Söylenti Dergi olarak farklı platformlarda yazmış ve dördüncü kitabını yayımlamaya hazırlanan genç yazar Gamze Aydeniz ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Yazma sürecinden kişisel kimliğine, fuar anılarından Wattpad konularına kadar birçok şeyi konuştuk. Okurlarından gelen ve ekipçe merak ettiğimiz soruların cevapları aşağıdaki şekilde. Keyifli okumalar dileriz.
1: Kariyerinizin en başından başlayalım. Nasıl başladı bu yazma serüveni, biraz anlatır mısınız? Hangi noktada kaleminizi mesleğe dönüştürmeye karar verdiniz?
-En başından beri düşüncelerini ya da paylaşmak istediklerini yazarak ifade edenlerdendim ben. Yazma serüvenim çocukluk yaşlarıma dayanıyor. İlk hikayemi ortaokul ikinci sınıfta yazdığımı hatırlıyorum. Çevrim içi hikaye platformlarından ziyade forum siteleri ve Facebook sayfalarında paylaşılırdı yazılanlar. Ben o döneme denk geldim. İlk hikayem bir hayran kurguydu. Alacakaranlık Serisi hayran kurgularının okunduğu çılgın bir dönem vardı. Size o dönemi nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama kitap karakterlerinin içinde olduğu hikayeler şu an fazlaca okunan hikayelerden daha çok okunuyordu. “Aşk Varsa Ben De Varım” ilk hikayem. Tahmin edersiniz ki, benim de aktif olarak hayran kurgu yazdığım bir dönem oldu. Sonrasında “Cesaret” geldi, devam hikayesiydi.
Cesaret’i yazdığım dönemler lise ikinci sınıfta olduğum zamanlara denk geliyor. Wattpad’in yeni yeni duyulmaya başladığı zamanlardı. Bir okurum sayesinde keşfettim ben Wattpad’i. Facebook sayfam Özgür Kalemler’de yayımladığım bölümün altında gelen yorumlardan biri benim de Wattpad üzerinde yazmaya başlamam üzerineydi. O gün üye oldum ama hemen yazmaya başlamadım. Tasarımcıyım aynı zamanda. Wattpad üzerinde 500’e yakın hikaye kapağı tasarladıktan sonra aktif olarak hikayelerimi yayımlamaya başladım. “Aydeniz Döngüsü” ise o zaman başladığım bir hikayemdi. Aynı zamanda ilk kitap olan hikayem olma özelliğini taşıyor. Kitaplaşma süreciyle birlikte meslek diyemeyiz belki ama okurlarımın Yazar Abla’sı olmaya başladım. Bu benim için yeterliydi, hala da yeterli. Yazar olmak ya da bunu meslek olarak yapabilmek çok daha başka bir seviye benim gözümde. Daha çok yolum var.
2: Bazı yazarlar kitaplarıyla birleşir biliyorsunuz ki, bu yüzden otobiyografik sayılabilen romanlar bile var. Bazı yazarlar da kişiliğini kitabına kapatıp kendisi dışındaki hayatı yansıtmayı tercih ediyor. Peki kitaplarınızı oluşturduğunuz kişilikle gün içindeki halinizin etkileşim boyutu nedir? Kitaplarınıza kendinizi tamamen kapatıyor/açıyorsunuz diyebilir miyiz?
-Tam ortası diyebiliriz sanırım. Kurgularımda gün içinde yaşadıklarımı yansıtmıyorum ama karakterlerim ruh hallerimi ve karakter özelliklerimi barındırıyor. Bu soru ve benzerleriyle çoğu zaman karşılaşıyorum ve her seferinde söylediğim en net cümle: “Sadece beni yakından tanıyanlar karakterlerime neler yansıttığımı anlayabilir.” Böyle ufak gizlemeler çok hoşuma gidiyor. Çoğu zaman istemsiz yapsam da bazen bile isteye yapıyorum ve yakın çevremden biri kitabı okuyup düşüncelerini benimle paylaştığında şunları söylüyor: “Bu hareket tam senin yapabileceğin gibi bir hareket.” , “Bu söz tam senin söyleyebileceğin gibi bir söz.” Yani, ne kapatıyorum ne de tam olarak açıyorum.
