Şehir, insanın yerleşik yaşama geçmesinden sonraki dönemlerinde ortaya çıkmış bir olgudur. İlk şehirler, tarımın gelişmesiyle birlikte üretim, güvenlik ve topluluk düzeni gibi ihtiyaçlara cevap vermek üzere şekillendi. Antik çağda şehir, doğayla uyumlu ve topluluğun ortak yaşamını düzenleyen bir mekândı. Tapınaklar, meydanlar ve su yolları gibi yapılar, bireysel değil kolektif yaşamın ihtiyaçlarını yansıtırdı. Mekân, insanın doğayla ve diğer insanlarla kurduğu ilişkinin bir uzantısıydı. Ancak bu uyumlu yapı zamanla değişmiş, şehir farklı bir çehreye bürünmeye başlamıştır.
Modern Anlamda “Şehirler” Nasıl Ortaya Çıktı?

Tek tip şehir biçiminden söz etmek mümkün değildir. Bölgeden bölgeye nitel ve nicel olarak şehirlerin tanımlarında farklılıklar gözlemlenir. Bu, her bölgenin kendi ihtiyaçlarına göre geçirdiği değişimin bir tezahürüdür. Modern anlamda şehirlerin ortaya çıkışında her ne kadar tek bir tarihsel dönemden bahsetmek mümkün olmasa da ortak bir tarih olarak Geç Orta Çağ‘ı kabul etmek yanlış olmayacaktır (Ortaylı 2020). Bu dönemde ticaretin canlanması, loncaların ve yerel yönetimlerin güç kazanmasıyla şehirler yeni bir toplumsal ve ekonomik merkeze dönüşmeye başladı.
Feodal yapının zayıflaması, bireysel mülkiyetin artışı ve parasal ekonominin yaygınlaşması, şehir mekânının da yeniden biçimlenmesine neden oldu. Artık şehir, yalnızca ortak yaşamın sürdürüldüğü bir alan değil; ekonomik çıkarların, sınıfsal ayrışmaların ve bireysel varoluşların sahnesi haline geliyordu. Nüfus hareketlerinin hızlanması; kırsal alandan kente yönelen göç, hem mekânsal hem toplumsal bir yoğunluk yarattı. Bu gelişmeler, modern anlamda şehirleşmenin temellerini atarken, insanın mekânla kurduğu ilişkiyi de kökten değiştirdi.
Modern Kentlerin Yükselişi Ve Kimlik Krizi

Modern şehirlerin gelişiminde göç, kilit bir rol oynamıştır. 19. yüzyıldan itibaren sanayi devriminin de etkisiyle, kırsal kesimdeki topraksızlaşma ve tarımdaki verimsizlik gibi itici güçler, kentlerin sunduğu iş olanakları, yüksek ücretler, eğitim, eğlence ve daha yüksek yaşam standardı gibi çekici güçlerle birleşerek milyonlarca insanın köylerden şehirlere akın etmesine yol açmıştır. Bu süreç, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası az gelişmiş ülkelerde daha da hızlanmıştır; öyle ki 1940-1980 döneminde az gelişmiş ülkelerin kentsel nüfusu %500 artarken, gelişmiş ülkelerde bu oran %100 civarında kalmıştır. Dünya nüfusunun büyük bir kısmı artık kentlerde yaşamaktadır. 2000-2010 yılları arasında küresel kent nüfusu ilk kez kırsal nüfusu aşmıştır (Keleş, 1972).
Bu ani ve kitlesel göç, şehirlerin fiziksel ve toplumsal yapısını kökten dönüştürmüştür. Şehirler, gelen göçmenleri barındırmak için hızla genişlemiş, var olan yerleşim birimlerinin kapasitesi zorlanmış ve yeni yerleşim alanları ortaya çıkmıştır. Göçle birlikte gelen kitleler şehirli olmaya değil, köy yaşantılarını geldikleri yerde devam ettirmekle suçlanmıştır. Bu durum, şehrin sosyal dokusunda uyum sorunlarına ve “köyleşme” tartışmalarına neden olmuştur.
Beton ve Kalabalık: Mekânsal Dönüşüm ve Getirileri

