Genç Sanatçı Nisa Nur Kurt’a Tuvalindeki Böcekleri Sorduk

spot_img

Kentler bizi doğadan uzaklaştırdıkça bambaşka alanlarda kendimizi doğayla yüzleşirken buluyoruz. Sanat da bu alanlardan biri. Kendimizi doğadan izole ettiğimiz sürece ötekileştirdiğimiz canlıları anlamamız mümkün değilken sanat, insan dışındaki canlılarla düşünsel etkileşime girebileceğimiz bir karşılaşma alanı oluşturuyor. Sanatçıların gözünden doğayı izlemek karşı karşıya olduğumuz ekolojik krizlerin nedenlerini daha iyi anlamamızı sağlarken; kendimizi ötekileştirdiğimiz canlılar karşısında izole etmek üzere konumlandırdığımız noktanın dışına çıkarak yeniden sorgulamamızın yolunu açıyor.

Bu içerikte sizleri, görmezden gelinen hatta belki de ürkütücü ve tiksindirici bulunan canlıları, böcekleri, tuvaline taşıyan bir sanatçıyla tanıştırmak istiyoruz. İçeriğimize,  önyargılara karşı sanatla tavır alan genç sanatçı Nisa Nur Kurt’u kendi cümlelerinden tanıyarak başlayalım.

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Kendinizi sanatçı olarak mı ressam olarak mı tanımlıyorsunuz?

“2 Eylül 1998 yılında Kocaeli’ de doğdum. Çocukluğumdan beri resim yapıyorum. 2012 yılında Kocaeli Güzel Sanatlar Lisesi’ni kazandım ve orada temel resim eğitimi almaya başladım. Lise bittikten sonra üniversite yetenek sınavlarına hazırlandım ve ardından 2017 yılında Kocaeli Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde eğitimime başladım. Resimlerimde doğadan giderek kopan ve doğaya dair her şeye yabancılaşan insanın, kendi yaratımı olan kent yaşamında farkına bile varmadığı ve her gün çeşitliliğini kaybeden böcekleri, görünür kılmayı amaçlıyorum. Toplumun görmek istemediklerini daha büyük ölçeklerle yansıtıyor; küçük ve dikkatten kaçan böcekleri daha detaylı inceleme fırsatı veriyorum. Toplumu, görmeyi değil bakmayı, hatta çoğu zaman korkup öldürmeyi tercih ettiği böceklerle yüzleştirmeyi amaçlıyorum. İnsanın kendine yabancı olan türlere beslediği önyargısının, giderek korkuya dönüşmesi ve korkunun ise yok etmeye varması kırmaya çalıştığım bir algı. Bu algıyı kırmanın yolu olarak böceklerin estetiğine odaklanıyorum. Halen Kocaeli’nde yüksek lisans eğitimime ve üretimlerime devam etmekteyim. Kendimi sadece ressam olarak tanımlamam sanırım şu an içinde bulunduğum serüven için yeterli kalmaz, bir süredir seramik heykeller yapıyorum ve farklı malzemelere olan ilgim daha ileriye evrilecek gibi gözüküyor.”

Sanatçının kim olduğu, kime sanatçı denileceği elbette tartışmaya açıktır. Sanat veya sanatçı gibi kavramların tek bir tanım üzerinden açıklanması da yanıltıcı olabilir. Belki de, sanatla uğraşan ve yaratım süreci içinde yaşayan kişilerden bu kavramları dinlemek gerekir.

Sanatçı kime denir, sanatçı olunur mu sanatçı olarak yaşanır mı?

“Sanatçı ve sanat tanımı artık yaşadığımız toplumda farklı tanımlanabilir olsa da bana göre temelde bir şeyler yaratmaya olan arzunun farklı malzemeler aracılığıyla yenilikçi bir tavırla biçim bulmuş halidir. Sonradan sanatçı olma durumuna pek inanmıyorum doğrusu, ancak sanata ve yaratma içgüdüsüne karşı kendini yıllarca toplum ve ekonomik kriz yüzünden bastırmış ve kendi benliğini daha geç fark etmiş kişiler olabilir elbette. Sadece sanat yaparak Türkiye’nin ekonomik şartlarında yaşayabilmek ne yazık ki bana pek mümkün gelmiyor, o yüzden son sorunuzu pas geçeceğim.”

