Sait Faik Abasıyanık: Genç Hikâyeci

Yazı İçindekiler [hide]

Ece Özer
Ece Özerhttp://hayalleregidenyolum.com
hayat boyu öğrenci kalmayı hedefleyen bir iletişimci
spot_img
spot_img

Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.

18 Faik, babasının ikinci adıydı. Böyle anılmak istedi.

“Abasızzadeler” olarak bilinen köklü bir aileden geliyordu. Soyadı kanunundan sonra kendi isteğiyle Abasıyanık soyadını aldı.

İlköğrenimi sırasında geçimsizlik nedeniyle anlaşamayan anne ve babası, üç buçuk sene ayrı kaldı. Bu süreçte Sait Faik babasıyla yaşadı. Annesine düşkünlüğü ile bilinen yazar, hayatının en zor sınavlarından birini verdi.

Yeniden bir araya gelen ailesi, oğullarının lise eğitimi için İstanbul’a taşınma kararı aldı. Sait Faik, İstanbul Erkek Lisesine başlamasına rağmen ikinci senesinde okuldan sürgün edildi. Buna sebep olan olay, arkadaşlarıyla birlikte öğretmenlerinin sandalyesine iğne yerleştirmesiydi.

Liseyi, sürgün edildiği okul olan Bursa Erkek Lisesinde tamamlandı. Bu süreçte ilk öyküsü olan İpek Mendil‘i yazdı. Edebiyat ödevi için yazdığı bu öyküyü okuyan öğretmeni, ileride yazdıklarını geniş kitlelerin okuyacağını söyledi ve dağınık yazmaması gerektiği konusunda tavsiyeler verdi.

O yıllarda öğretmeni olan Hakkı Süha Gezgin, şöyle tanımlıyor Sait Faik’i: “Sınıfta sakin ve dalgın, bahçede yalnızdı.”

Teneffüs zamanları duvar dibine oturup bahçedeki öğrencileri izlediği de söylenir. Güçlü bir gözlem yeteneğine sahip olan yazarın öykülerindeki gerçeklik payını, bu yeteneğine bağlamak yanlış olmaz.

Liseyi bitirip İstanbul’a geri döndü ve 1928 senesi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kaydını yaptırdı. Üniversitede öğrenim gördüğü o yıllarda sık sık Beyoğlu’nda dolaşıp kıraathanelere giderdi. Edebiyat ve sanat çevreleriyle de tam da bu sıralar tanıştı.

1929 yılında “Uçurtmalar” adlı öyküsü, Milliyet Gazetesinde yayınlandı. 1930 yılında ise on öykü ve bir yazısı, Hür Gazetesinde yayınlanan yazar, iki sene devam ettiği üniversitesini bıraktı.

1931’de babasının isteğiyle, İktisat eğitimi almak için İsviçre’ye gitti. Fakat çok zaman geçmedi, gittiği şehirden sıkılarak adımlarını Fransa’ya çevirdi. Fransız öğrenmek amacıyla Champolin Lisesinde eğitim aldıktan sonra Grenoble Üniversitesinde üç dönem boyunca, Edebiyat Fakültesi çatısı altında eğitim aldı. Fakat çok düzensiz bir hayatı vardı. Ailesi bunu fark edince geri dönmesini istedi. Bu sebeple Sait Faik, İstanbul’a döndü.

İstanbul’a dönüşüyle birlikte Ermeni Yetim Mektebinde Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı. Fakat gerekli disiplini gösteremiyor, devamlı okula geç kalıyordu. Babasının bir tahıl dükkânı açması da işi bırakmasına ön ayak oldu ve o günler için şunu dile getirdi:

“Anladım ki öğretmenlik benim harcım değil.”

Sonraları babasının dükkânında çalışmaya başlayan Sait Faik, yazmaya ağırlık verdi. Bu süreçte, André Gide’nin çevirilerini yapıyordu. Akabinde, Fransız anılarından oluşan öyküleri, Varlık Dergisinde yayınlanıyordu. 1936 yılına gelindiğinde, babasının desteğiyle birlikte ilk hikâye kitabı olan Semaver, yayınlandı. Fakat yazdıklarının fazla ilgi görmemesi nedeniyle içten içe kırgınlık duyuyordu.

1938 yılında ailesiyle Burgaz Adası‘nda bir köşke taşındı. Kısa bir zaman sonra ise babası vefat etti. 1939 yılına gelindiğinde ikinci kitabı olan Sarnıç‘ı çıkardı. Yazdığı iki kitabında da, çocukluğunun geçtiği Adapazarı ve Bursa’nın izleri yer alıyordu satırları arasında. Bunları beraberinde, İstanbul ve yurt dışında yaptığı gözlemler izliyordu.

