Francisco Goya ve Kara Resimler

Editör:
Zeynep Alara Karagöz
spot_img

Francisco Goya, tam adıyla Francisco de Goya y Lucientes, 30 Mart 1746’da İspanya’nın Zaragoza kenti yakınlarındaki küçük bir köy olan Fuendetodos’ta doğdu. Modern sanatın öncülerinden biri olarak kabul edilen Goya, 18. ve 19. yüzyılın çalkantılı dönemlerinde hem kişisel hem de toplumsal krizlerin ressamı olarak öne çıktı. Onun sanatında, dönemin siyasal ve toplumsal çelişkileri kadar, insan doğasının karanlık köşelerine duyduğu ilgi de belirgin şekilde hissedilir.

Goya, çocukluk yıllarını kırsal bir ortamda geçirdi ve daha sonra Zaragoza’da yerel bir ressamın yanında çıraklık yaparak resimle tanıştı. Gençlik yıllarında Madrid’e taşınarak, dönemin ünlü İtalyan ressamları ve İspanyol Barok ustalarının eserlerinden ilham aldı. Goya’nın 1770’lerde İtalya’ya yaptığı seyahat onun sanatsal gelişiminde önemli bir dönüm noktası oldu. Roma’da geçirdiği süre boyunca klasik sanatın estetik ilkelerini özümsedi ancak bu estetik anlayışı zamanla kendi bireysel ve yenilikçi üslubuyla dönüştürdü.

Gençlik dönemi eserleri iyimser ve parlaktı; resimleri oldukça güçlü ve renkliydi. Bu dönemde yaptığı çalışmaların çoğu, Kraliyet Duvar Halısı Fabrikası’nda (1775-1792) çalışırken duvar halıları için hazırladığı kartonlardı. Bu eserlerde halk dansları, hac ziyaretleri, oyunlar ve sporlar gibi konuları işledi. İlham kaynağı Velázquez’di. Goya, Velázquez’in gökyüzü perspektifini, ince ışık dokunuşlarını ve natüralist çizim tarzını kullandı.

1780’lerde, Madrid’in yüksek sosyetesine temas ederek moda portre ressamı haline geldi.

1785 yılında Goya, San Fernando Akademisi’nin Resim Bölümü Başkan Yardımcılığı’na atandı ve 1789 yılında yeni tahta çıkan Kral IV. Carlos’un portresini yaptıktan sonra Kraliyet Sarayı Ressamı unvanını aldı. Bu durum ona Kraliyet Ailesi’nin resmi portrelerini yapma fırsatı verdi.

Goya ayrıca dini, sosyal ve politik konular üzerine de resimler yaptı. Çalışmalarında işçi sınıfına yönelik bir kaygıyı yansıttı. Sadece erken dönem Romantik etkilerden ve endişelerden değil, aynı zamanda sık sık görüştüğü aydınlanmacı ideolojinin seviyesinden de söz etti.

Ancak bu dönemin atmosferi, Goya’nın ilerleyen yıllarda yaptığı eserlerindeki derin karanlıktan oldukça uzaktı. Goya’nın sanatsal serüveni yalnızca saray ressamı olarak kazandığı statüyle değil, aynı zamanda sanatındaki dramatik dönüşümlerle de dikkat çekti. 1790’larda Goya, ciddi bir hastalık geçirdi ve bu hastalık sonucu işitme duyusunu kaybetti. Bu fiziksel kayıp, onun iç dünyasına dönmesine ve eserlerinde insan ruhunun karmaşıklığını daha açık bir şekilde keşfetmesine yol açtı. Sessizlikle çevrili bir hayat, onun için hem bir sınır hem de bir özgürleşme alanı oldu. Goya’nın bu dönemde yaptığı gravür serisi olan “Los Caprichos” toplumsal eleştirinin, insan doğasına dair keskin bir gözlemin ve karanlık bir mizahın benzersiz bir birleşimiydi.

