Gerçek Dünya ve Dijital Dünya Arasındaki Aidiyet İkilemi

Aidiyet duygusu yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Bir duruma, bir olguya veya bir unsura karşı oluşturulan aidiyet duygusu bireyin yaşantısının daha anlamlı şekilde geçmesini sağlamaktadır. Aidiyet, kelime anlamı olarak TDK’ya (Türk Dil Kurumu) göre “ilişkinlik” ve “ilgi” anlamına gelmektedir. Farklı bir tanım üzerinden bakılırsa “ilişkinlik”, “mensubiyet”, “ait olma hâli” olan aidiyet, asıl olarak ilişkilendirme ile anlaşılabilecek bir kavramdır (Alptekin, 2012). Alptekin’in tanımlamasından hareketle yeni tanışılan bireye sorulan sorular aslında o kişinin aidiyetlerinin neler olduğunu öğrenme çabasıdır. Aidiyet duygusu çeşitli ihtiyaçlara göre şekillenebilmektedir. Bu bağlamda aidiyet, psikolojik ihtiyaç ve toplumsal analiz çerçevesinden ele alınabilir.

Psikolojik Bir İhtiyaç Olarak Aidiyet

Psikoloji disiplinine göre bireylerin sergilediği bazı davranış biçimlerinin temelinde ihtiyaç denilen bir gereksinim bulunmaktadır. Bu gereksinimlerden bir tanesi de aidiyet duygusudur. Bireylerin aidiyet ihtiyaçlarının giderilebilmesi için öncelikle güvende olmaları ve güven hissetmelerini sağlayan unsura itaat etmeleri gerekir. Bu bağlamda Erich Fromm (2014) itaat etme ve güvende hissedebilmeyi şöyle açıklamaktadır; “İtaat ettiğim sürece kendimi güvende ve korunmuş hissederim. İtaatim, beni tapındığım gücün bir parçası yapar, dolayısıyla kendimi güçlü hissederim.” Fromm’un alıntısından hareketle bireyin kendini güvende hissettiği ve tapındığı güç sayesinde kendini de güçlü hissetmesinden kaynaklanan bir aidiyet duygusu oluşmaktadır. Yani, birey kendini güvende hissettiği ölçüde bireyin aidiyet duygusu şekillenmektedir. Aidiyet duygusunu şekillendiren sadece güvenlik ihtiyacı değildir. Dahil olunan grupların bireyi toplum nezdinde saygın bir konuma getirmesi gibi saygınlık kazanma ihtiyacı neticesinde kişilerin gruplara yönelik aidiyet duyma eğilimleri daha fazladır. Psikolojide ihtiyaç denildiği zaman şüphesiz ki Abraham Maslow‘un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi akıllara gelmektedir. Maslow’un piramidine göre bireyin aidiyetinin gerçekleşmesi için öncelikle temel fizyolojik ihtiyaçlarının (nefes alma, yemek, su, uyku vb.) giderilmesi gerekir. Daha sonra ise güvenlik ihtiyacı olarak sayılabilecek beden güvenliği, iş güvenliği, mülkiyet güvenliği gibi ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. Bireyin fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları karşılandığı ölçüde bireyin aidiyet ihtiyacı da karşılanmaktadır.

Toplumsallaşma Olarak Aidiyet

Bireysel bir ihtiyaç olan aidiyet duygusunu sadece psikolojik ihtiyaç olarak değil toplumsallaşma veya sosyalleşme açısından da ele almak mümkündür. Çünkü aidiyet, bireyin tek başına yaşadığı bir süreç olmayıp grupsal açıdan, toplumun diğer üyeleri ile kurulan ilişkiler açısından da yaşanılan süreçtir. Bireylerin ihtiyaçlarından biri olan sosyalleşme sürecinde aidiyet duygusu da ona göre şekillenmektedir. Aidiyeti şekillendiren unsurları; yaşam biçimleri, toplumsal örf ve adetler, toplumsal davranışlar, toplumsal örüntüler olarak sıralayabilmek mümkündür. Örneğin bireyin içinde yaşadığı toplumun davranışlarını bilmesi yasal bir zorunluluk değildir. Fakat birey, kendi yaşadığı toplumun davranışlarını bilmediği sürece o topluma aidiyet eksikliği hissedecektir. Böylece kendini güvende hissedemeyebilir. Toplumsal dayanışma için kurulan ve sosyalleşmeyi de sağlayan ilişkiler, birey nezdinde ne kadar olumlu ise aidiyet duygusu da o kadar artabilmektedir.

