Fransız İhtilali (1789-1799), yalnızca Fransa tarihini değil, Avrupa ve ötesindeki ülkelerin siyasi ve toplumsal yapısını da köklü biçimde değiştiren önemli olaylardan biridir. Mutlak monarşinin yıkılması, ulus devlet anlayışının gelişmesi ve liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik gibi modern siyasi ideolojilerin gelişmesini sağlamıştır. Günümüz siyasetinde kullandığımız “sağ-sol” kavramları dahi o dönemki vekillerin meclis içerisindeki oturma düzenine dayanmaktadır.

Devrim, başta özgürlük ve eşitlik gibi idealler üzerine kurulmuş olsa da zaman geçtikçe korku ve şiddetin hâkim olduğu bir hale bürünmüştü. Bu sürecin en dikkat çekici olaylarından biri, 2-7 Eylül 1792 tarihleri arasında yaşanan Eylül Katliamlarıdır. Paris ve bazı taşra hapishanelerinde gerçekleşen bu infazlarda, aralarında devrim karşıtı oldukları iddia edilen mahkumlar, soylular, rahipler ve yabancı askerlerin bulunduğu 1.100-1.400 kişi yargısız bir şekilde idam edilmiştir.
Eylül Katliamları, hem Paris’teki güvenlik kaygılarını hem de Fransız Devrimi‘nin radikalleşen sürecini temsil eder; bu nedenle, olayın ayrıntılı olarak ele alınması, devrim tarihinin kritik dönemlerini anlamak açısından büyük önem taşımaktadır.
Devrimin Ayak Sesleri: Fransız İhtilalinin Sebepleri
15 ve 16. yüzyıllarda gerçekleşen Rönesans ve Reform hareketleriyle Avrupa’da orta çağın klasik feodal anlayışı şekil değiştirse de toplumdaki sınıfsal ayrılıklar hala devam ediyordu. 18. yüzyılda Fransa, 3 ayrı tabakadan oluşmaktaydı: Asiller, ruhbanlar ve 3. sınıf olarak adlandırılan halk. Yaklaşık 28 milyon nüfusa sahip olan ülkenin 400.000 kadarı soyluları oluştururken, rahip, rahibe ve keşişlerin sayısı 100.000’den azdı. Geriye kalan herkes 3. sınıfı teşkil ediyordu.

