Döneminin oldukça ilerisinde olan, toplumu eleştirmekten ziyade hümanizm anlayışını insanlara aşılamaya çalışan François Rabelais, Gargantua’nın içinde bulunduğu seriyle büyük yankı uyandırmıştır.
Yazarlığın yanı sıra bir doktor ve din adamı olan François Rabelais 14. yüzyılda Fransa’da doğdu. Döneminde daha çok Alcofribas Nasier mahlasıyla tanınan Rabelais, bu mahlası sansürden kaçmak için kullandı. Ancak yine de ağır eleştiri ve iğneleme içeren kitaplarıyla sansürden kaçamadı ve kilise tarafından lanetlendi.
Kaba ve absürt mizahıyla dikkat çeken, 1534 yılında yazılan Gargantua, aynı isimli bir devin hikayesidir. Gargantua isimli bu devin hikayesi en başından beri farklıdır. Öyle ki diğer çocukların aksine annesinin karnında on bir ay kalır. Annesi Gargamelle, hamileliğinin on birinci ayındayken büyük bir parti verir. Bütün köylülerin katıldığı partide içkiler içilir ve işkembeler yenir. Parti henüz bitmeden Gargantua doğar. Annesinin kulağından doğan Gargantua, sıradan bir bebek olmadığını bir kez daha gösterir. Doğar doğmaz içki ister. Boğazına düşkünlüğünü gören babası, oğluna Fransızcada “ne kadar büyüksün” anlamına gelen “que grand tu as” diye haykırır. Böylece Gargantua ismini alır.
Gargantua büyür, galonlarca şarap içer tonlarca yemek yer. Öyle ki terziler ona giysi dikmek için metrelerce kumaş kullanırlar. Gargantua beş yaşına kadar eğitim görmez. Bu süreçte özgürce dolaşır, istediğini yapar. Yemeye, içmeye hatta kadınlara olan ilgisi artar. İlerleyen zamanlarda eğitim alsa da geleneksel eğitim Gargantua’ya yetmez. Daha iyi bir eğitim almak için Paris’e, Ponokrates isimli bir bilginden eğitim almaya gider. Ponoktrates Gargantua’nın zayıf yönlerini bulur ve onu eğitir.
Gargantua’nın eğitimi henüz bitmeden babası Grandgousier ’in krallığı Picrochole tarafından saldırıya uğrar. Bunun üzerine Gargantua memleketine döner. Gargantua ve babası Grandgousier savaşmamak için ellerinden geleni yaparlar, Picrochole’a hediyeler bile gönderirler. Ancak Picrochole bütün bu barış çabalarını görmezden gelir ve savaş fikrinden vazgeçmez. Gargantua da ülkesini savunmak için savaşmak zorunda kalır ve galip gelir.
Savaş bittikten sonra, Gargantua Thélème adında bir manastır kurar. Ancak bu manastır diğerlerine hiç benzemez. Burada insanlar istedikleri zaman eğlenebilir, yiyip içebilir ve hatta evlenebilirler. Hatta kapısına da eski Fransızcada “istediğini yap” anlamına gelen “fay ce que voudras” yazılır. Böylece Thélème manastırı, katı kurallardan uzak, insana değer verilen ve özgürce yaşayabilecekleri bir manastır olarak kurulur.
Gargantua ve Hümanist Değerler
Hümanizmin öncülerinden olan François Rabelais, Gargantua ve serinin diğer kitaplarıyla hümanizmin öğretilerini insanlara aşılamaya çalışır. Kitabın başından itibaren bütün hümanist değerleri yansıtır. İnsanların içki ve yemekte sınır tanımaması, tüketimin bir sınırı olmaması özellikle dinin koyduğu sınırlara karşı bir tepki olarak gösterilir. Çünkü insanın özgürlüğü her şeyin temelidir.
Gargantua’nın kapsamlı bir eğitim almak için Paris’e gitmesi skolastik düşünceden uzak bir eğitimin önemini gösteriyor. Thélème manastırındaki özgür düşünce yapısı da geleneksel eğitime ve dinin katı kurallarına karşı bir eleştiridir. Bu manastırı kurmak, hümanizm öncüsü Rabelais’nin bir hayalidir.
İnsana verilen değer ve saygı her zaman ön plandadır. Dolayısıyla savaşlar hümanist anlayışa oldukça karşıdır. Gargantua ve babası her ne kadar savaşmamak için dirense de sonunda bu savaşa girmek zorunda kalırlar. Barış temel bir haktır ve Grandgousier ’in ordusu barış için savaşır.
Kaynakça:
RABELAIS, F. (2009). Gargantua (S. Eyüboğlu, A. Erhat, V. Günyol, Çev.). İstanbul: İş Bankası Yayınları.
ERLAT, Jale (2012). Esquisse d’une Histoire de la Littérature Française, Ankara: BilgeSu Yayınları.
YILMAZ, Ahmet. “François Rabelais’de İnsan İmgesi: Hümanizma ve Ütopya Çerçevesinde Gargantua’yı Okumak”
Özgürlük ve barış insanlık tarihi boyunca her dönem kıymetli olmuştur. Bu güzel bilgilendirme için ayrıca teşekkür ederim.