3: Kitaplarınız ve kişiliğiniz arasındaki etkileşimi öğrendik. Peki kaleminizle dış dünya arasındaki ilişkiyi nasıl açıklarsınız? Kitaplarınızın oluşum süresinde kendinizi hangi alanlarda daha rahat hissedersiniz? Bir nevi yazarken sizi kaleminizle bütünleştiren ortamı merak ediyoruz.
-İnanın yazarken rahat ortamımı bulmak çok uzun zaman aldı. Hala da net bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum. Kalabalık bir ailenin en büyük çocuğuyum. Benden küçük üç tane kız kardeşim var. Yazdığım ilk zamanlarda ailemden gizli yazdığım için ders aralarında yazmayı tercih ederdim. İlerleyen zamanlarda evin içinde sessiz bir köşede ya da gece herkes uyuduğunda yazardım. Müzik olması yeterliydi. Sonrasında ise okul ve çalışma hayatıyla birlikte daha karmaşık bir hal aldı yazma ortamlarım. Ya mesai aralarımda bir kafede ya da tüm personellerin dinlenmek için kullandığı depolarda yazdım. “Çemberin Altında“nın ilk kitabı tamamen bir depo ürünü olabilir. Gelinlik ve gece elbiselerinin arasında bir yanımda sipariş ürünler hazırlanırken ya da gelinlikler ütülenirken Çağlar ve Hera’nın hikayesine tutunmayı başarabiliyordum. Yani bir süre sonra kalabalık ya da değil, sessiz ya da gürültülü fark etmeksizin yazabilmeye başladım. Babamın tedavi sürecinde çoğunlukla hastanede yazdığım da oldu, okul zamanında her gün yaptığım uzun yolculuklar sırasında da. Şu an aktif bir ofis yaşantım var ve pandemi sürecinden önce en çok ofiste mesai saatimden önce gelip yazdığım bir düzenim var. Ama elbette bir hayalim var bu konuda. Günün birinde sadece yazmak için dekore ettiğim ve özel alanım olarak belirlediğim bir odam olsun istiyorum. Duvarlarında mantar panolar, boydan boya bir yazı tahtası, pikap ve kişisel kitaplığım… O zaman bu sorunun net bir cevabı olacak.
4: Biraz da kariyerinizin size kattıklarını soralım istiyoruz. Yazar kimliğinizle bulunduğunuz yerlerde unutamadığınız, sizin için özel olan anları duyabilir miyiz?
-Aklıma gelen ilk iki anı kesinlikle bu sorunun hakkını verir diye düşünüyorum. 2016’da yazar olarak katıldığım Bursa Tüyap Kitap Fuarı ülkece kötü günler yaşadığımız zamanların olduğu bir döneme denk gelmişti. Her hafta bir bomba haberi ve ihbarı alıyorduk. İstanbul trafiği ile birlikte 5 saat süren bir yolculuktan sonra fuara vardığımda sabah saatlerinde fuarda canlı bomba olabileceğine dair bir uyarı yapıldığını öğrendim. Fuarın içinde polisleri görebilmeniz mümkündü, yine de o an için geri dönmeme kararı aldık ve standa geçtik. Tahmin edebileceğiniz üzere duyuru yapıldığı için bomboş bir fuar alanıyla karşı karşıyaydım. Güvenliğimiz açısından geri dönmeye karar verdiğimiz sırada bir okurumun elinde kitabıyla birlikte standa yürüdüğü anı hiç unutmuyorum.
Elbette bu büyük sevgi karşısında ne hissedeceğimi bilmiyordum. İhbara ve haberlere rağmen kucağında kitabımla yanıma gelmesi o an için korkunç ama şimdi baktığımda inanılmaz bir his. En hızlı ve ellerim titreye titreye verdiğim imza olabilirdi. Bir an önce fuardan çıkıp evine gidebilmesi için elimden gelen özveriyi gösterip kendim de fuardan ayrıldığımda yine yaklaşık 5 saat süren bir yolculukla evime döndüm. Günümün yarısını yolda geçirip sadece bir kitap imzaladığım talihsiz ama bir o kadar da değerli bir anıydı benim için.