çoğunluğu oluşturan halk egemen sınıflar için “yük hayvanı” olmaktan başka bir anlam ifade etmiyordu.| YouTube
Geniş ayrıcalıklara sahip olan soylular, vergilerin büyük bir kısmından muaftılar. Ülkenin başlıca gelir kaynağı olan tarım arazilerinin önemli bir kısmı onlara aitti. Ayrıca topraklarında çalışan köylülerin de efendisi konumundaydılar. 2. sırada yer alan ruhban sınıf, yüksek bir otoriteye sahip olmanın yanı sıra büyük imtiyazlara sahipti; vergilerden muaf olmakla birlikte aralıklı olarak toplanan mecliste temsil edilme hakkına sahiptiler.
3. sınıfın büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylülerin yalnızca 1/4′ inin kendine ait toprağı vardı. Onların da çoğunun arazisi çok küçüktü ve ağır şartlar altında yaşıyorlardı. Köylüler, toplumun en ağır vergi yükünü taşıyan kesimdi: Kiliseye verilen %10’luk vergi, tuz vergisi, kişi başına ödenen kelle vergisi ve yol yapımında zorunlu olarak çalışma gibi ağır yükümlülükleri vardı. Ayrıca köylülerin çoğu, soylulara ait değirmenleri, şarap imalathanelerini, fırınları kullanmak zorundaydılar ve bunlar için de ödeme yapıyorlardı.
3. sınıfın diğer bir mensubu olan burjuvalar ise sanayi devrimi ile gelen imalat, artan deniz ticareti ve bankacılık gibi yollarla zenginleşen halk kitlelerinden oluşuyordu. Ancak artan zenginliklerinin karşılığında hiçbir politik güce sahip olmamaları burjuvayı rahatsız eden en önemli faktördü. Zenginleşmiş olmalarına rağmen bir asille aynı masaya oturacak ya da devletin yüksek görevlerinde yer alacak statüye sahip değillerdi. Bu çelişki, yani ekonomik güç ile siyasi güç arasındaki uyumsuzluk, burjuvazinin ihtilalin en güçlü destekçilerinden biri haline getirdi.
Fransız İhtilallerinin ortaya çıkmasında toplumsal eşitsizlikler kadar ekonomik ve siyasi gelişmeler de etkili olmuştur. Fransa’nın Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sonucunda İngiltere karşısında aldığı ağır yenilgi, sömürge topraklarının kaybıyla kalmayıp, aynı zamanda devletin büyük ölçüde borçlanmasına sebep olmuştu. İngiltere’den intikam almak isteyen Fransa, 1775 yılında başlayan Amerikan Bağımsızlık Savaşı‘nda İngilizlere karşı Amerikalıları desteklemişti. Amerikalıların kazanarak bağımsızlıklarını ilan ettikleri bu savaş neticesinde Fransa, İngiltere’ye karşı askeri bir zafer elde etmiş ancak Amerika’ya verilen mali destek, ülke genelinde ekonomik bir krize yol açmıştı.
Savaşla gelen ekonomik bunalımdan ayrı olarak 1787-1789 yıllarında meydana gelen afetler, hasatların kötü geçmesine sebep olmuş; dolayısıyla kıtlık kaçınılmaz olmuştu. Tahıl üretimindeki düşüş, ekmek fiyatlarını neredeyse iki katına çıkardı. Ayrıca tarımdaki durgunluğun sanayiye sıçramasıyla işsizlik oranı da büyük ölçüde artmıştı. Tüm bu gelişmeler sonucunda günlük gıda harcamaları için olanaklarının çok üstünde para harcamak zorunda kalan yoksul halk; hükümete, büyük arazi sahiplerine, tüccarlara ve spekülatörlere karşı ortak bir nefret duygusu içinde birleşti. Bu nefret, ileride meydana gelecek olan vahşetin kaynağı olacaktı.
Fransız İhtilallerinin düşünsel sebepleri, Aydınlanma Çağı felsefesine dayanmaktadır. Montesquieu, Rousseau ve Voltaire gibi Aydınlanma Çağı filozoflarının ortaya çıkardığı yeni akım ve fikirler, mutlak monarşinin sorgulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, İngiliz Temel Haklar Beyannamesi (1689) ile Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi (1776), Fransız toplumu için güçlü bir ilham kaynağı olmuştur.
Meclisin Toplanması ve Ulusal Meclisin Açılması

Fransa, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ardından iflasın eşiğine gelmişti. Kral XVI. Louis, mali sorunları çözmek ve yeni vergileri yürürlülüğe koymak için Birleşik Meclis (États-Généraux)’i 5 Mayıs 1789’da, 175 yılın ardından toplantıya çağırmıştı. Meclis üç tabakanın (ruhbanlar, soylular ve geriye kalan halk) temsilcilerinden oluşuyordu. Ancak meclis adaletsiz bir oy sistemine sahipti: her tabakanın kendi içinde 1 oy hakkı vardı; böylece halkın büyük bir çoğunluğunu temsil eden 3. tabaka, ayrıcalıklı kesimlerin 2 oyu karşısındaki tek oyuyla hiçbir etki gösteremiyordu. Bu adaletsizliğin giderilmesi için meclisteki 3. tabakanın sayısı iki katına çıkarılmıştı; ancak zaten topluluk başına bir oy düştüğünden kişi sayısının arttırılmasının herhangi bir faydası olmamıştı. 3. tabakayı oluşturan vekiller kişi bazlı oylama (one man, one vote) istediler. Taleplerinin reddedilmesiyle toplantıları protesto etmeye başladılar. 10 Haziran’da kendi çalışmalarına başladılar ve diğer temsilcileri de kendilerine katılmaları için çağırdılar. Bazı taşra rahiplerinin de onlara katılmasıyla 3. tabakanın temsiliyeti artmış oldu.
3. tabaka, 17 Haziran 1789’da kendisini “Ulusal Meclis” (Assemblée nationale) ilan etti: onlara göre yönetim yetkisi artık kral ya da ayrıcalıklı sınıflara değil, ulusu temsil eden bu meclise ait olmalıydı. Kralın emriyle meclis salonları kapatılınca Ulusal Meclis, tenis oynanan bir alanda toplandı. 20 Haziran 1789 tarihinde anayasa yapılıncaya kadar dağılmamaya karar verip yemin ettiler (Tenis Kortu Yemini). Meclis, 9 Temmuz 1789’da Ulusal Kurucu Meclis (Assemblée nationale constituante) adını aldı. Çünkü görevleri artık yalnızca ulusal iradeyi temsil etmek değil, aynı zamanda Fransa’ya yeni bir anayasa hazırlamak ve siyasal düzeni kökten değiştirmekti.
Bastille Baskını ve Versailles Sarayı Yürüyüşü