Ülkemizdeki genç sanatçıların tek bir kimlik üzerinden yaşamını sürdürmesi her koşulda mümkün olmasa da yetenek, ilham ya da tutku -adına ne dersek diyelim,  genç sanatçıların yaşamın içindeki zorlayıcı koşullar karşısında bile kendini ifade etmesinin bir yolunu bulmasını sağlıyor.

Sizce sanatçı bir şeyler anlatma kaygısı gütmeli midir? Bu kaygı sanat eseri aracılığıyla izleyiciye aktarılmalı mıdır?

“Bir şeyler anlatma kaygısı eğer zorlama yapılıyorsa bana her zaman fazla yapay gelmiştir. Bir şey anlatıyorsanız zaten bu sizin hayata olan bakış açınızı temsil etmelidir çünkü bana göre her sanatçının tutarlı bir duruşu olmalıdır. Bir şeyler anlatma kaygısıyla tezat ve bir o kadar da yapay bir şeye dönüşüyorsa eğer bu sadece görsel, genel geçer bir şeye dönüşebilir.”

Eser, izleyici ve sanatçı arasındaki ilişkiye dair tartışmalar halen daha sürmekte. Eserde anlatılmak istenen ve izleyicinin yaptığı çıkarım üzerinden kurulmaya çalışılan bağlantılar kimi zaman izleyici ile sanatçıyı birbirinden koparmakta kimi zaman da eser üzerinden kurulan uzlaşımlar üzerinden birbirine yakınlaştırmaktadır. Bu ilişkilendirme sürecini koşullandıran pratikler elbette değerlendirmeyi yapan kişilere göre değişecektir.

Sanatçı izleyicisinin esere yönelik çıkarımlarından sorumlu mudur? Sanatçı eserini izleyici ile buluşturduğunda eser ile izleyici arasında kurulacak iletişime dahil olmalı mıdır?

“Zaman zaman dahil olmak zorunda kalabiliyoruz, insanların çoğu düşünmek yerine kendisine hazır sunulan bilgiye erişme ihtiyacı duyuyor ve bu da bana göre zaman içinde insanları tepkisiz, düşüncesiz ve yorumsuz birer duvara dönüştürüyor. Kendi açtığım sergi adına çok güzel geri dönüşler aldım ama aldığım en ilginç yorumlardan biri “ Betona Karşı demişsiniz ama sadece bir eserinizde beton var” cümlesi oldu sanırım, çünkü oradaki amaç betonu kullanarak baştan aşağı bir sergi düzenlemek yerine betonun arkasında göremediğimiz o dünyadan parçalar sunmaktı. Her duyduğum yorum ve kendimi açıklama fırsatı bulduğum her yeni bir soruda insanların zihinlerinde oluşan önyargı duvarlarından besleniyorum aslında. Zaman zaman negatif sonuçlar doğursa da bu süreç sağlıklı ilerleyebiliyor.”

Bakış açımız, sosyalizasyon sürecinde içinde bulunduğumuz mekanlardan iletişim kurduğumuz insanlara kadar pek çok şeyden izler taşır. Ancak sosyalizasyon sürecindeki etkileşimimiz sürdükçe, bakış açımıza yerleşmiş kabuller üzerine yeniden düşünmemizi sağlayacak “fırsatlarla” karşılaşmamız da olasıdır.

İnsanlar böcekleri itici buluyorken sanat/sanatçı bu algıyı değiştirebilir mi?