Diğeri ise hayatım boyunca örneğini vereceğim bir anım. Aydeniz Döngüsü’nde baş karakterimin adı Aydeniz. Aktif olarak yazdığım, kitap olduğu ve imzalar yaptığımız dönemde Sevda Nur adında çok sevdiğim bir okurum vardı. Hala da ara sıra konuştuğum çok tatlı okurlarımdan biridir. Kitabımı, beni, onlarla paylaştığım her şeyi seviyorlardı elbette. Böyle bir dönemde Sevda Nur’un ailesinden isteği, yeni doğacak kız kardeşine Aydeniz adını vermeleri oldu ve bir anda, sadece kitap karakterimin adı olan Aydeniz, yeni doğan minicik bir bebeğin adı oldu. Benim için inanılmaz bir olay. Anlatmaya çalıştım fakat aynı zamanda anlatması ne kadar mümkün bilmediğim, unutulmaz bir durum. Aydeniz şu an o kadar tatlı bir çocuk ki. Her yıl kaçırmadığım tek fuar Kocaeli Kitap Fuarı. Aydeniz’le buluştuğum, en özel fuar alanı benim için.
5: Okurlarınıza değer verdiğinizi ve onlarla iletişimde bulunmayı sevdiğinizi biliyoruz. Yazar-okur ilişkisini ilk önce olması gerektiğini düşündüğünüz pencereden, daha sonra da kendi kitlenizin penceresinden açıklar mısınız?
-Sosyal medya kullanımınız ve hikaye paylaşım platformu üzerinde aktif bir yazım süreciniz varsa okurlarınızla ilişkiniz biraz daha sık ve düzenli oluyor. Yazar-okur ilişkisinin nasıl olması gerektiği ve nasıl olduğuyla ilgili bir pencereden bakmaktansa bunu sosyal ve dijital çağın getirdikleri olarak yorumlamayı daha doğru buluyorum. Artık herkes herkese çok kolay bir şekilde ulaşıp düşüncesini paylaşabiliyor. Aktif yayımladığım hikayelerimi görmese bile, kitapçıdan kitabımı alıp okuyan ve benimle düşüncesini paylaşmak isteyen biri bana çok kolay ulaşabilir. Benim için de geçerli, ben de şu an çok sevdiğim yazarlarla iletişim kurmaya bayılıyorum. En doğrusu nasıldır, nasıl olması gerekir bilmiyorum. Ben yıllardır hala her yoruma ve her mesaja cevap vermeye çalışan, okurlarımın bana ayırdıkları zamanı daha değerli kılmaya çalışan biriyim. Sanırım herkesin süreci, kararı ve ayırdığı zamana göre farklılık gösterebiliyor.
6: Edebiyat tarihinde alanına yön veren birçok isim ve akım var. Sizce edebiyat bu akımlara bağlı kalmalı mı? Sizin etkisinde kaldığınız bir akım var mı?
-Bir yazar olarak elbette edebiyat tarihine yön veren isimlere, akımlara bir noktada hakimim. Özellikle etkisinde kaldığım bir akım var diyemem. Belli sınırlar koyarak ya da düşünce yapılarını savunarak hareket etmedim şimdiye kadar ama muhtemelen kalemim evrilirken her birinde birkaç zaman duraklamışımdır farkında olmadan. Baktığınızda her yüzyıl kendi akımını yaratıyor ama henüz hiçbiri adlandırılmadı.
7: Wattpad platformunda yazar olmak seyrini gün geçtikçe değiştiriyor. Son 5 seneyi değerlendirdiğimizde başlarda yazar ve okurların ortak odak noktasıyken şu an daha farklı bir algı var önyargı diyebileceğimiz. Sizce buna ne sebep oldu, siz ve daha birçok yazarı nasıl etkiledi?
