Füruzan – Taşralı | Öykü Tahlili

Editör:
Sena Yiğit
spot_img

Füruzan, Türk edebiyatında kadın bakışının hem bireysel hem toplumsal derinliğiyle harmanlandığı öyküleriyle öne çıkan bir yazardır. Onun anlatılarında, çoğu zaman gündelik hayatın sıradan gibi görünen ayrıntıları aracılığıyla çok katmanlı insanlık halleri açığa çıkar. Özellikle kadın kimliği, sınıfsal ayrımlar, toplumsal görgü kodları ve aidiyet hissi üzerine kurduğu anlatılar, sessizliğin içinden konuşur. Füruzan’ın dili, yüksek sesle anlatmaktan çok sezdirmeyi, göstermekten çok sezdirerek düşündürmeyi amaçlar.

Taşralı öyküsü de bu anlamda yazarın anlatı dünyasının tipik bir örneğidir. Yazar, bu öyküsünde yalnızca bir kuşak çatışması ya da yaşam tarzı farkını değil, kadınların toplumsal roller üzerinden nasıl şekillendirildiğini, bunun da ötesinde nasıl hizaya sokulduğunu incelikle işler. Öyküdeki genç kadın anlatıcı, teyzesinin taşra evine kısa süreli bir ziyarette bulunur; ancak bu ziyaret, mekânla, karakterlerle ve belleğiyle kurduğu dolaylı hesaplaşmanın zeminine dönüşür. Taşraya bakışı, taşradan kaçışı, taşranın kadınlar üzerindeki görünmeyen ama baskın etkilerini ve kimlik inşasının çevresel koşullarla nasıl biçimlendiğini duyumsatan bir yapı sunar.

Taşrada Kadınlık, Aidiyet ve İçsel Göç

facebook.com

Füruzan‘ın Taşralı öyküsünde anlatılan, yüzeyde yalnızca kısa süreli bir taşra ziyareti gibi görünse de, metnin derininde anlatıcının bastırılmış belleğiyle ve kadın kimliğiyle kurduğu içsel bir hesaplaşma saklıdır. Genç bir kadının teyzesinin evine yaptığı bu dönüş, sadece bir mekânsal hareket değil; zamanın içinde geçmişe, kadınlık rollerine ve aidiyet duygusunun izini süren katmanlı bir iç yolculuktur. Anlatıcı için bu taşra evi, anılarla örülü, görünürde düzenli ama içten içe tedirgin edici bir mekândır. Sessizlik, duvarlara sinmiş görgü kuralları ve bastırılmışlık atmosferi, öykünün genel tonunu belirler. “Bu en koca kenti yadırgıyorum. Buranın dışındayım.” diyen anlatıcı, sadece fiziksel olarak değil; düşünsel, sınıfsal ve duygusal olarak da bu dünyanın dışında bir yerde durduğunu sezdirir. Füruzan, taşrayı yalnızca bir coğrafya olarak değil; kimlik, hafıza ve kadına dayatılan toplumsal rollerin iç içe geçtiği bir zihinsel alan olarak işler.

Öyküdeki kadın karakterler, teyze ve hizmetçi Yurdagül, taşranın kadınlık algısını iki ayrı uçtan temsil eder. Teyze, dışarıdan bakıldığında düzenli, görgülü, ölçülü bir kadın gibi görünse de bu görünümün ardında, duygularını bastırmış, geçmişe sıkı sıkıya bağlı, şimdiki zamana karşı duyarsızlaşmış bir kimlik taşır. Onun temsil ettiği kadınlık, yaşla birlikte katılaşan, ev içi düzenle bütünleşmiş ve sorgusuz bir otoriteye dönüşmüştür. Diğer yanda Yurdagül, taşra evinin edilgen, alt sınıftan, sürekli emir alan ve sessizliğiyle var olan bir diğer kadın figürüdür. Ona yöneltilen “Git limonata hazırla. Bak gene mutfak kapısını açık bırakma…” gibi ifadeler, sadece bir hizmet ilişkisini değil; sınıf farkının ve görgü rejiminin kadın bedeni üzerindeki denetimini de açığa çıkarır. Anlatıcı, bu iki figürün arasında sıkışmaktan çok, onların dışında bir yerde konumlanmak ister. “Taşralı bir kız olmanın buruk acısını bile tattırmaz teyzem bana, anlıyorum.” cümlesi, onun bu kadınlık yapılarını tanıdığını, ama bu yapılarla özdeşleşmek istemediğini açık biçimde ortaya koyar.

Aidiyet, öykünün hem görünür hem de derin yapısını belirleyen temel izlektir. Anlatıcı, çocukluğundan, ailesinden ve taşrayla kurduğu eski bağlardan kopmak ister ama bu kopuş bir anda değil, sessiz bir sorgulama süreciyle gerçekleşir. Geçmişin belirleyici figürleri —baba, anne, teyze— anlatıcının zihninde dolaşan ama açıkça yüzleşemediği gölgelerdir. Özellikle annenin sessizliği, babanın yokluğu ve teyzenin katılığı arasında sıkışmış kadın kimliği, anlatıcının kendini özgürleştirme ihtiyacını körükler. Özgürlük arayışı ise öyküde ani bir kırılmayla değil, küçük ama belirleyici jestlerle görünür olur. “—Saçlarını kesmeyeceksin değil mi? —Hıı, diyorum. Oysa keseceğim. Hem de en kısa.” cümlesi, dışa karşı onay verirken içten içe bir kopuş kararı alan bir kadının sessiz başkaldırısıdır. Bu sahne, anlatıcının toplumsal beklentilere karşı geliştirdiği stratejik sessizliğin içindeki net kararlılığı, aidiyetten özgürlüğe doğru kurulan içsel göçün simgesel zirve noktasıdır.