Şehirlerin büyümesiyle birlikte, mekânsal örgütlenme de büyük bir değişim geçirmiştir. Kentler, özellikle 19. yüzyıl sonrası, sanayi üretiminin ve kitlesel tüketimin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenmiştir. Mühendislik ve mimarlık, kent inşasının temel taşlarını oluşturmuş, ızgara planlar ve düzgün geometrik yapılar yaygınlaşmıştır. Roma döneminde benzer genişlikteki yollar ve yapılar imparatorluğun tarihi koşullarının bir ürünü iken, erken modern dönemde ‘ızgara planı’ yöneticiler için iktidarlarının meşruiyetini kentlere kazıma aracı olmuştur.
Fiziksel büyüme, kamusal hizmetlerin gelişimini de zorunlu kılmıştır; su şebekeleri, kanalizasyon sistemleri, ulaşım ağları, parklar, okullar gibi altyapılar inşa edilmiştir. Çelik inşaat ve gökdelenler, şehirlerin dikeyde büyümesini sağlamış, “birim başına yoğunluk” artmıştır. Ancak bu hızlı ve çoğu zaman plansız büyüme, düzensiz ve çarpık yapılaşma ile gecekondu bölgelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde, kent merkezlerinin dış çeperleri korsan kentleşme ve gecekondu mahalleleriyle çevrilidir. Bu durum, şehirlerin karmaşık bir görünüm sergilemesine yol açarken, sağlıklı barınma ve hizmetlere erişim sorunlarını da beraberinde getirmiştir.
Kentleşmenin bu yeni biçimi, mekânı bir rekabet ve mücadele alanı haline getirmiştir. Kent toprakları “sürekli mekân savaşının muharebe alanı” olmuştur. Arsa değerleri ve kira bedelleri, nüfusun yerleşim yerlerinin arzu edilip edilmemesini belirleyen önemli faktörler olmuştur.
İnsan ve Kent Hayatı: Sınıfsal Ayrışma ve Yaşam Tarzları

Modern şehirleşme, toplumsal sınıflaşmayı ve mekânsal ayrışmayı belirginleştirmiştir. Kapitalist üretim ilişkilerindeki değişimler ve esnek üretim rejiminin yükselişi, işgücü piyasasında kutuplaşmalara yol açmış, bu da kentlerde sınıfsal-kültürel ayrışmaların derinleşmesine neden olmuştur.
Orta ve üst sınıfların hareketleri, kültürel canlılık ve ekonomik yenilenmenin kaynağının giderek mekânda yaşam tarzı olarak farklılaşmasına yol açmıştır. Konut sektörü, bu yeni orta sınıfların beğeni ve tercihlerine cevap verecek şekilde yapılandırılmıştır. Özellikle “site tipi mekânsal örgütlenmeler” ortaya çıkmış, apartmanda yaşamanın statüsü yerini “güvenli” sitelere bırakmıştır. Bunun sonucunda, kentlerin fiziksel uzamı sembolik bir mücadele alanına dönüşmüştür. Kent sakinlerinin ikamet ettikleri yerin konumu, türü ve kalitesi, onların beğenilerini ve toplumsal konumlarını gösteren bir seçim haline gelmiş, aynı zamanda bir “ayrım pratiği” olarak öne çıkmıştır.
Kentin yerli seçkinleri, yeni yerleşim alanlarını “simgesel yatırım alanlarına” dönüştürerek, kırsaldan gelen göçmenlere karşı kendilerini mutlak öteki olarak damgalamış ve sınıfsal sınırları yeniden tanımlamanın aracı kılmıştır. Bu, kentlerde formel (planlı) alanlar ile informel alanlar (plansız) arasında sınıfsal ve kültürel bölünmeleri dinamik kılmıştır.
İnsan İlişkilerinde ve Kimliğinde Dönüşüm