-Wattpad özgürce içerik üretip yazdıklarınızı paylaşabildiğiniz bir hikaye paylaşım platformu. Kuruluş amacı, sunduğu fırsatlar bakımından yazmayı ve okumayı seven insanlar tarafından bulunmaz bir nimet olarak adlandırıldı ilk duyulduğu zamanlarda. Özellikle okuma oranının çok düşük olduğu ülkemizde, gençlerimize hem okuma hem de yazma özverisi kazandırdığı konusunda hepimiz hemfikir olmalıyız. Fakat elbette büyük kitleler büyük yargıları daha çabuk ve daha kolay kazandırıyor topluma. Aile yapısından girip sizi sıkmayacağım ama sitenin belirli bir yaş sınırı var aslında. 13 yaşında ya da 13 yaşından büyükseniz rahatlıkla platformu kullanabileceğiniz Güvenlik ve Politikalar kısmında ailelerin de ulaşımına sunuluyor. Bunlar takip edilebilir ve gözlemlenebilir detaylar. Uzun bir süre Wattpad Türkiye Elçiliği yaptım, benim için sistemi ve düşünce yapımızı da anlamak için güzel bir deneyim oldu ve bu süreçte 10 yaşındaki çocuğuna kurallar kısmını gösterip beklemesi gerektiğini söyleyen birini hiç görmedim ama yine aynı çocuğun yanlış doğum tarihiyle oluşturulduğu profile girip menüden yemek seçer gibi yazan insan seçip gözü kapalı kötüleyen çok fazla insan gördüm.
Onaylamadığım, okumadığım, kardeşime dahi okutmayacağım çok fazla içerik var site üzerinde. Eğer kurallara aykırı içerik üretiliyorsa zaten ona müdahale ediliyor fakat sadece onaylamadığım için onu orada istemiyorsam bu sadece benim problemimdir. En büyük problem ise yazma isteğinin popülarite ile beslenmesi şu dönemde. Okumaktan çok okutmak derdi, şimdiki ön yargının en büyük temeli oldu.
Benim üzerimdeki etkisi şeklinde cevaplanabilecek bir tepkiye sahip değilim aslına bakarsanız. Olduğum siteyi seviyorum, bana kattığı değerler çok yüksekte benim gözümde. Wattpad Yazarı diye anılmaktan da rahatsız olmadım ama yazma serüvenimin başlangıcından hatırlarsanız, Wattpad benim başlangıcım değildi.
8: Bu ön yargının kırılma süreci sizce nasıl gerçekleşmeli ve bu ön yargının altındaki gerçek nedir?
-Aile yapısı ve toplum yargıları bu ön yargıları besledi diyebiliriz. İnsanların tepki gösterdiği, görmek ve okumak istemediği çoğu içerik henüz 18 yaşını doldurmamış bireyler tarafından yazıldı. Hepimizin anlatmak istediği bir şeyler var. Kimisi yazarak haykırıyor, kimisi yazarak güç buluyor, kimisi de içini yazdıklarına döküyor. Özellikle belirli bir yaş grubunun izledikleri, duydukları, dinledikleri yazdıklarına yansıyor. Bu arada, belirli bir yaş grubundan bahsediyorum ama bu ön yargının sağlam temellerini atan yazarlarımız yok değil. Wattpad Elçisi olduğum dönemde en çok çocuk yaş grubuyla ilgilenmek zorunda kaldığımız için bu meselenin bendeki yeri biraz daha farklı. Fakat genele baktığımızda bahsettiğim popülarite isteği destekli yazma girişimlerinin bu kadar çok ve yazılanların bu kadar tepki çekmesinin nedeni şu an televizyon ekranlarımızda bile mevcut. Buna rağmen biraz daha özveri, anlayış ve sabırla yeni yeni yazmaya başlayan arkadaşlarımızın çok daha güzel ve kaliteli hikayeler, kurgular yazacaklarına inancım tam. Değiştirebileceğimiz hala çok şey var.
9: Bu konu hakkında sizden yazarlığa heves etmiş fakat kendini gösteremeyen genç yazarlara önerilerinizi isteyebilir miyiz?