1940 yılında çıkan üçüncü kitabı Şahmerdan, diğerlerinin aksine farklı temalar barındırıyordu. Kitabın içinde yer alan “Çelme” adlı hikâyesiyle, halkı askerden soğutmakla suçlanarak askerî mahkemeye verildi.

Orhan Veli, o dönem Sait Faik’e yazdığı mektupta şunları dile getiriyor:

“… bu arada Çelme hikâyeni okudum ve başına bu işi açanlara küfrettim. Harika hikâye azizim.”

Varlık Dergisi sahibi Yaşar Nabi Nayır, bu süreçte onun en büyük destekçilerindendi ve Sait Faik, davadan beraat etti. Tüm bu yaşananların ardından annesi, artık yazı yazmasını istemedi. Ona göre yazarak yalnızca başına dert alıyordu. Sait Faik, annesini üzmemek için uzun bir süre kitap çıkarmadı.

1942 yılında, uğraşı olması adına bir gazetede muhabirlik yapmaya başladı. Bu süreçte mahkemelerde yaptığı röportajları da Mahkemelerde başlığıyla yayımlıyordu. Ölümünün ardından ise bu röportajları Mahkeme Kapısı adlı kitapta buluşacaktı. Çalıştığı bu işe, bir ay dayanabildi. Ardından oradan da ayrıldı.

1944 yılında, önceleri Yeni Mecmua dergisinde yayınlanmış olan Medarı Maişet Motoru adlı eserini kitap olarak bastırmak istedi. Yayınevleri bu eserini basmayı reddetti. Sait Faik, annesinden aldığı parayla eserini kitap olarak bastırdı. Fakat Bakanlar Kurulu kararı ile kısa sürede toplatıldı. (İlk baskısından yalnızca 99 adet satıldı.) Sait Faik, yaptığı bir konuşmada bu duruma ilişkin şu sözleri sarf etti:

  “Medarı Maişet isminde bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı toz pembe görmüyorum diye mahkeme parası ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!”

Yazın hayatı bir kez daha sallantıya giren Sait Faik, o günlerde ya balığa çıkıyor ya da aylak geziyordu. Bu kırgınlık ve yalnızlık duygularını barındıran öykülerinden oluşan “Lüzumsuz Adam” adlı kitabı 1948 yılında yayınlandı.

Aynı sene Sait Faik’e siroz teşhisi kondu. 1951 yılında tedavi için Fransa’ya gitti. Fakat ‘İstanbul’dan uzakta öleceğim’ korkusuyla beş gün sonra geri döndü. Ne var ki çok sevdiği İstanbul’dan bir gün nefretle bahseder hale gelecekti. Şehre olan kırgınlığını ise şöyle açıklayacaktı:

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”

Umutsuzlukla geçirdiği günleri, yazarlık kariyerinin en verimli günleriydi. Aynı yıl Kumpanya ve Havada Bulut adlı iki öykü kitabı yayımlandı. 1952 ile itibariyle de bir zamanın toplatılan kitabı Medarı Maişet Motoru‘ndaki kimi paragrafları çıkartılarak “Birtakım İnsanlar” adıyla birlikte yeniden okuyucuyla buluştu.

1953 yılında ABD’deki Mark Twain Derneği, edebiyata katkılarından dolayı Sait Faik’e onur üyeliği verdi. Bu üyeliği ondan önce alan ilk Türk ise Mustafa Kemal Atatürk‘tü.

“Beni sevindiren de işte bu. Atatürk’ten sonra benim üye olmam, benim için ne büyük bir şereftir. Bir milletin yetiştirdiği en büyük çocuğu ile o milletin kendi halinde bir küçük hikâyecisinin Amerika’da bir cemiyette buluşmaları küçük hikâyeci için ne bulunmaz şerefli bir fırsattır.”

Tüm bunlar olurken hastalığı da günden güne ilerliyordu. Ölümünden kısa bir süre önce Burgaz Ada’da Nurullah Ataç ile karşılaştı. Ataç, şu yorumu yaptı Sait Faik için:

“Dudakları büsbütün incelmiş, kupkuru ve benzi sapsarı olmuştu.”

Bu kez takvim yaprakları 11 Mayıs 1954‘ü gösterirken Sait Faik, İstanbul’da son nefesini verdi dünyaya.

“Sait Faik Abasıyanık ve annesi Makbule Hanım”

Makbule Hanım, “Oğlunuz nasıl biriydi?” sorusunu bizlere şu şekilde cevapladı:

 “Şatafattan nefret ederdi. Dolabında her şey bulunduğu ve ailevi durumumuz iyi olduğu halde ekseriya başına bir kasket ayağına bir pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü gün ederdi.”