Kurucu Meclis’in bu radikal dönüşümünden endişe duyan Kral XVI. Louis, Paris ve çevresine askerler yerleştirmeye başladı. Bu hareketlilik, halkta “askeri müdahale” korkusu uyandırdı. Silah ve mühimmat temin etme ihtiyacı duyan Parisliler, 14 Temmuz 1789’da Bastille Hapishanesi‘ne yürüdü ve kaleyi ele geçirdi. Bastille, yalnızca bir hapishane değil, aynı zamanda kraliyet otoritesinin keyfiliğini simgeleyen bir yapıydı. İçinde çok sayıda mahkum bulunmasa da taşıdığı tarihi anlam ve içinde barındırdığı silah ve mühimmat nedeniyle halk için önemli bir yer halini almıştı. Bastille Baskını, halkın krala karşı ilk büyük zaferi sayıldı ve devrimin artık geri dönülemez bir sürece girdiğini gösterdi.
9 Temmuz 1789’dan 30 Eylül 1791’e kadar süren Ulusal Kurucu Meclis dönemi, Fransız Devrimi’nin ilk evresini oluşturdu ve Fransa’da monarşinin artık mutlak değil, meşruti bir nitelik kazandığını gösterdi. Meclis, 4 Ağustos 1789’da aldığı radikal kararlarla feodal imtiyazları kaldırarak Eski Rejim (Ancien Régime)’e son verdi. 26 Ağustos’ta insanların eşit ve hür doğduğunu ve temel haklarını vurgulayan, egemenliğin ve hukukun kaynağının ulus olduğunu ifade eden “İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi” kabul edildi. Kısa süre içinde kralın bu yeni düzenlemeleri kabul etmediği ve askeri bir müdahaleye hazırlanabileceği söylentileri yayıldı. Bunun üzerine 5 Ekim 1789’da, Paris’teki ekmek kıtlığı sebebiyle binlerce kadın Versailles Sarayı’na yürüdü ve kralın Paris’e taşınmasını istediler. Kral, 6 Ekim’de ailesiyle beraber, halkın gözetimi altında Paris’e, Tuileries Sarayı‘na geldi.

Varennes Olayı ve Tuileries Sarayı Baskını
Mali sorunları çözmek ve devlete maddi kaynak sağlamak için, Meclis’in 2 Kasım 1789 tarihli kararıyla, kiliseye ait topraklara, “ulusun tasarrufunda olduğu” gerekçesiyle el konuldu. Bu karar, aşar (ondalık) vergisinin kaldırılması kararından sonra kiliseye vurulan ikinci büyük darbe oldu. Bu sebeple, kilise ve devlet arasında bir anlaşmazlık oluştu ve Temmuz 1790’da çıkarılan yasayla kilise görevlilerinin seçimleri artık devlet tarafından yapılacak ve papazlar Devrime bağlılık yemini edeceklerdi. Katoliklik artık devlet dini olarak kabul edilmediği gibi Protestanlık da eşit bir mezhep olarak tanındı. Soylular ve Ruhban sınıfın ayrıcalıklarının kaldırılması, onlar ve devrim yanlıları arasında mücadelenin fitilini ateşlemiş oldu.
Olayların gidişatından hoşlanmayan Kral XVI. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette, 20 Haziran 1791’de Paris’ten Avusturya’ya kaçmak istedi; Marie Antoinette’in Avusturya İmparatoru olan abisi, II. Leopold‘ün desteğine ulaşmayı ve dışardan askeri/maddi destek sağlayıp devrimi geri püskürtmek ve eski konumlarını geri getirmeyi planlamışlardı. Ancak sınıra yakın bir yerde görevliler tarafından tanınarak Paris’e geri götürüldüler. Kral ve Kraliçe’nin kaçma girişimi, halkla aralarındaki son bağların kopmasına ve hain muamelesi görmelerine sebep oldu.

