında sıkça yer bulan ütopik kurgusal evrenlerden biridir. Kendisinden yüzyıl önce yazılan Thomas More’un Ütopya‘sından da esinlenen bu eserde kadın kahraman, kuzey kutbuna doğru bir yolculuk yapar. Cavendish’in ütopyası erkek bakış açısının yarattığı mekanlardan çok daha farklıdır. Orada yaşayan yarı insan, canlılar tarafından mutlak bir yönetici olarak seçilebilir. Kahramanımız bu gücü kullanarak daha barışçıl ve düzgün bir toplum dinamiği yaratır. The Blazing World bu açıdan kadının egemen olduğu bir dünya yaratırken, bu dünyanın meşruluğu sadece kadının güzelliğine değil, kadının eğitimli olmasına ve felsefi derinliğe sahip olmasında da yatar.
Jane Austen’a İlham Veren Kadın: Frances Burney

1778 senesinde Frances Burney’nin ilk romanı “Evalina” yayımlandığında İngiliz edebiyatında yeni bir sayfa açmıştır. “Evelina”, 18.yüzyıl İngiltere’sinin bir panoramasını çizmiştir. Roman, genç bir kızın Londra sosyetesine takdim edilmesi sonrasındaki olayları anlatır. Olay örgüsü romanın baş karakteri Evanlina’nın etrafında şekillenir. Evalina’nın sosyeteye takdimi sonrasındaki kurduğu aşk ve arkadaşlık ilişkileri, onun dış dünyayı anlamlandırmaya çabalaması ile sonuçlanmıştır. Toplumsal sınıfların şekillenmeye başladığı ve orta sınıfın daha da belirginleştiği 18.yüzyıl İngiltere’sinde erkekler kamusal alanda karar alıcı bir rolde bulunurken, kadınlar ise domestik alanda insanlarla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bu bakımda roman bu iki alanın bir araya gelmesiyle oluşan karşılaşmayı ele alır. Aslında devrimsel olan durum Burney’in sıradan olanı anlatma becerisi olmuştur. Günlük hayattaki insan ilişkileri, davranış biçimleri ve bunların gerçekçi bir şekilde aktarılması yeni bir edebi türü yaratmıştır. Bu edebi tür “Görgü Komedisi” olarak da adlandırılmıştır. Modern toplumdaki davranışları hicveden bu tür, Jane Austen’ı da etkilemiştir.
Sınıf Çatışmalarını Edebiyata Taşıyan Kadın: Elizabeth Gaskell

Victoria Dönemi İngiltere’si, hızlı sanayileşmenin getirdiği sosyo-ekonomik sorunlara maruz kalan bir dönem olmuştur. Fabrikalaşma, kentlerdeki nüfusun artmasına, kırdan kente göçün yaygınlaşmasına yol açmış ve bu durum kentte işçi sınıfının varlığına sebebiyet vermiştir. Gaskell’in en bilinen romanı “North and South” İngiltere’nin sanayinin az olduğu güney bölgelerinde yaşayan bir ailenin kentleşmenin ve işçi sınıfının yoğun yaşadığı kuzeydeki sanayi kentlerine göç etmesini anlatır. Romanda sanayi kentleri, işçi-işveren arasındaki çatışmayı anlatan mekanlar olmuştur. Romandaki bir diğer çatışma, sanayileşme sonucu ortay çıkan yeni burjuva sınıfı, toprak ile bağını kesmemiş eski seçkinler arasında olmuştur. Öte yandan, roman bağımsız bir kadın karakter olan Margaret Hale’i ön plana çıkarır. Margaret, klasik itaatkar kadından daha farklı olarak ne istediğini bilen, düşüncelerini söylemekten çekinmeyen bir kahraman olarak karşımıza çıkar. Kendi sınıfının çıkarlarını erkek işverenlere karşı savunan bir kadınıdır Margaret. Sanayici John Thornton ile ilişkisi de bu kararlılık duygusuyla gelişir.
Bir Güldürü Ustası: Nadejda Aleksandrovna Lohvitskaya

Rus edebiyatında kadın yazarlar, ünlü erkek yazın ustalarının gerisinde kalmıştır. Ancak 19.yüzyıl sonlarında Rus edebiyatının gümüş çağında Nadejda Teffi, Anton Çehov’un Küçük İnsan’ını edebiyata taşımıştır. Çehov gibi Teffi’de taşranın bir mekan olarak kendisini, insanlarını edebiyata taşır. Kısa öyküleriyle bilinen Teffi’nin güldürü unsuru, gündelik hayatın içindeki sıradan olaylardır. Bu olaylar insan doğasından, insan duygularından etkilemiştir. Ayrıca insan doğasındaki absürdlükler ironik bir dil ile aktarılır. Bu ironik biçim öykülerde sık sık yer alan fantastik temalar ile de desteklenir. Öykülerdeki masalsı varlıklar, yaratıklar taşranın folklorik unsurlarını yansıtırken, insan ilişkilerinin de eleştirel bir portresini çizer. Ekim Devrimi‘nden sonra Rusya’dan ayrılan Teffi’nin bundan sonraki öyküleri sık sık nostalji, göçmenlik gibi temalardan izler taşır.
Cinsiyetin ve Etnisitenin Kesişimi: Nella Larsen