“Zaman zaman bu iğrenç algısını biraz olsun sarsabildiğimi düşünüyorum açıkçası. Hayatlarına girmeden önce üzerine basıp geçebilecek arkadaşlarım artık durup “Aa Nisa’ya atalım” diyerek fotoğraflarını çekiyorlar ya da sosyal medya üzerinden tanımadığım insanlardan böcek fotoğrafları ve gönderiler alıyorum, sonrasında bir şekilde sohbet böcekler üzerinden ilerliyor. Bu benim için bir yerlerde birilerini kazanabiliyorum, zihninde yer edebiliyorum demektir. Bu benim için başarı demektir. Gördüğünüz her böcekte benden bir parça ve bendeki her resimde onlardan bir parça var. Ve bu parçalar aracılığıyla birilerine ulaşabilmek, bu algıyı değiştirebileceğime olan inancımı arttırıyor.”

Her canlının kendine içkin bir değeri olduğunu ve doğanın dengesini sürdürebilmesi için insanmerkezci bakış açısını terk etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sizin doğa kültür dikotomisi üzerinden kurulan hiyerarşiye yönelik düşünceniz nedir?

Ben bunun hayatta kalma içgüdüsüyle ortaya çıktığını ve zaman içerisinde güçlenerek bir hiyerarşiye dönüştüğünü düşünüyorum. Bilinmeyene duyulan korku içgüdüsel olarak koruma ihtiyacıyla birlikte şiddete dönüşüyor ve bunun sonucunda farklı türler ve habitatlar tahrip ediliyor. Bence en büyük sorun onların dünyasına dair çoğu insanın hiçbir araştırma ve gözlem yapmaması, bu çevremize karşı değersizleştirme ve yok etme eylemlerini beraberinde getiriyor.

Her canlının yaşadığı alanı algılama ve iletişim kurma biçimi farklı. Tıpkı sanatın içinde binlerce farklı yorumu barındırması gibi.

Sanat insana içkin bir şey midir, insan kültüründen yalıtılmış doğada sanat var mıdır? Sanat neden hep insanla ilişkilendirilir?

Plastik sanatlar insan yapıtı olan aynı zamanda da zaman zaman doğal gibi gösterilmeye çalışan yapay bir şey, tarih boyunca insanoğlu farklı zaman dilimlerinde doğaya çıkarak doğayı taklit etmeye çalışmış ya da arazi sanatına yönelmiş ve doğanın kendisini kullanarak sanat yapma girişimlerinde bulunmuştur. Sanat hep insanla ilişkilendirilir ancak insanın derinlerinde olan doğaya özlem bir şekilde kendini göstererek peyzaj resimleriyle kendini göstermeye başlamıştır. İnsan kafasında kurcaladığı herhangi bir problemin üzerine kafa yorar ve eserleri de bu yorucu temponun izlerini taşır daima. Sanırım doğa ve insan ilişkisi de bunlardan biri kabul edilebilir.”

Böceklerden ilham aldığınızı düşünüyoruz. Doğanın sanatı besleyen ve sanatçıyı kendine dahil eden bir yönü olduğunu düşünüyor musunuz?

“17 – 18 yaşlarıma kadar çoğu insan gibi böceklerden korkarak yaşadım. Geçmişimde böceklerle ilgili fobi yaratabilecek nitelikte bir anım olmadı. Bu sadece benim yaşadığım bir durum değil, şu an neden korktuğunu bilmeyen ama yine de içinde bir dürtünün onu korkuya ittiğini hisseden insanlar bu yazıyı okuyacaktır elbet. Ben bunun öğretilmiş ve bize kodlanmış bir ön yargı olduğunu düşünüyorum. Bu zamanında beni de içine almış ve hapsetmiş güçlü bir kodlama. Sevilmeye layık görülmediği ya da çirkin olarak zihinlere empoze edildiği için, önyargıya yol açtığını düşünüyorum. 2016 yılında yaptığım bir resim tüm bakış açımı değiştirdi. Karaladığım her çizikte her renkte onların dünyasına dahil olduğumu hissettim ve onlar beni büyüledi. Çizdikçe daha fazla araştırdığım, araştırdıkça daha fazla çizdiğim bir döngüde buldum kendimi. Onların sayesinde doğayı daha detaylı görüyormuşum gibi hissetmeye başladım. Sanki bir böcek gelip beni ısırdı ve uykumdan uyandırdı. Etrafımdaki her şeye, bu zamana kadar hiç bakmadığım bir gözle bakmaya başladığımı hissediyorum.”