Avusturya İmparatoru II. Leopold ve Prusya Kralı, 27 Ağustos 1791’de Pillnitz Bildirisi’ni yayımlayarak, kralın güvenliğini ve monarşiyi korumak amacıyla gerektiğinde askeri müdahaleye hazır olduklarını ilan ettiler. Devrimcilere karşı yapılan bu uyarı, tam aksine halkın devrime olan bağlılığını daha da güçlendirdi.
Halkın artan hoşnutsuzluk ve güvensizliği, Ulusal Meclis’in anayasa çalışmalarını hızlandırmasına neden oldu. Hazırlanan anayasa, krala sunuldu ve kralın onayıyla yürürlülüğe girdi. Böylelikle Ulusal Kurucu Meclis, Eylül 1791’in son günlerinde görevini tamamlamış oldu. Kurucu Meclis’in ardından, 1 Ekim 1791’de Yasama Meclisi devreye girdi ve 20 Eylül 1792’ye kadar Fransa’da anayasal monarşinin varlığını devam ettirdi.
Kral ve Kraliçe’nin Avusturya ile olan bağları ve devrimi bastırmaya yönelik planları, Fransa’nın güvenliğini tehdit ediyordu. Özellikle Avusturya ve Prusya devrimin yayılmasından endişeliydi ve Fransa’ya karşı müdahaleye hazır olduklarını söylüyorlardı. Bundan dolayı Fransa, Yasama Meclisi’nde alınan kararla, 20 Nisan 1792’de Avusturya’ya savaş ilan etti ve böylece “Fransız Devrimi Savaşları” başlamış oldu.
1792 yazında, Avusturya-Prusya koalisyonu Fransa sınırlarına yaklaşınca, Prusya komutanı (Brunswick Dükü) Charles William, 25 Temmuz 1792’de Brunswick Manifestosu‘nu yayımladı.
“Paris şehri ve tüm sakinleri, ayrım gözetmeksizin derhal ve gecikmeksizin krala boyun eğmek zorunda kalacaklardır… [Avusturya ve Prusya hükümdarları] imparator ve kral olarak şeref sözü vererek, Tuileries şatosuna zorla girilmesi veya saldırıya uğraması, Majesteleri kral, kraliçe ve kraliyet ailesine en ufak bir şiddet gösterilmesi ve güvenliklerinin ve özgürlüklerinin derhal sağlanmaması halinde, Paris şehrini askeri infaz ve tam yıkıma uğratarak unutulmaz bir intikam alacaklarını ve adı geçen zulümleri işleyen isyancıları hak ettikleri cezaya çarptıracaklarını beyan ederler…”
Manifesto, Parisli halka boyun eğdirerek Kral XVI. Louis ve ailesinin güvenliğini sağlamayı amaçlasa da tam tersi bir etki yarattı. Çünkü halk bunu kral ile dış güçlerin işbirliği olarak yorumladı. Bu bildirgeye öfkelenen halk, Danton gibi Jakobenler (Jakobenler, Fransız Devrimi sonrasında Fransa’ya yaklaşık 1 yıl süreyle egemen olan ve devrimden çok daha fazla kanın döküldüğü Terör Dönemi’ne sebep olmuş sertlik yanlısı siyasi bir kulüptür.) önderliğinde ayaklanıp 10 Ağustos 1792 tarihinde Tuileries Sarayı‘na hücum ettiler. Krala bağlı birliklerle çıkan kanlı çatışmalar, katliama dönüştü: Günün sonunda 800’den fazla kişi ölmüştü ve şehir, kendisine İsyan Komünü adı verilen yeni bir belediye hükümetinin eline geçti. Baskın neticesinde saray düştü, kral ve ailesi esir alınarak Temple Kulesi‘ne hapsedildi. Ayrıca Devrim düşmanı olmakla suçlanan binlerce şüpheli tutuklanarak Paris hapishanelerine hapsedildi.