Karayip kökenli bir baba ve Danimarkalı kökenli Amerikalı bir annenin kızı olan Nella Larsen Harlem Rönesansı‘nın yarattığı sanatçılardan sadece biridir. Larsen’ın en bilinen eseri “Passing” ırk ve etnik kökenin kesişimsel tarafını ön plana çıkarır. Feminist düşüncede “kesişimsellik” toplumsal kimliklerin birbirinden bağımsız deneyimlenemeyeceğini ortaya koyar. Kadınların baskılanması farklı etnik kimliklerden gelen kadınlarca farklı bir şekilde deneyimlenir. Afro-Amerikalı bir kadın beyaz bir kadının gördüğü baskıdan daha fazlasını yaşar çünkü sahip olduğu etnik köken onu “çifte ayrımcılığa” maruz bırakır. Feminist düşüncede tek bir kadınlık deneyimi bulunmaz ve bu deneyimler toplumsal kimliklerle bağlantılı olarak ortaya çıkar. Passing bu anlamda iki Afro-Amerikalı kadının öyküsünü anlatır ancak bu kadınlardan biri beyaz kadınlara daha çok benzediği için kendini beyazların arasına kabul ettirirken diğer kadın kahraman bunu yapamaz. Beyaz olanların yanına sızabilen kadın kahraman zengin bir beyaz Amerikalı ile evlenerek kendini kurtarırken, beyaz olarak kendini kabul ettiremeyen kadın karakter aynı hayat standardına sahip olamaz. Irkçılığın ve ataerkilliğin belirlediği toplumsal yapı, kadın olmanın ama her şeyden önce beyaz olmamanın dayanılmaz yükünü kadınların üzerine yüklemiştir.
Edebiyatta Kadın Cinselliği: Violette Leduc
![Görünmez Kadınlar: Tarihin Unutulmuş Kadın Yazarları ve Eserleri 16 Violette Leduc[1]'un Söyledikleri… – Nur Tuğçe Biga – Kadın Savunması](https://kadinsavunmasi.org/wp-content/uploads/2020/03/783a1983c6614909343cbaeed0d925af.jpg)
Tekinsizliğin İzdüşümü: Shirley Jackson

Shirley Jackson’ın edebi dünyası korku teması etrafında şekillenir. Modern yaşam korku aktörü olarak karşımıza çıkar. Toplumun yarattığı korkunun gündelik hayata yansımaları dedikodu, dışlanma, yargılama gibi sistematik baskıları barındırır. Yazarın kendi yaşamından da izler taşıyan hikâyelerde, modern bireyin yalnızlığı, toplumsal yargılar ve kadın kimliği, Jackson’ın anlatılarının temel unsurlarıdır. “Piyango” ve “Biz Hep Şatoda Yaşadık” gibi eserlerinde, sıradan hayatın gerilim yüklü sahneleri, insan ilişkilerindeki çelişkilere dayanmıştır. Genç bir kadının büyük bir metropole geldiğinde yüksek mimari binaların onun başını döndürmesi ve bunun sonucunda yaşanan psikolojik bunalım, hırslı bir iş kadının onu eşitsiz kılan taşra yaşamına dönmemek için gayri-etik iş ilişkileri tercihlerinde bulunması, çocukların özünde zalim olmaları ve bunu toplumun tetiklemesi gibi temalar öykülerde yer alır. Modern bireyin sahip olduğu toplumsal ilişkilerin keşmekeşliği, yeni bir gerilim unsuru yaratır edebiyatta. Bu onları çevrelerine karşı daha tedirgin yapar. Korku tam olarak burada başlar. Jackson romanlarında belirli bir özneyi ya da paranormal olanı canavarlaştırmaz çünkü onun korku öznesi zaten insan ve toplumdur.
Kaynakça:
ANDERSON, KATHLEEN, and KELSEY SATALINO. “‘An Honest up and down Fight’: Confrontation and Social Change in North and South.” The Gaskell Journal, vol. 27, 2013, pp. 108–25. JSTOR, web
Cengiz, Dilem. “Kadının Yazar Olarak Serüveni: Violette Leduc.” Gaia Dergi, 18 Mar. 2017, web
“Frances (Fanny) Burney D’Arblay (1752-1840).” Burney Centre, web.
Gristwood, Sarah. Game of Queens: The Women Who Made Sixteenth-Century Europe. Basic Books, 2016.
Holmesland, Oddvar. “Margaret Cavendish’s ‘The Blazing World’: Natural Art and the Body Politic.” Studies in Philology, vol. 96, no. 4, 1999, pp. 457–79. JSTOR, web.
Öksüz, Gamze. “Teffi’nin mizah anlayışı.” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 49.2 (2009): 145-156
Yalcin, Elif Guvendi. “Dress Codes: Deciphering Gender and Fashion in Eighteenth-Century London Through Frances Burney’s Evelina; or the History of a Young Lady’s Entrance into the World (1778).” RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi 37: 1271-1286.
Woolf, Virginia. A room of one’s own and three guineas. OUP Oxford, 2015.