Şehir hayatının yoğunluğu ve karmaşıklığı, bireylerin ilişkilerini ve kimliklerini de derinden etkilemiştir. Kentlerde, doğrudan ve yüz yüze “birincil” ilişkilerin yerini, dolaylı ve ikincil ilişkiler almıştır. Aile bağları zayıflamış, mahallenin önemi azalmış ve toplumsal dayanışmanın geleneksel temeli sarsılmıştır. Bireyler, mesleki ve ekonomik çıkarlara göre gruplara ayrılmış, hatta aynı şehir içinde neredeyse uzak bir kırsal topluluk kadar tam bir tecrit (izolasyon) içinde yaşayabilir hale gelmişlerdir.
Bu durum, insan doğası ve davranışları üzerinde de etkiler yaratmıştır. Kent ortamı, sinirsel dürtünün yoğunlaşmasına yol açmış, bireylerde zihinsel çatışma ve kişisel kayıp yaşanmasına neden olmuştur. Şehir hayatının hızına ve değişimine uyum sağlamaya çalışan insanlar, birbiriyle uyumsuz yeni birey tipleri olmaya eğilimli hale gelmiştir. Suç, intihar, ruh sağlığı problemleri gibi toplumsal düzensizliklerin şehirlerde daha belirgin hale geldiği gözlemlenmiştir.
Antik dönemlerde şehirler genellikle bir kale ve savunma merkezi olarak işlev görürken, modern şehir, askeri açıdan “ihmal edilebilir” hale gelmiş ve siyasi açıdan da bağımlı bir birim olmuştur. Kent, artık insanın umutları ve rüyalarında bir hayatta kalma birimi olmaktan çıkmış, “modern yönetimin, ekonominin ve dinin” yerel ötesi bir nitelik kazanmasıyla küreselin etkisi altına girmiştir.
Bu yeni şehirleşme modeli, bir yandan ekonomik fırsatlar ve teknolojik gelişmeler sunarken, diğer yandan mekânsal adaletsizlik, sosyal ayrışma ve insan ilişkilerinde dönüşüm gibi karmaşık sorunları da beraberinde getirmiştir.
Modernleşen Şehrin Modernleşen Sorunları

Çalışmalar, ciddi ruh sağlığı problemleri riskinin kırsal alanlara kıyasla şehirlerde genellikle daha yüksek olduğunu göstermiştir. (Stier et al., 2021; Gruebner et al., 2017)
Şizofreni Riski: Şehirlerde büyümek ve yaşamak, şizofreni riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Hatta çocuklukta kentsel bir ortamda geçirilen süre arttıkça, yetişkinlikte şizofreni riski de yükselmektedir. Bu ilişki, ailevi yatkınlık ve yoksulluk gibi faktörlerle de ilişkilendirilmiştir. Bazı hipotezler, sosyal sürüklenme (bireylerin hastalığa bağlı sosyal ve ekonomik bozulma yaşayarak daha yoksul bölgelere taşınması) ve gen-çevre etkileşimi gibi faktörlerle açıklanmaktadır. (Gruebner et al., 2017)
Anksiyete, Psikotik ve Duygudurum Bozuklukları: Anksiyete (travma sonrası stres bozukluğu, sıkıntı, paranoya dahil), psikotik ve duygudurum bozuklukları gibi büyük zihinsel hastalıkların riskinin şehirlerde genellikle daha yüksek olduğu yine yapılan çalışmalarda ortaya çıkmıştır (Gruebner et al., 2017). Latin Amerika ve Asya ülkelerinde anksiyete bozuklukları, Çin ve Almanya’daki büyük kentsel alanlarda ise psikotik bozukluklar için daha yüksek oranlar bulunmuştur. (Gruebner et al., 2017)
Depresyon: Depresyon oranları konusunda karışık sonuçlar mevcuttur. Bazı çalışmalar şehirlerde daha yüksek depresyon oranları bulurken, diğerleri kırsal bölgelerde veya küçük şehirlerde daha yüksek oranlar gözlemlemiştir. Şaşırtıcı bir şekilde, ABD’deki daha büyük şehirlerde depresyon oranlarının daha düşük olduğu ve bu durumun şehir büyüklüğü ile ters orantılı olduğu bir modelle desteklenmiştir. Bu model, daha büyük şehirlerdeki yoğun sosyoekonomik ağlar ve insan etkileşimlerinin depresyona karşı bir tampon görevi görebileceğini öne sürmektedir. (Stier et al., 2021)
İnsan Psikolojisi ve Sosyal Davranış Üzerindeki Etkiler