Zamanı Halılara Sararak Geçirenler: Taşralı’da Belleğin Katmanları

www.olx.ua

Füruzan’ın Taşralıöyküsü, yüzeyde kronolojik gibi görünen bir anlatıya sahip olsa da zamanın işlenişi, anlatıcının zihinsel süreçleriyle örülüdür. Öyküde mekânsal geçişler kadar, zamansal kaymalar da belirleyicidir; ancak bu kaymalar ani değil, sezgisel ve hafif kırılmalarla gelişir. Anlatıcı, taşra evine adım attığı anda yalnızca fiziksel bir geçmişe değil; duygusal, düşünsel ve bedensel bir geçmişe de geri döner. Bu geçmiş, doğrusal değil; çağrışıma, sessizliğe ve bakışlara yaslanan bir zaman örgüsü içinde şekillenir. Örneğin, teyzenin halıların üzerine serdiği örtüleri ya da odadaki düzeni anlatan pasajlar yalnızca fiziksel mekânı değil, anlatıcının belleğinde biriken denetim ve görgü çağrışımlarını da devreye sokar. Füruzan burada zamanı, dış dünyanın bir ölçüsü olmaktan çıkarır; onu iç dünyanın, bastırılmışlıkların ve hatırlamanın kırılgan bir zeminine dönüştürür.

Öyküdeki bellek, yalnızca bireysel hatırlamaya değil; toplumsal ve kadınsal aktarımın izlerine de dayanır. Anlatıcının zihninde dolaşan anılar —annesinin sessizliği, babaya dair eksik hatıralar, çocuklukta yaşanan ama tamamlanmamış sahneler— metnin anlatı kurgusunu belirleyen iç halkalar hâlindedir. Füruzan, bu anıları açıkça betimlemekten kaçınır; okuyucuyu, boşluklarda gezinen bir sessizlikle baş başa bırakır. Anlatıcının teyzesine bakışı, aynı zamanda annesiyle olan ilişkisini sorguladığı bir ayna görevi görür. Kadınlar arasında aktarım yoluyla süregelen görgü, edep ve içe çekilme alışkanlıkları, anlatıcının belleğinde hem bir yük hem de çözülmeye çalışılan bir düğüm gibi yer alır. Bu yönüyle Taşralı, hem yapısal hem tematik olarak bir iç monoloğun öykü formuna dönüşmüş hâlidir. Füruzan’ın anlatımında zaman, yalnızca bir akış değil; dirençle, suskunlukla ve fark edişle biçimlenen edebî bir atmosferdir.

Sessizliğin İçinden Yükselen Bir Kadınlık Muhasebesi

veveya.net

Füruzan‘ın metni, yalnızca bir iç hesaplaşma anlatısı değil; aynı zamanda kadın bakışını edebî derinlik ve sezgiyle yeniden kuran güçlü bir anlatıdır. Yazar, bu metinde görüneni değil, bastırılanı; konuşulanı değil, suskunlukta biriken sesi merkeze alır. Anlatıcının zihninde dolaşan bellek kırıntıları, yalnızca bireysel bir geçmişi değil, nesiller boyu devredilen bir kadınlık tecrübesini imler. Füruzan, kadına dair acının, sıkışmışlığın ve özgürlük arzusunun sıradan ev içi manzaralarda, jestlerde, eşiklerde nasıl varlık bulduğunu gösterirken, duygusal coğrafyaları anlatının merkezine yerleştirir. Taşra, bu anlamda, salt mekân değil; kadının edilgenliğini ve içe kapanışını çoğaltan zihinsel bir kod hâline gelir.

Taşralı, bir öyküden çok, bir kadınlık hâlinin, bir bellek yükünün, bir aidiyet yarasının edebî kaydıdır. Kadınlar arası sessiz aktarımı, kuşaktan kuşağa geçen bakışlarla kurulan disiplini, evlerin düzeni ve geçmişin izleriyle örer. Bu öyküde anlatılan yalnızlık, sadece fiziksel bir uzaklık değil; konuşulamayanın ve görünemeyenin içselleşmiş bir biçimidir. Sonuç olarak, Taşralı, taşrayı yalnızca bir arka plan değil; kadının iç dünyasının suskun ama dirençli sesi olarak kurar. Ve tam da bu nedenle, anlatılmayanı duyabilenler için çok şey söyler.


Kaynakça:

Füruzan, Parasız Yatılı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1971.

Ahıska, Meltem. Taşra Siyaseti: Modernleşmenin Eşiğinde Türkiye. İstanbul: Metis Yayınları, 2009.

Özdemir, Seyit Ali. “Füruzan’ın Öykülerinde Kadın Kimliğinin Temsili.” Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2016(78): 189–204.

Karadağ, Melike. “Füruzan’ın Öykülerinde Taşra Gerçekliği ve Kadın.” Turkish Studies, Cilt 11/18, 2016, s. 455-470.

spot_img

2 YORUM

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.