Aidiyet duygusunu Durkheim perspektifinden de okuyabilmek mümkündür. Durkheim için iki tür dayanışma bulunmaktadır. Bunlardan biri mekanik dayanışma diğeri ise organik dayanışmadır. Mekanik dayanışmada, toplumdaki herkes hemen hemen aynı işi yaptığından dolayı bir arada durmaktadır (Ritzer & Stepnisky, 2012). Toplumsal bilinç mekanik dayanışmanın hakim olduğu toplumlarda daha fazla görülmektedir. Diğer bir dayanışma türü olan organik dayanışma ise hatırı sayılır bir iş bölümünün olduğu ve insanların son derece uzmanlık isteyen işleri yapmak için bir araya geldiği toplumsal düzenlerde görülmektedir (Ritzer & Stepnisky, 2012). Organik dayanışmada toplumsal bilinç mekanik dayanışmaya göre daha az bulunmaktadır. Durkheim’dan hareketle söylenilen dayanışma türleri aidiyet perspektifinden şöyle değerlendirilebilir: Mekanik dayanışmanın hakim olduğu toplumlara karşı aidiyet hisseden birey; organik dayanışmanın hakim olduğu toplumlarda bulunduğunda o topluma aidiyet hissetmesi zor olabilir. Bu durumun tam tersi de söylenebilir. Organik dayanışmanın hakim olduğu topluma aidiyet hisseden bireyin mekanik dayanışmanın hakim olduğu bir topluma aidiyet hissetmesi zor olabilmektedir.

Kimlik ve Aidiyet

Bireyler dünyaya geldikleri andan itibaren bir kimliğe sahip olmaktadır. Dolayısıyla sahip olunan bu kimlik bireyin hangi kimliğe karşı aidiyetinin olduğunu belirtmektedir. Ergenlik dönemi ile beraber bireyler artık kimliklerini çeşitlendirebilmektedir. Çeşitlenen kimlikler bir anlamda aidiyet duygusunun da birden fazla olmasını sağlamaktadır. Kimlik kavramını sosyal bilimlere kazandıran Erikson, kimliğin doğum ile başlayıp ergenlik dönemindeki sıkıntılar ile beraber özdeşleşerek inşa edildiğini söylemektedir (Alptekin, 2011). Bu bağlamda bireyler inşa etmiş oldukları kimlikler neticesinde kendi aidiyetlerini de oluşturmaktadır.

Bireyler belli bir yaştan sonra sosyalleşme ihtiyacı duymaktadır. Yaşanılan sosyalleşme neticesinde de bireyin yeni bir kimlik inşa ettiği görülmektedir. Oluşturulan bu kimliğe ise sosyal kimlik demek yanlış olmayacaktır. Turner, sosyal kimlik kavramını insanların sosyal belirticilerinin bir toplamı olarak açıklamaktadır (Akt. Sözen, 1991). Sosyal kimliği, bireylerin ait olduğu grupların etkisiyle bireyin kendisini tanımlaması ile alakalı (Poussard & Bastounis, 2008) bir durum olarak da tanımlayabiliriz. Kazanılmış olan sosyal kimlik ise bireylerin aidiyetleri hakkında çeşitli ipuçları verebilmektedir.