Doğa gözlemcilerinin yakın çekim böcek fotoğraflarıyla karşılaştığımda yürürken belki de hiç fark etmeden yanından geçtiğimiz ne güzel canlılar var diyoruz. Onlarla göz göze gelmemize neden olan bu fotoğraflar, sizin eserlerinizde de görünür kıldığınız gibi korkudan ileri gelen önyargıyla bir an için karşı karşıya kalmamızı sağlıyor.

Böcekler genelde korkulan ve ötekileştirilen canlılar olarak değerlendiriliyor. Sizin yaptığınız çalışmalarda onları ön plana çıkaran nedir, bu önyargıyı aşmayı hedefleyen bir yaratım sürecinde misiniz?

Böceklere, örümceklere ve sürüngenlere karşı korkuların, yani dış dünyaya olan korkuların yetersiz bilgiden olduğunu düşünüyorum. Günlük hayata yabacı olan türleri zihninizde korkunç senaryolarla canlandırarak onun size zarar verebileceği kanısına kapılıyorsunuz ve “o bana zarar vermeden onu öldürmeliyim” gibi bir içgüdüyle onu öldürüyorsunuz. Onlarla empati kurabiliyorum ve birçoğunun hayatı boyunca hiç sevilmeden ölmüş olması hatta öldürülmesi gerçeği canımı sıkıyor. Resimlerim aracılığıyla bu önyargıları kırmayı amaçlıyorum çünkü onların sevilmeyecek iğrenç canlılar olduklarını düşünmüyorum.”

“Hayal, hayal eden zihne göre değişir. Benim aklıma gelen böcekler ve fobisi olan birinin aklına gelen böcekler aynı değil elbette. Bunun sonucu da yine insanların onların dünyasına dair ne kadar az şey bildiğini gösteriyor. En çok duyduğum sorulardan biri “hayalinden mi çiziyorsun yoksa bu böcekler gerçekten var mı?” sorusu. Çünkü biliyorum ki bu kadar kusursuz renk ve dokulara sahip olduğu için siz de şaşırıyorsunuz. Keşke hayal gücüm bunları uydurabilecek kadar geniş olsaydı, ama benim gördüğüm dünya hayal gücünü zorlayabilecek kadar uçsuz bucaksız ve büyülü bir dünya. Kafalara kodlanmış bir iğrenç algısı var ve insanlar onun doğruluğundan o kadar eminler ki bu böceklerin gerçek olup olmadığını sorguluyorlar.”

Sanatınızın böcek türleri üzerine kurulu olduğunu söyleyebilir miyiz, başka figürleri çalışmayı da seviyor musunuz?

“Aslında mesleğimi çok sevdiğim için herhangi bir şey olabilir çizdiğim şey. Ben çizmeyi seviyorum. Anatomiden karma kompozisyonlara kadar farklı ve birbirinden bağlantısız gözüken ama temelde hepsini birbirine bağlayan bir çok konuyu çok severek çalıştım. Ama hiçbiri böcekler kadar derin izler bırakmadı bende. Çoğu eğitim, kendi paletimi ve fırça darbelerimi bulmam için bir araçtı sadece.”

Çalışmalarınızda hangi teknikleri kullanıyorsunuz?