Sosyal İlişkiler ve Tecrit: Büyük şehirler, bireyin özerkliğini koruma çabasıyla sinirsel uyarının yoğunlaşmasına yol açabilir. Doğrudan “birincil” ilişkiler yerini dolaylı “ikincil” ilişkilere bırakabilir, bu da sosyal izolasyona ve tecride neden olabilir. İletişim ve ulaşım kolaylıkları mahallelerin samimi yapısını bozabilir. Bununla birlikte, düşük sosyal sermayeye (sosyal destek, yeterlilik) sahip olmak mental sağlık yükünü artırabilir.
Yoksulluk ve Ayrımcılık: Düşük sosyoekonomik statü ve yoksul mahallelerde yaşamak, zihinsel sağlık sorunları riskini artırır (örneğin depresyon, şizofreni). Göçmenler ve görünür azınlık grupları, sosyal dışlanma ve ayrımcılık nedeniyle şizofreni ve depresyon riski taşır. Ancak, daha yüksek sosyal desteğe sahip mahalleler mental sağlığı koruyucu bir rol oynayabilir. (Gruebner et al., 2017)
Yardımseverlik ve Pro-sosyal Davranışlar: Kentsel ortamların bireylerin yardımseverlik ve pro-sosyal davranış eğilimlerini olumsuz etkilediği belirtilmiştir (Balsa-Barreiro & Menendez, 2024). Ancak bu konuda sonuçlar çelişkili olabilir; bazı çalışmalar kentsel yaşamanın yardımseverlikle doğrudan bir bağlantısını bulamamış, ancak mahallenin yoksulluk düzeyinin yardımseverliği etkilediğini vurgulamıştır (Zwirner and Raihani, 2020).
Yaşam Kalitesi ve Hareketlilik: Şehirleşme, yaşam kalitesini ve insan hareketliliğini de etkiler. Kentlerdeki hareketlilik alanları, çocuk suçluluğu, çeteler, yoksulluk ve boşanma oranlarında artışla ilişkilendirilmiştir. Kentsel yayılma (urban sprawl), daha uzun işe gidiş geliş sürelerine, çevresel etkilere ve sosyal izolasyona yol açabilir. Aksine, kompakt şehir modelleri kısa mesafeli ulaşımı ve aktif ulaşımı teşvik ederek avantajlar sunar. Toplu taşıma sistemleri, şehirlerdeki trafik yoğunluğunu azaltarak hareketliliği optimize eder (Balsa-Barreiro & Menendez, 2024; Ventriglio et al. 43).
Suç ve Güvenlik Algısı: Şehirlerde suç oranları genellikle daha yüksek olup, özellikle dezavantajlı mahallelerde yoğunlaşır. Yeşil alanların varlığının hem mikro hem de makro düzeyde suç oranlarını düşürdüğüyle ilgili çalışmalar mevcuttur. Güvenlik algısı, gerçek suç oranlarından farklılık gösterebilir (Balsa-Barreiro & Menendez, 2024).
Fiziksel ve Çevresel Etkiler

Şehirleşme, fiziksel çevre üzerinde de önemli değişikliklere neden olur:
Kirlilik ve Gürültü: Şehirler, kırsal alanlara kıyasla daha yüksek hava, su ve gürültü kirliliği oranları içerebilir. Özellikle trafik gürültüsü ve kirliliği, artan stres ve saldırganlık düzeyleriyle ilişkilendirilmiştir (Gruebner et al., 2017). Yol gürültüsünden yüksek derecede rahatsız olan bireylerde mental sağlık sorunları riski artmıştır. Yapay ışığa maruz kalmak sirkadiyen ritmi etkileyerek uyku düzenini bozabilir ve mental iyilik halini olumsuz etkileyebilir.
Kentsel Tasarım ve Yeşil Alanlar: Bazı kentsel tasarımlar, örneğin yüksek binalar, baskıcı olarak algılanabilir ve stres seviyelerini artırabilir. Ancak, yeşil alanlara daha fazla erişim ve yürünebilirlik, daha az depresyon ve sağlığı teşvik eden fiziksel aktivite ile ilişkilendirilmiştir. İyi bakımlı kentsel yeşil ve mavi alanların (deniz, nehir, göl gibi) rekreasyonel yönleri, kentsel nüfusun mental iyilik haliyle ilişkilidir (Gruebner et al., 2017).
Isı Artımı (Kent Isı Adası Etkisi): Kentsel yeşil ve mavi özellikler, kentsel ısı adası etkilerini tamponlama ve ısı stresini azaltma yeteneğine sahiptir. Ayrıca, kentsel sokak gölgelikleri, yüksek binaların “baskıcı” etkilerini azaltabilir. Tropikal bölgelerdeki kentsel tasarımlar, serinletici esintileri maksimize etmeye öncelik verirken, çöl bölgelerindeki şehirler güneşe maruz kalmayı azaltmak için daha dar yol ağlarına sahip olabilir (Balsa-Barreiro & Menendez, 2024; Gruebner et al., 2017).
Şehirleşmenin Zorlukları ve Gelecek Stratejileri