Toplumsal süreçte bireyin elde ettiği kimlikler çeşitlilik gösterebilir. Kimliklerin çeşitlilik göstermesi sonucu aidiyet duygusu da ona göre şekillenmektedir. Toplum nezdinde doğuştan sahip olunan veya sonradan kazanılan kimlikler bir anlamda bireyin damgasını da oluşturmaktadır. Sahip olunan kimlik ile bireye atfedilen damga arasında bir uyuşmazlık gerçekleşebilir. Bu uyuşmazlık veya çatışma durumu bireyi toplumdan soyutlamaya neden olabilir. Damga kavramından hareketle Erving Goffman, bireyin varsayılan kimliği ile fiilî kimliği arasında bir uyuşmazlık olabileceğini ve bu uyuşmazlığın da bireyi toplumdan soyutlayabileceğini söylemektedir (2014). Toplumdan soyutlanmaya başlayan bireyin de bir anlamda aidiyet duygusu da azalmaya başlayacaktır. ”Azalmaya başlayan aidiyet duygusunun birey üzerindeki etkisi nedir?” şeklindeki soruya cevap aramak için bir sonraki başlığa geçebiliriz.

Azalmaya veya Dönüşmeye Başlayan Aidiyet

Bütün bireylerde aidiyet duygusu bulunmaktadır. Bu duygunun oluşumu bireyden bireye farklılık gösterebilir. Bireyin hissettiği aidiyet duygusu her zaman aynı kalmayabilir. Dolayısıyla ya azalmaya başlar ya da farklı bir unsura doğru eğrilmeye başlar. Peki aidiyet duygusu neden azalır veya dönüşür? Öncelikle bireyin sahip olduğu kimliğe kendini ait hissedememesi gibi bir durum bu duyguya etki edebilir. Bu duruma ülke vatandaşlığını değiştiren bireyler örnek olarak verilebilir. İkinci etken, sosyalleşme süreci sonunda kazanılmış olan kimliğin toplum tarafından kabul görülmemesidir. Üçüncü olarak ise bireyler bazen bulunmuş oldukları konumdan hareketle çevrelerinden onay alamamaktadırlar. Bunun sonucunda ise çevre veya toplum onayı alabilmek için sahip oldukları konumdan koparak aidiyetlerini yitirebilmektedirler. Sonuç olarak aidiyet duygusunun azalması veya dönüşümünü sahip olunan kimliğe ait hissedememe, toplum tarafından kabul görmeme ve toplumsal onay arayışı gibi etkenleriyle açıklanabilir.

Azalan yada dönüşmeye başlayan aidiyet duygusunun sonucunda neler olduğu önemli bir sorudur. Aidiyet duygusu birey için sosyalleşmede önemli bir konumdadır. Çünkü sosyalleşme sürecinde birey herhangi bir faktöre karşı aidiyet geliştirebilir. Bireyin geliştirmiş olduğu aidiyet duygusunun tatmin olması bu noktada önemlidir. Zira aidiyet duygusunun tatmin olmadığı durumlarda bireyin yalnızlaşabilme ihtimali bulunmaktadır. Yalnızlaşmaya başlayan birey bir anlamda bulunduğu topluma karşı da yabancılaşmaya başlayacaktır. Dolayısı ile yabancılaşılan ve dışarısında kalınan toplumda birey olumsuz anlamda etkilenebilir. Yalnızlaşan birey bu noktada geçireceği psikiyatrik süreçlere bağlı olarak kendini intihara da sürükleyebilir. Gerçekleşen veya gerçekleşecek olan intiharı Emile Durkheim ile okuyabilmek mümkündür. Durkheim, İntihar isimli kitabında “…bireyin kamusal işlere, yararlı işlere hatta ailesi ile alakalı görevlere karşı ilgisiz olmaya başladığını ve onlara karşı bir soğuma gerçekleştiğinibelirtmektedir ve “…dolayısıyla da bireyin kendi içinden dışarı çıkmaktan tiksinti duymaya başladığını” söylemektedir (Durkheim, 2015). Bu intihar biçimi Emile Durkheim’ın intihar türlerinden bencil intihara girmektedir. Durkheim’ın bencil intiharı, insanların gruba dâhil olamadığı durumlarda gerçekleşir. Bu çerçevede yalnızlaşan birey ne yapacağını bilemeyecek duruma gelir. Böylelikle birey kendi intiharını gerçekleştirir. Günümüzde ise bireyin gerçek dünyaya yönelik oluşturduğu aidiyet duygusu azalmaya başlar ise bu duyguyu dijital dünyaya aktarmaktadır.