Kral’ın esir düşmesiyle Yasama Meclisi, monarşiyi askıya aldı ve Ulusal Konvansiyon (Convention Nationale) denilen yeni bir meclis kuruldu.
Eylül Katliamları: Kana Bulanmış Cumhuriyet
Tuileries Sarayı Baskını‘ndan sonra Paris’in kontrolü, meşru meclisten çok, radikal devrimcilerden oluşan İsyancı Komün‘e geçti. Komün, Paris halkının en radikal kesimlerini temsil etmekte ve devrimin en sert adımlarla savunulması gerektiğini düşünüyordu.
2 Eylül’de Prusya birliklerinin Verdun’u ele geçirdiği haberinin gelmesiyle Paris’teki gerilim, doruk noktasına ulaştı. Bu haber, şehrin düşeceği korkusunu körükledi; çünkü Paris yolu üzerinde başka bir şehir yoktu. Belediye binasına “Ülke tehlike altında!” yazan siyah bir bayrak asıldı. Sokaklara korku hakimken Danton, “cesur, daha cesur ve daima cesur” olunduğu takdirde Fransa’nın kurtulabileceğini söylüyordu. Danton, gönüllü askerlerin cepheye gitmesi gerektiğini ve “halkın düşmanları”nın Paris’te serbestçe dolaşmasına izin verilmemesi gerektiğini söyledi. Bu çağrı, isyancı grupları harekete geçirdi. Mızraklarını bileyerek hapishanelere gittiler.

Şiddet, o gün öğleden sonra başladı. Abbaye Hapishanesi’ne götürülen ve çoğunluğu rahiplerden oluşan 24 tutuklunun yer aldığı konvoy, sans-culotte’lar tarafından saldırıya uğradı. Arabalardan indirilen rahiplerin 19’u oracıkta öldürüldü. İlerleyen saatlerde 150 rahibin tutulduğu Karmelit Manastırı‘na baskın yapıldı. Tutuklulardan beraat alanları olmuş olsa da o gün Karmelit’in bahçesinde 115 kişi idam edildi.

3 Eylül’de katliamın şiddeti giderek arttı. Sans-culotte’lar sabahın erken saatlerinde kalkmış “çalışma” olarak adlandırdıkları şeyi yapmak için Abbaye Hapishanesi’ne dönmüşlerdi. Hapishane nüfusunun yaklaşık üçte ikisi idam edildi; aralarında eski kraliyet bakanları, eski parlamento üyeleri ve kraliyet yanlısı oldukları düşünülen talihsiz vatandaşlar da vardı. İnfazlara başlamadan önce sözde mahkemeler kuruluyor, mahkumlar; hakim, jüri ve cellat rolünü üstlenen 12 kişilik gruplar tarafından prosedür icabı sorgulanıyor ve ölüme gönderiliyorlardı. Masum olduğu düşünülen küçük bir kesim ise ulusun koruması altında oldukları ilan edilerek özgür bırakılabiliyordu.
Cinayetler kısa süre içerisinde Bicêtre, La Force ve La Salpêtrière gibi diğer hapishanelere de yayıldı. Ancak bu hapishaneler diğerlerinden farklı şekilde çok sayıda siyasi tutuklu barındırmıyordu. Bicêtre‘de adi suçlulardan ve tutuklulardan oluşan 162 kişi, devrime karşı bir hareketleri olmamasına rağmen katledildi. Bunlardan 43 kişi 18 yaşın altındaydı ve en genç kurbanları yalnızca 12 yaşındaydı. La Salpêtrière Kadınlar Hapishanesi‘nde cinsel saldırya uğradıktan sonra 40 kadın öldürüldü.
Bu katliamların en bilinen kurbanlarından biri, Kraliyet ailesinin dostu Princesse de Lamballe oldu. Tuileries Sarayı‘nın yıkılmasından sonra hapse atılan Lamballe, Kraliçe Marie Antoinette ile yakın arkadaştı. Prenses, acımasızca işkence gördükten sonra öldürüldü ve başı kesilip bir mızrağa takılarak, alaycı bir şekilde Kraliçe Marie Antoinette’in penceresinin önünde gezdirildi.