“Benim için son zamanlarda teknik değil de malzeme daha ön planda. Çalışmalarımda çoğunlukla yağlı boya kullanıyorum ancak farklı malzemelere karşı yoğun bir ilgim var. Bence eğitim süreci asla bitmeyecek bir süreç ve çevremdeki her şeyden ve herkesten alıcı rolünü üsteniyorum bu konuda. Cam resimlerimde sentetik yağlı boyayı dökerek kullanıyorum ve resmi tersten çiziyorum, sonrasında farklı dergi parçalarından yararlanarak küçük kolaj detayları ekliyorum. Son cam resimlerimde farklı yapıda boyalar, şeker ambalajı gibi farklı malzemeler de kullandım. Seramik alanında da farklı malzemeler denemeye devam ediyorum. Son iki heykelimde ahşap kukla kolundan ve şemsiye teli gibi malzemelerden de yararlandım. Aslında her yeni öğrendiğim malzeme ve tekniği yeni bir çalışmamda uyguluyorum. Bu beni daha çok heyecanlandırıyor ve dinç tutuyor.”

Böceklerin sahip olduğu anatomik yapının gerçekliğini korumaya çalışıyor musunuz? Renkleri ve biçimleri yorumunuza açık olacak şekilde mi değerlendiriyorsunuz?

“Böceklerin anatomik yapılarıyla birlikte bilimsel olarak türlerinin ayırt edilebilir olması benim için oldukça önemli. Hayal ürünü değil Gerçekten var olan türleri insanların daha inceleyebilecekleri boyutlarda kendi tarzımda aktarıyorum. Takıntılı olduğum ve artık paletimle bütünleşmiş bazı renklerim var. Sarı, yeşil ve kızıl tonlar resimlerimin çoğuna hâkim durumda ama zaman zaman hiç beklenmedik renklere de elim gidebiliyor.”

Böceklere, kelebeklere dair ayrıntıları kullanabilmek/aktarabilmek için sahada gözlem yapıyor musunuz? İncelemek üzere ölmüş canlıları topluyor musunuz?

“Gözlem yapamıyorum çünkü onları sahada gözlem yapan insanlar kadar iyi tanıyamıyorum. Yanlış bir şey yaparak onlara ya da habitatlarına zarar vermemek adına daha önce hiç araziye çıkmadım. Ama böceklere ilgim olduğunu bilen insanlardan yeni bilgilere erişebileceğim bir çok gönderi ve fotoğraf alıyorum. Ölü bulduğum bazı böcekleri saklıyorum. Bunu bir koleksiyon olarak düşünmeyin, sadece beton üzerinde ölmüş böceklerin kent hayatının kalabalığında üzerine defalarca basılıp asfaltla bütünleşmesini ya da toprağın altında çürümelerini istemiyorum.  Arkadaşlarım ve çevremdeki kişiler de buldukları ölü böcekleri benim için saklayıp bana getiriyorlar. Ölmüş olsalar da onları bir şekilde var kılıyorum. Resimlerim için çoğunlukla bilimsel fotoğraflarından yararlanıyorum ve izleyiciyi daha da çok dahil etmek adına kadraj alıyorum.”

Henüz oldukça genç olduğunuzu da dikkate alarak kaç serginiz olduğunu/kaç sergide yer aldığınızı sormak isterim.

“Lise ve Üniversite eğitim hayatım boyunca Bir çok karma sergide bulundum ancak ilk kişisel sergimi geçtiğimiz mart ayında “Betona Karşı” ismi ile gerçekleştirdim.  Benim için harika bir deneyimdi, çok güzel yorumlar ve tepkiler aldım. Tüm böcek serüvenim boyunca insanlarda yaratmak istediğim bakış açısını  yakaladığımı ve zihinlere yerleşen iğrenç algısını kırdığımı hissettiğim güzel bir sergi oldu benim için.”

İlk kişisel serginize verdiğiniz ismi(Betona Karşı) okuduğumda farkındalık kazandırmak istediğiniz bir şey olduğunu sezdim. Bu isim üzerinde nasıl karar verdiniz, serginin anlatmak istediği şeylerden biraz bahseder misiniz?