Dijital Dünya’ya Yönelmeye Başlayan Aidiyet

Dijital dünya, geçmişten günümüze kadar kendini geliştirerek yaşamın hemen hemen tüm safhasına sirayet etmiş durumdadır. Bu çerçevede toplumda bulunan bazı bireyler dijital dünyaya kendiliğinden ve bilinçli bir şekilde adapte olurken bazı bireyler ise istemeden adapte olmaktadır. Bireylerin dijital dünyaya geçmesindeki unsurlardan bir tanesi de, var olan kimliğin benimsenmemesi veya saygı görmek amaçlı katılınan gruplarda bu beklentinin karşılanmaması gibi faktörlerin sonucu olarak yalnızlaşma ve yabancılaşma bireylerin dijital dünyaya doğru yönelmesini sağlamaktadır. Dijital dünyanın giderek bireyin hayatına etki etmeye başlaması birey üzerinde bir çok değişikliği de meydana getirmiştir. Bu değişiklerin en başında elbette ki benlik, kimlik ve cemaat algısı gelmektedir.

Dijital dünyaya geçiş yapan bireyler öncelikle bu dünyada kendilerine onu diledikleri gibi donatabileceği bir kimlik oluştururlar. Oluşturulmuş olan bu kimliğe sanal kimlik denilmektedir. Gerçek dünyada birey kendini farklı kimlik yapılarına ait olarak görebilir. Fakat yaşamış olduğu çevrenin etkisiyle bu kimlik yapılarını gerçekte yansıtamayabilir. Bunun sonucunda da birey dijital dünyaya girerek istediği kimlik yapısını rahatlıkla oluşturabilmektedir. Sanal kimlikler bir anlamda bireyin gerçek dünyadan koparak dijital dünyaya adapte olmasını sağlarken, aidiyet duygusunun da dijital dünyaya yönelmesini gerçekleştirmektedir.

Dijital dünyaya giren bireyin oluşturmuş olduğu sanal kimlikleri postmodern dönem açısından da değerlendirmek mümkündür. Postmodern dönem ile birlikte kimliğin dönüşümünü Şahnagil çalışmasında şöyle bir aktarma yapmaktadır; “Postmodern dönemle birlikte yaşam stilleri ve kimlik yapıları tüketim odaklı inşa edilmeye başlanmış, internetin hayatlara sirayet etmesi ile bireyler iletişimde bulundukları “ötekinin” gerek biyolojik gerekse toplumsal varlığını, sesini, görüntüsünü kısaca bireysel tarihini dikkate almaksızın kimliklerini inşa etmeye çalışmışlardır” (Akt. Şahnagil, 2019). Dijital dünyada inşa edilen kimlikler bu dönem ile birlikte artık tüketimsel amaçlı kullanılmaktadır. Çünkü dijitalleşmenin birey hayatına tamamen girmesi ile birlikte postmodern dönemde tek bir gerçekliğin var olmadığı ve birden fazla gerçekliğin var olma durumu bulunmaktadır. Bu bağlamda oluşturulan sanal kimliklerin kolayca donatılabildiği veya istenmeyen kimlik anlayışından kolayca vazgeçilebilme özelliğinden dolayı bu kimliklerde de birden fazla gerçeklik anlayışı bulunabilmektedir.