Bu süreçte, iki ana siyasi grup ön plana çıktı: Jirondenler ve Jakobenler. Jirondenler, katliamları durdurma konusunda tereddütlü ve etkisiz kalırken, Jakobenler ve İsyancı Komün, bu kanlı eylemleri devrimin meşru bir savunması olarak gördü. Danton‘un tutumu, katliamları doğrudan desteklediğini gösterirken, Maximilien Robespierre ve onu takip edenler için Eylül Katliamları, halkın devrimci öfkesinin doğal ve olması gereken ifadesiydi.
Eylül Katliamları, Jirondenlerin “ılımlı” politikalarının yetersiz olduğunu kanıtlamış gibiydi. Bu durum, halkı Robespierre’in liderliğindeki Jakobenlerin “devrimci terör” stratejisine daha yatkın hale getirdi. Şiddetin bir yöntem halini aldığı bu olay, Terör Dönemi‘nin kapısını aralayarak geleceğe kanlı bir miras bıraktı.
6 Eylül’e kadar toplu katliam dalgası büyük ölçüde devam etti. Mahkumlar ya serbest bırakıldığı ya da infaz edildiği için şehir hapishanelerinin çoğu artık boştu. Katliamlar, 7 Eylül günü sona erdiğinde Paris’te yaklaşık 1.100-1.400 kişi öldürülmüştü; bu sayı Paris’teki toplam hapishane nüfusunun neredeyse yarısına denk gelmekteydi. Kurbanlar tüm sosyal sınıflardan gelmekle birlikte ağırlıklı olarak rahipler, soylular ve gazetecilerden oluşmaktaydı.
Ulusal Konvansiyon Meclisi, 21 Eylül 1792’deki ilk toplantısını yaptı ve monarşiyi geçersiz kıldı; böylece 1. Fransa Cumhuriyeti kuruldu.
19 Kasım 1792’de Meclis, “hürriyetleri için mücadele eden bütün halklara kardeşlik ve yardım” ilkesini ilan etti. Böylelikle bu devrimci idealler artık uluslararası bir boyuta taşınmış oldu. Bu durum, Avrupa’daki diğer monarşiler tarafından bir tehdit oluşturuyordu.
Bu sıralarda ülke içerisinde de kritik bir gelişme meydana geldi: Jakobenler ve özellikle Robespierre, kralın mutlak bir “halk düşmanı” olduğunu, yaşamasının devrim için sürekli bir tehdit olacağını ve yargılanmadan idam edilmesi gerektiğini savunurken; Jirondenler, kralın yargılanması konusunda daha ılımlı bir yaklaşım (sürgün gibi) sergiliyorlardı. Nihayetinde Ulusal Konvansiyon Meclisi, Kral XVI. Louis’i “vatana ihanet” ve “devrime karşı çıkma” suçlamalarıyla yargılama kararı aldı. 11 Aralık 1792’de başlayan yargılama süreci, 21 Ocak 1793’te, Kral XVI. Louis’nin Place de la Révolution (Devrim Meydanı)’da giyotinle idam edilmesiyle sonlandı.

Fransız Devrimi, özgürlük ve eşitlik idealleriyle yola çıkmıştı ancak 1792 yılının Eylül ayında Paris sokakları ve hapishaneleri kana bulanmıştı. Tarihin en çok tartışılan olaylarından biri olan Eylül Katliamları hakkında bazıları, bunları insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak adlandırmıştır. Diğerleri ise tarihsel bir gereklilik olarak meşrulaştırmış ya da farklı devrim ve rejimlerdeki şiddetle karşılaştırarak göreceleştirmiştir. Bu korkunç olaylar, Terör Dönemi‘ne giden yolu açan bir dönüm noktası olmuştur.
Kaynakça:
- Yurdusev, A. Nuri. “Fransız Devrimi.” TÜBİTAK Ansiklopedisi, Bilim ve Toplum Başkanlığı, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Bağçeci, Yahya. “İnsan Hakları ve Şiddet İkileminde Fransız İhtilali: Eylül Katliamı Örneği.” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, cilt. 13, sayı. 69, Mart 2020, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Mark, Harrison W. “September Massacres.” World History Encyclopedia, 29 Eylül 2022, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Atlas, Burcu. “Eylül Katliamları: Fransız Devriminin Kanlı Bir Bölümü.” Evren Atlası, 6 Kasım 2023, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Mark, Harrison W. “Storming of the Tuileries Palace.” World History Encyclopedia, 23 Eylül 2022, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- “I. HAFTA FRANSIZ İHTİLALİ.” Ondokuz Mayıs Üniversitesi AVYS, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Fransız İhtilali 1789: Yeni Dünya Düzeni. YouTube, T Tarih, 3 yıl önce yayımlandı, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Fransız Devrimi Neleri Değiştirdi | Devrimler Serisi 3. YouTube, 49W, 2 yıl önce yayımlandı, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Fransa’nın Yükselişi ve Fransız Devrimi Belgeseli. YouTube, Political Crazy (Political Crazy), 7 yıl önce yayımlandı, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Historik Özel: Fransız Devrimi – Emrah Safa Gürkan. Youtube, OMNIBUS, 3 yıl önce yayımlandı, Web. Erişim Tarihi: 11 Eylül 2025.
- Öne Çıkan Görsel