-Yazmak diğer her türlü girişimin istediği gibi istikrar isteyen bir eylem. Bizler şu an için kullandığımız platformda kurgularımızı bölüm bölüm okurlarla buluşturan yazarlarız. Ne kadar istikrarlı olursanız kaleminiz o kadar kuvvetlenir. Hemen sonrasında ise önceliğiniz özgünlük olsun. Dünya üzerinde şimdiye kadar denenmemiş bir tür neredeyse yok. Konuların ve kurguların neresinden bakıp yorumladığınız, anlatmak istediklerinizde ne kadar özgün olduğunuz sizin elinizde. Okuyabildiğiniz kadar okuyun. Sanılanın aksine ne kadar çok okursanız o kadar çok özgün olursunuz. Daha önce denendi, oldu, harika ama unutmayın ki hep bir adım ötesi var. Gerçekten yazmak için doğduğuna inananlar ve yazdıklarını okurlarıyla buluşturmaktan vazgeçmeyen genç arkadaşlarım, hepimizin hayal dünyası birer hazine. Rotanızı neler yapıldığından ziyade neler yapabileceğinize çevirirseniz daha özgür olacaksınız.
10: 2015 TÜYAP’ta Wattpad’in kurucusu Allen Lau ile bir konferans gerçekleştirmiştiniz. Bu konferanstan biraz bahseder misiniz?
-Benim için unutulmaz günlerden biridir söyleşi yaptığımız gün. Wattpad Elçisi olduğum zamanlardı aynı zamanda. Wattpad’in Türkiye ayağından sorumlu Dilara Baysal ile Kanada ofisin ortak çalışması şeklinde meydana çıkmıştı söyleşimiz. Benimle birlikte birkaç yazar arkadaşımın da bulunduğu söyleşide Wattpad’in kurucusu Allen Lau, Wattpad’in gelişim süreciyle ilgili deneyimlerini paylaşmak ve o dönemin öne çıkan yazarlarıyla tanışmak için gelmişti Türkiye’ye. “Wattpad Hikayem: Wattpad nedir? Wattpad’te Yazmaya Nasıl Başladım?” konulu söyleşide önce Allen Lau, sonrasında ise yazar arkadaşlarım ve ben süreçlerimiz hakkında konuştuk. İlk kitabım Aydeniz Döngüsü raflarda yerini almak üzereydi. Hem yayınevinden insanların hem de yazdığınız ve okurlarınızla buluşma fırsatını sağlayan platformdan insanların sizi dinlediğinizi düşünün. Genellikle güzel konuştuğuma inanırım ama o gün için günlerce uyumadığımı, özellikle konuşmamın sonunu nasıl bitirmem gerektiğini düşünerek sancılı günler geçirdiğimi hatırlıyorum.
Bizim tanışmamız bu söyleşiden öncesine dayanıyor aslında. Epsilon Yayınları’nda olduğum dönemde, yayınevinin de katkılarıyla beraber bir basın konferansı da gerçekleştirmiştik. Ne zaman İstanbul Point Hotel’in civarından geçsem aklıma gelen bir anıdır. Şimdi düşünüyorum da, 19-20 yaşlarında bir genç kız için epey heyecan verici bir olay. Yine de iki konuşmamın da sonunu, konuşma sürecinde ne kadar heyecanlanırsam heyecanlanayım aynı şekilde bitirmeyi başarmıştım;
“Düşündüğümüz kadar varsak, hayal ettiğimiz kadar buradayız. Ben hayal ederek sizinle, burada olmayı seçtim. Umarım hep benimle olursunuz, teşekkür ederim.”
11: Okurlardan fantastik kurgularınız hakkında sizden bilgi almam istendi. Edebiyatımızda bu türün örneklerine az rastlıyoruz. Bunun sebebi nedir sizce?