Dijital dünyada bireylerin oluşturmuş oldukları sanal kimlikleri, Sembolik Etkileşimcilik kuramından hareketle Erving Goffman üzerinden okuyabilmek mümkündür. Goffman’ın kişilerin toplumsal ilişkilerinde sergilediğini belirttiği üzere, dijital dünyada bireyin sergilediği “performans” sanal kimliğini oluşturmaktadır. Goffman, performans kavramını bireyin izleyici kitlesi önünde sergilediği ve izleyiciler üzerinde etkisi olan tüm faaliyetleri tanımlamak için kullandığını dile getirir (2009). Dolayısıyla Erving Goffman’ın kullanım amacından hareketle denilebilir ki, bireylerin dijital dünyada onları izleyen kişiler karşısında sanal kimliğinin nasıl tanımlanmasını istiyorsa ona göre performans ya da performanslar sergilemektedir. Sanal kimlikleri, Erving Goffman’ın sahne önü, sahne arkası kavramlarından hareketle okuyabilmekte mümkündür. Goffman, sahne önü kavramını oyuncu ile izleyici arasında etkileşimin olduğu alan olarak görmektedir (Kızılçelik, 2018). Sahne önü kavramından hareketle bireyin sanal kimliğini oluşturduğu yer olan dijital dünyayı örnek olarak verebiliriz. Erving Goffman’ın diğer bir kavramı olan sahne arkası ise ön bölgede gerçekleşen performans ile mutabık olmayan yer olarak tanımlanabilir. Sahne önünde performans sergileyen bireylerin aslında sahne arkasındaki performansları daha farklıdır. Dijital dünyaya yönelen birey için sanal dünya sahne önüdür. Sahne arkası ise oluşturulan profilden hareketle yapılan özel mesajlaşma bölgesi olarak ele alınması mümkündür.

Dijital dünyaya bir aidiyet hissetmeye başlayan bireyler bu dünyada sadece sanal kimliklerini oluşturmamaktadır. Sanal kimlik dışında “sanal cemaat” denilebilecek gruplara da katılım gösterilebilir. Özellikle de gerçek dünyada kendini ait hissedebileceği bir grup ya da cemaat bulamayan bireyler bu arayışlarını dijital dünyada gerçekleştirebilmektedir. Dijital dünyaya katılan bireyler oluşturdukları sanal kimlikleri girmek istedikleri sanal cemaatlere göre donatarak bu cemaatlere katılırlar. Dijital dünya içerisinde bulunan sanal cemaat kavramını kullanan ilk kişi Howard Rheingold’dur. Rheingold’a göre sanal cemaat, kişisel ilişkiler ağının (network) meydana gelmesi için yeterli sayıdaki insan sayısının bir araya gelerek internet vasıtasıyla oluşturdukları sosyal gruplardır (Akt. Bozkurt, 1999). Dijital dünyada sosyal gruplara katılabilmek için bir tane ortak nokta yeterlidir. Bu ortak nokta sayesinde birey sosyal gruba/gruplara dâhil olabilir. Dijital dünyadaki sanal cemaatlerden ayrılma unsuru da gerçek dünyadaki gruplara göre daha rahat olmaktadır. Çünkü dijital dünyada var olan sanal cemaatlerden ayrılmak için basit bir şekilde bir tuşa basmak yeterlidir. Dolayısıyla dijital dünyanın sağlamış olduğu bu faydalar, bireylerin aidiyet duygularını gerçek dünyadan koparmaya başlayarak dijital dünyaya yönelmesini sağlamaktadır.