Oğlunun ölümünden sonra, tüm kitapların telifini, Burgaz Ada’daki köşklerinin Sait Faik Müzesi haline getirilmesi koşuluyla Darüşşafaka Cemiyeti‘ne bağışlayan Makbule Hanım, her yıl adına onun adına bir hikâye yarışma düzenlenmesini de talep etti.

Ne mutlu bize ki istediği gibi oldu. Şimdilerde o köşk, Sait Faik Müzesi olarak halka açık hizmet veriyor. Müzeyi sanal olarak gezmek için tıklayınız…

1955 yılından bu yana (istisnai durumlar harici) her yıl bir yazara, Sait Faik Hikâye Armağanı veriliyor. Ödül ve yazar listesine ulaşmak için tıklayınız…

Hikâyeciliği

En genel tabiriyle, küçük insanların büyük dünyasını işlediğini söyleyebiliriz Sait Faik için. Bu genellemeyi yapmanın yanı sıra hikâyeciliğini üç dönemde incelemek daha doğru olur:

  1. dönemde, oluşturduğu karakterlerin bakış açısı büyük çoğunlukla pozitifti ve satırlarında “fakir insan, iyi insandır” teması öne çıkardı.
  2. dönemde, önceleri kullandığı tema etkisini yitirerek yerini “evrensel insan” temasına bıraktı. İlk dönem savunduğu işçinin, emekçinin, yoksulun yanında işveren ve zenginleri de savunur hale geldi. Bunun en büyük nedeni, bir dönem koşulsuz savunduğu emekçilerin, haksız çıkar elde ettiklerine şahit olmasıdır. Bu neticede, yazdıklarının daha realist hale geldiğini söylemek mümkün.
  3. dönemde, hastalığının da verdiği hissiyatla toplumsal sorunlara karşı duyarsızlaştı. Hikâyelerinde, ümitsizlik ve hüzün hali öne çıktı.

Hikâyeciliğinin yanı sıra şiirleriyle de gönlümüze taht kurmayı başaran Sait Faik, eserlerinde insanı ve onlara bakış açısını işleyeceğinin sinyallerini, Adapazarı’ndaki öğrencilik yıllarında yazdığı ve dergilerde yayınlanan ilk şiiri Hallaç‘taki dizeleriyle vermiştir:

Ensesine sokulu
Kamburunu kaşıdı.
Şu koskoca bavulu
Beş kuruşa taşıdı.

Ölümünden bir sene evvel, ilk ve tek şiir kitabı olan Şimdi Sevişme Vakti adlı kitabı yayınlandı. Ardında bıraktığı eserleri, bize en büyük miras kaldı.

(Ezginin Günlüğü – Şimdi Sevişme Vakti)

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…

2019 yılında Onur Barış yönetmenliğinde, Ara Güler’in de katkılarıyla bir Sait Faik belgeseli çekildi. Benden Hikâyesi adlı bu belgesel, onun hayatını anlatmasının yanı sıra, mahallesindeki bakkal dahil birçok kişinin röportajını içeriyor. İzlemenizi tavsiye ettiğimiz bu belgesele şuradan ulaşabilirsiniz.

Fazıl Say’ın sahne eserlerinden olan, Demet Evgar ve Songül Öden’in başrollerinde olduğu “Sait Faik” adlı gösteriyi izlemek için tıklayınız…

TRT Arşiv’inde yer alan Sait Faik Yaşayan Zamanın Peşinde adlı belgesele de buradan ulaşabilirsiniz.

TRT 2 kanalında yayınlanan Portreler Galerisi köşesinin Sait Faik’e yer verdiği bölümü izlemek için tıklayınız…

“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”

İyi ki bu topraklardan geçtin Sait Faik. Saygı, sevgi ve özlemle…

HİŞT HİŞT!


Kaynakça

ANDI, M. (2014). Sait Faik Abasıyanık’ın Şiirleri. İlmi Araştırmalar, 0 (19), 7-15.

SAĞLAM, M, KORKUT, S. (2019). Sait Faik’in Hikâyelerinde Karakter Dönüşümü. Siirt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7 (14), 462-484.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Sait_Faik_Abas%C4%B1yan%C4%B1k

Hayatı

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Rose Adası’nın İnanılmaz Hikâyesi Film İncelemesi: Bir Mühendisin Ütopyası

68 kuşağının rüzgârını arkasına alarak kendi bağımsız ada devletini kuran İtalyan mühendis Giorgio Rosa'nın gerçek hayat hikâyesini işleyen, eğlenceli, ilham ve umut dolu bir film.

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.