-Bana kalırsa bizim toplumumuz fantastik kurguları henüz tam olarak benimseyemedi. Fantastik okuyan bir kitle var ama o kitlenin de adı çok fazla duyulmuş ve belirli bir kesim tarafından kabul görmüş kurguları okuduğunu düşünüyorum. Size şöyle bir örnek vereyim, yayıncılık sektöründe bile gelecek görüş işlenen yarı fantastik bir kurgu için dine aykırı olduğu gerekçesiyle atılan adımları işittim. Hayal gücümüzün sınırlarını zorlamak istiyoruz ama bir yandan da zorlayıcı sınırlarla baş etmek zorunda kalıyoruz.
Çemberin Altında ve Yarın Etkisi’nin fantastik yönleri var. Çemberin Altında’da ana karakterimizin gelecek görüşlere sahip olma gibi bir özelliği var. Yarın Etkisi’nde ise bir yazarın yarım kalmış bir hikayeyi tamamlamasıyla 1972 yılından günümüze yine bir yazarın gelmesine sebep olduğu bir hikayeyi okuyoruz. Geçmiş-gelecek ve zaman bağlantısı bulunan kurgular ortaya çıkarmayı seviyorum ve açıkçası kalemimin bu yönde daha özgür olduğunu hissediyorum. Yine de daha gidecek çok yolumuz var.
Yeniliklere açık, farklı kurgular okumayı seven insanlarla karşılaşmıyor değiliz elbette ama umuyorum ki günün birinde çok daha fazlasıyla karşılaşırız.
12: Yazmak bir nevi kendini kelimelere dökmenin sanatı. Kendinizi ifade etmekte zorlandığınız anlar oluyor mu? Bu anlarda sizi tekrar yazmaya iten şey ne oluyor?
-Genellikle kendimi ifade etmekte zorlanmam. İfade ediş tarzım ise karşımdaki insanla kurduğum iletişime göre şekillenir. Çünkü neresinden bakarsanız bakın iletişim ya da ifade dediğimiz olay tamamen algısaldır. Görsel İletişim Tasarımı okudum. İletişim Fakültesi öğrencisi olduğum zamanlarda, iletişimin ve ifade etmenin farklı yönlerinde kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. Yazmak iletişimin en sevdiğim ve elbette favorim olan türü diyebilirim. Anlatmak istediklerimi yazabilirim, kendimi cümlelere gizleyebilirim ya da en açık şekliyle ifade etmek için yine kelimelere başvurabilirim. Yazılı, sözlü ve her türlü iletişim kanalında kendime güveniyorum.
13: Takdir edersiniz ki edebiyat söz konusu olduğunda ortaya çıkan eser kadar eleştiriler de önemli oluyor. Eleştiri kültürünü ve tanık olduğunuz eleştirileri sizden dinleyebilir miyiz?
-Eleştirinin bir değerlendirme sanatı olduğunu düşünüyorum. Kendi içinde birçok alana ayrılsa da olumlu ya da olumsuz, doğru değerlendirmenin hem sanatçıyı hem de sanatseveri mutlu ettiğini birçok kez gördüm.
Eleştirinin sadece nesnel olanını bir noktaya kadar kabul edebilirim fakat sadece öznelin doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Bir eseri incelerken, yazarından tutun okuruna, toplumdan tutun eserin yapısına, önceliklerine ve örneklerine kadar esere hakim olunması gerektiği gibi tarafsız bir çerçeve içerisinde değerlendirilmeli bence.
İçinde bulunduğumuz dönemde özellikle eleştiri kültürünü oluşturan kesim sosyal medya platformlarındaki okur hesapları. Daha çok bilinen adıyla Bookstagram’lar diyebilirim. Gençlerimizin okuması harika bir his ama bunu bir hobiden fazlası olarak gören bu kesim içinde eleştiri için doğru bir yaklaşım sergileyenler bir elin parmağını geçmiyor. Çoğunu takip ediyorum ve paylaştıklarını ilgiyle inceliyorum. Hepsi gelecekte eğer devam etmek isterlerse güzel yerlere gelecekler ama biraz daha özveri gerektiğini düşünüyorum.
14: Yazarların genelde yazmaktan başka bir şey yapmadığını düşünürüz. Yazmadığınız anlarda nelerle ilgilenir, kendi dünyanızı nasıl tanımlarsınız?