Kaynakça

  • Alptekin, D. (2012). Toplumsal Aidiyet ve Gençlik: Üniversite Gençliğinin Aidiyeti Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma. İstanbul: Yayımlanmamış Doktora Tezi.
  • Bozkurt, V. (1999). ”Yıkıcı Gemeinshaft”tan ”Öteki”siz Postmodern Kabilelere Sanal Cemaatler. Birikim Dergisi, 1-8.
  • Durkheim, E. (2015). İntihar (Çev. Zühre İlkgelen). İstanbul: Pozitif Yayınları.
  • Fromm, E. (2014). İtaatsizlik Üzerine. Özgürlük Neden Otoriteye Hayır Demektir (Çev. Nurdan Soysal). İstanbul: Say Yayıncılık.
  • Goffman, E. (2009). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (Çev. Barış Cezar). İstanbul: Metis Yayınları.
  • Goffman, E. (2014). Damga. Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Üzerine Notlar (Çev. Ş. Geniş; L. Ünsaldı; S.N. Ağırnaslı). Ankara: Heretik Yayıncılık.
  • Kızılçelik, S. (2018). Çağdaş Sosyal Teorisyenler 1. Ankara: Anı Yayıncılık.
  • Poussard, J. M., & Bastounis, M. (2008). Kimlik ve Sosyal Temsiller. H. U. Tanrıöver içinde, Sen Benim Kim Olduğumu Biliyor musun? Toplumsal Yaşamda Kimlik İzdüşümleri (s. 179-204). İstanbul: Hil Yayın.
  • Ritzer, G., & Stepnisky, J. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri (Çev. Irmak Ertuna Howison). Ankara: De Ki Yayınları.
  • Sözen, E. (1991). Sosyal Kimlik Kavramının Sosyolojik ve Sosyal Psikolojik Bir İncelemesi. Sosyoloji Konferansları, (s. 93-108).
  • Şahnagil, S. (2019). Modernizmden Postmodernizme Kimliğin Dönüşümü: Sanal Kimliklerin Yapay Toplumu. ICOAEF VI Uluslararası Uygulamalı Ekonomi ve Finans Konferansı & Sosyal Bilimler ile Genişletilmiştir, (s. 584-599). Balıkesir.
Ersin Boran
Ersin Boran
Üstündür muhtemel hayattan kaçan ayağa karşı yılmadan hayata tutunan el..!

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Jane Eyre Hangi Şarkıları Dinlerdi?

Gelin, hep birlikte Jane'in muhtemelen profilinde herkese açık paylaşmayacağı, yalnızca kendisinin erişebileceği müzik listesine ulaşmaya çalışalım!

Epik Fantastik Türüne Giriş ve Kralkatili Güncesi Evreni

Epik fantastik türüne derinlemesine bir bakış ve Kralkatili Güncesi ekseninde modern mit yaratımının izleri...

Söylenti Sinema Şeridi: Direniş ve Özgürlük Ayı

Hayatın içinden beyaz perdeye taşınan zorluklar, yaşam mücadelesi ve daha nicesinin işlendiği film önerilerimiz.

Yerel ve Evrenselin Birlikteliği: Çağdaş Moda Tasarımlarında Anadolu İzleri

Moda dünyasında sürdürülebilirlik ve özgünlük arayışı giderek daha fazla tasarımcıyı yerel ve kültürel unsurlara bakmaya yönlendiriyor.

Met Gala 2025: Moda Dünyasında Dikkat Çeken Kültürel Tema

Met Gala 2025, kültürel teması ve "Black dandyism" vurgusuyla moda dünyasında kimlik ve stil hakkında güçlü mesajlar verdi.

Ölü Ozanlar Derneği Hangi Albümle Eşleşir?

Sistemin duvarlarını şiirle yıkan bir film ve notalarla öfkesini haykıran bir albüm: Ölü Ozanlar Derneği ve The Wall’u birlikte inceliyoruz.

Terapide Kaybolmak: “Beyaz Psikoloji”den Kültürel Uyum Arayışına

Batı merkezli terapi yaklaşımlarının kolektivist kültürlerde neden uyumsuzluk gösterdiğini "beyaz psikoloji" kavramı üzerinden inceledik.

Orta Çağ Avrupası’nda Moda, Sağlık ve Hijyen

İnsanın kendini eğitmesi, araştırması ve en önemlisi sorgulaması kadar güzel bir şeyin olmadığı dersini veren Orta Çağ Avrupası'ndan bir soru: “Siz hangi çağda yaşıyorsunuz?”

Crash (1996) Film İncelemesi: Bedenin Arzuyla Çarpışması

Cronenberg’in Crash filminde beden, arzu ve makina birleşir; kaza, hem haz hem dönüşüm alanına dönüşür. Film, gerçekliğin simülakra evrildiği bir evren çizer.

Söylenti Aylık Frekans

Mayıs ayını taçlandıracak müzik önerileriyle karşıladığımız Söylenti Frekansı sizlerle!

Editor Picks