Hızlı kentleşme, sosyal ve çevresel zorlukları beraberinde getirir. Gelecekteki araştırmaların, kentsel sosyo-ekolojik ortamlar ile nüfusun mental sağlığı arasındaki işlevsel ilişkileri derinlemesine anlaması gerekmektedir.
Kentsel Tasarım ve Planlama: Şehir plancıları ve karar alıcılar, mental sağlığı destekleyen kentsel tasarımları benimsemelidir. Bu, yeşil ve mavi alanları artırmak, fiziksel aktiviteyi teşvik etmek, sosyal etkileşimleri desteklemek ve güvenlik hissini iyileştirmekle mümkündür. Örneğin, parklar, kamusal binalar ve iyi düzenlenmiş mahalleler sosyal kaynaşmayı ve kapsayıcılığı teşvik edebilir.
Kirliliğin Azaltılması: Hava, ışık ve gürültü kirliliğini azaltmaya yönelik politikalar uygulanmalı, yürüme, bisiklete binme ve erişilebilir toplu taşıma teşvik edilmelidir.
Erişim ve Entegrasyon: Sağlık hizmetlerine erişimin iyileştirilmesi ve birinci basamak sağlık hizmetleri ile ruh sağlığı hizmetlerinin entegrasyonu önemlidir. Evsizler gibi hassas gruplara ulaşmak için destekleyici konut ve istihdam politikaları gereklidir.
Özetle, şehirleşme insan yaşamını hem sosyal hem de çevresel pek çok boyutta yeniden şekillendirmektedir. Bu dönüşümün getirdiği psikolojik ve fiziksel yükleri hafifletmek için entegre ve sürdürülebilir kentsel planlama stratejilerine olan ihtiyaç giderek artmaktadır.
Kaynakça:
Ortaylı, İlber. Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri. 4. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2020.
Keleş, Ruşen. 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu. Gerçek Yayınevi, 1972.
Hizmetli, Mustafa. Tarihte Şehir ve Pazar. Araştırma Yayınları, 2012.
Park, Robert Ezra, ve Ernest W. Burgess. Şehir: Kent Ortamındaki İnsan Davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler. Heretik Yayınları, Çev. Pınar Karababa Kayalıgil, Nisan 2015.
Temel, Kemal. Gecekondu, Site, Rezidans: Bursa’da Sınıf ve Mekân. İletişim Yayınları, 2023.
Weber, Max. Şehir: Modern Kentin Oluşumu. Çev. Musa Ceylan; Yarın Yayınları, 2010.
Davis, Mike. Gecekondu Gezegeni. Çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, Ağustos 2016
Ventriglio, Antonio et al. “Urbanization and Emerging Mental Health Issues.” CNS Spectrums 26.1 (2021): 43–50. Web.
Balsa-Barreiro, Jose & Menendez, Monica. (2024). How Cities Influence Social Behavior. 10.7551/mitpress/15532.003.0013.
A.J. Stier, K.E. Schertz, N.W. Rim, C. Cardenas-Iniguez, B.B. Lahey, L.M.A. Bettencourt, & M.G. Berman, Evidence and theory for lower rates of depression in larger US urban areas, Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A. 118 (31) e2022472118, https://doi.org/10.1073/pnas.2022472118 (2021).
Gruebner, Oliver et al. “Cities and Mental Health.” Deutsches Arzteblatt international vol. 114,8 (2017): 121-127. doi:10.3238/arztebl.2017.0121
Zwirner, Elena, and Nichola Raihani. “Neighbourhood Wealth, Not Urbanicity, Predicts Prosociality towards Strangers.” Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, vol. 287, no. 2020, 2020, Article 20201359.
Kapak Görseli: gazetekadikoy.com.tr