Ben betonun arkasında var olan dünyadan bir parça göstermeye çalışıyorum. Böceklerin dünyasından izleyiciye küçük bir kapı aralıyorum. Benim görebildiğim dünyadan ne kadar parça sunarsam o kadar o dünyaya dahil etmiş oluyorum sizleri. Çalışmalarımda odaklandığım türlerin çoğu, bilinen ve kent hayatında görülebilecek böceklerden daha farklı, daha renkli ve daha çeşitli. Bunu seçmemin sebebi böceklere karşı oluşan çirkinlik önyargısını değiştirmek. Çalışmalarımda “neden korkuyoruz?” ve “bu böcekler gerçekten var mı?” gibi soruları sordurmayı amaçlıyorum. Bütüne bakıldığında korkutucu gelen şeylerin, detaya inildiğinde güzelleşmeye başladığını savunuyorum. Korktuğumuz şeyin yanlış bir öğrenmenin sonucu olduğunun tekrar ve tekrar altını çizmek isterim. İzleyicinin korkutucu olduğunu düşündüğü bir canlıyı, parçalar aracılığıyla sunarak, düşünüldüğü kadar korkutucu olmadığını göstermeyi amaçlıyorum. Yetersiz bilgiden kaynaklanan bu korkunun daha fazla görerek ve algılayarak aşılabileceğini düşünüyorum. Kendimizi betondan duvarların içine hapsettiğimiz bu dünyanın içinde “ Betona Karşı ” gösterebileceğim tek şey ise böceklerim.”

Görsel sanatlar üzerine yaptığımız sohbetimizi edebiyat alanına kaydırıyoruz ve genç sanatçıya çok popüler olmuş romanlarda, öykülerde, şiirlerde kullanılan böcek metaforu hakkında ne düşündüğünü soruyoruz.

Böcekler edebiyata da ilham oluyor ve metafor olarak kullanılıyor. Sizce neden?

“Onların yaşantılarından öğrenebileceğimiz öyle çok şey var ki, onlarla ilgili öğrendiğim her yeni bilgide onlara daha çok bağlanıyorum. Elbette ki bu sadece benim için geçerli bir durum değil, onlardan öğrenecek çok şey olduğunu fark eden birileri onları metafor olarak kullanıyor. Son iki – üç yıldır en çok duyduğum sorulardan biri de resimlerim ile Franz Kafka arasında herhangi bir bağlantı olup olmadığıyla alakalı. Dönüşüm romanını 2021 de bitirme projeme çok yakın bir zaman diliminde böceklerle çalışmaya başladıktan 4 yıl sonra okudum. Romanını okurken hissettiğim birçok duygunun bana çok tanıdık geldiğini söyleyebilirim. Çok içine kapanık ve kendini geri çeken bir çocukluğum oldu. Her zaman arkadaşlarım tarafından dışlandığımı hissederdim. “bu dışlanma duygusu beni çizmeye iten şeylerden biri miydi?” diye düşünüyorum. 10 yaşındaki Nisa belki de kendini yeterince ifade edememe duygusuna kapılıp bir şeyler karalamaya başlamış olabilir. Belki de benim gibi bir çok kişi, onların dünyasından kendi hayatları içerisinde bir parça bulduğu için böcekler edebiyata ilham olmuş olabilir. Çocukluğum boyunca dışlanmış olmamdan dolayı, belki de bir böcek gibi hissetmiş olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum ve aslında  herkesin kendi yaşantısından birer parça bulabildiğini düşünüyorum, hem yazar hem de okuyucular adına…”

Yaptığımız içeriğin en az sanatçının çalışmaları kadar farkındalık uyandıracağını düşünüyor, Nisa Nur Kurt’a çarpıcı cevapları ve duyarlılığı adına Söylenti ailesi olarak teşekkür ediyoruz.

Sanatçının çalışmalarını detaylı incelemek isterseniz, https://www.instagram.com/nisanrkurt/?hl=tr

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.