-Benim dünyam biraz yoğun. Okurken yorulacağınızdan endişelenmiyor değilim ama bu yoğunlukta yazmanın benim için bir savaş durumu olduğunu da anlatabilirim bu soruyla sanırım. Aktif olarak devam ettiğim bir çalışma yaşamım var. Şu an özel bir dil eğitim kurumunda çalışıyorum ve aynı zamanda tasarımcı kimliği olan biriyim. Ve bildiğiniz gibi aktif olarak sürdürdüğüm bir yazarlık kariyerim de var.
Haftanın altı günü çalışıyorum. Mesai saatimden önce biraz daha az uyumaya çalışıp yazmaya vakit ayırıyorum, sabah yapamazsam muhakkak akşam telafi etmeye çalışıyorum. Hafta içinde bunu çok sürdüremesem de tatil zamanlarını tamamen yazmaya ayırıp aynı zamanda okurlarımla bağlantımı koparmamak için sosyal medyada bazı paylaşımlarda bulunuyorum.
Benim dünyamda gençlik enerjisi en değerli şey. Bu sebeple dışarıdan işkolik olarak görünsem de sadece çalışmayı çok fazla seven biriyim diyebilirim. Olduğum ve yaptığım neyse en iyisini ve en güzelini yapmaya çalıştığım dünyam epey yoğundur. Buna rağmen es geçemediğim birkaç hobim var. Okumak ve izlemek.
Samimi bir tabirle, tarihi aşk romanlarının müptelası olduğumu söyleyebilirim. Yazım tarzımdan epey farklı olsa da okumayı çok seviyorum, bulduğum boş zamanlarda takip ettiğim yazarları aktif olarak okuyorum.
Aynı zamanda çok tutkulu bir izleyiciyimdir. Kore yapımlarına karşı ayrı bir ilgim var ve bütün bunlardan bulabildiğim boş zamanlarda dizi ve filmlerde alıyorum soluğu. Haftalık ve günlük planlayıcılarımda genellikle bir kitap ve film adı her zaman olur. Molalarımın çoğunda okumayı tercin etsem de mesai dışında eğer yazmıyorsam ve tasarlamıyorsam kesinlikle bir şeyler izliyor oluyorum.
Toparlamak gerekirse, bu tempoda yazabiliyor olmak ve ortaya bir eser çıkarabiliyor olmak kim ne derse desin bir zafer benim için. Okurlarımla bu süreci geçirmek çok daha güzel ve çok daha değerli.
15: Son olarak okurlarımız için sizden şu zamana kadar en çok etkilendiğiniz üç kitap ve müziği isteyebilir miyiz?
-Şimdiye kadar en çok etkilendiğim kitaplar sıralamasında birinci kitap hiç değişmedi. Henüz okumamış olanlar varsa Jack London’ın Martin Eden’ınını öncelikli olarak tavsiye ediyorum.
İkinci kitap tavsiyem benim de tavsiye üzerine okuduğum, çok yeni bitirdiğim ve bitirdikten sonra favorilerim listeme bomba gibi düşen bir kitap. İş yaşamımda tanıdığım değerli birinden aldığım bir tavsiyeydi: Vecihi Hürkuş – Bir Tayyarecinin Anıları
Son olarak en sevdiğim tarihi aşk yazarlarından biri olan, tanışmaktan ve tanımaktan büyük mutluluk duyduğum Rita Hunter’ın kitaplarından Aşkın Ateşi’ni tavsiye ediyorum sizlere.
Müzikler ise sıralama fark etmeksizin İki Keklik, MeloMance – Good Day ve Arijit Singh – Channa Mereya şarkılarını dinlemenizi tavsiye ederim. Bonus parça, Paul de Senneville Mariage d’amour.
Sorularınızı yanıtlamak ve bünyenizde bir parçaya dahil olmak benim için büyük bir mutluluk. Röportajımızı okumaya zaman ayıran ve bu süreçte emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Söylenti ekibi, başarılarınızın devamını diliyorum.
İlerleyen zamanlarda yollarımızın tekrar kesişmesi dileğiyle…