Napolyon’un İspanya’yı işgal ettiği yıllar, Goya’nın hem sanatında hem de hayatında bir dönüm noktası oldu. “Savaşın Felaketleri” başlıklı gravür serisi, savaşın korkunç yüzünü ve insani trajedilerini belgeleyen çarpıcı bir görsel kayıt olarak öne çıktı. Bu eserler yalnızca savaşın fiziksel dehşetini değil, aynı zamanda insanlık onurunun kaybını da derin bir şekilde hissettirir.

Goya’nın yaşamının son dönemi, onun en karanlık ve en yoğun eserlerini ürettiği dönemdi. İspanya’daki politik kaos ve kendi yaşlanma korkusuyla birleşen içsel karanlığı, Goya’yı hayatının en çarpıcı eserlerini yaratmaya itti: Kara Resimler (Black Paintings). Bu eserler, Goya’nın yalnızlık içinde, insanın hem fiziksel hem de metafizik varoluşuna dair duyduğu derin korkuların bir yansımasıdır.

Kara Resimler

19. yüzyılın başlarında Avrupa siyasi ve toplumsal çalkantılarla dolu bir dönemden geçiyordu. İspanya Napolyon’un işgali, bağımsızlık savaşı ve sonrasında monarşinin yeniden inşası gibi zorlu süreçlerle karşı karşıyaydı. Bu kaotik ortam Francisco Goya’nın hayatını ve sanatını derinden etkiledi. Goya, bir yandan toplumsal karışıklıklara ve savaşın korkunç yüzüne tanıklık ederken, diğer yandan yaşlanmanın, hastalığın ve insan varoluşunun kaçınılmaz kırılganlığının farkına varıyordu.

Quinta del Sordo

1819 yılında Goya, Madrid’in dışında bulunan ve Quinta del Sordo (Sağır Adamın Evi) olarak bilinen bir kırsal villaya taşındı. O dönemde 70 yaşını geçmiş olan Goya, hem fiziksel hem de psikolojik bir yalnızlık içinde yaşıyordu. Fransız işgalinin yarattığı travma, yakın çevresindeki kayıplar ve kendi sağlığındaki bozulma, onun ruh halini derinden etkiledi. Kara Resimler, bu dönem boyunca Goya’nın Quinta del Sordo’nun duvarlarına doğrudan yaptığı bir dizi eseri kapsar.

Kara Resimler, ne bir siparişle yapılmıştı ne de sergilenmek için tasarlanmıştı. Bunlar, Goya’nın öz mü öz duygularını ve zihinsel durumunu ifade etmek için tamamen kişisel bir çabayla ortaya çıkmıştı. Resimlerin tamamı insanlığın korkuları, ölüm, delilik ve doğaüstü güçlerle olan mücadelesi gibi temaları işler. Bu eserlerin, Goya’nın hem bireysel kaygılarının hem de dönemin travmatik gerçekliklerinin bir yansıması olduğu açıktır.

Seride Yer Alan Bazı Tabloların İncelemesi

1. Saturn Devouring His Son (Satürn Oğlunu Yerken)

Francisco Goya, Saturn Devouring His Son, 1819-1823 Kaynak: Wikipedia

Saturn Devouring His Son adlı eser, Roma tanrısı olarak bilinen Satürn‘ü, oğlunu yeme sürecinde tasvir eder. Daha net bir anlayış için belirtmek gerekirse, Satürn tarım ve zaman gibi pek çok özelliği simgeler. Aslen bir Yunan Titan’ı olan Kronos‘un Roma mitolojisindeki karşılığıdır.

Bir kehanete göre, Satürn çocuklarından biri tarafından tahtından indirilecekti. Bu nedenle kaderinden kaçmak için tüm çocuklarını yemeye karar verdi.

Satürn büyük ve neredeyse kemikli bir figür olarak tasvir edilmiştir. Bir dizinin üzerine çökmüş gibidir ve sol dizi (bizim sağımızda kalan) yere değmektedir. Her iki eliyle de çocuğunun cansız bedenini sıkıca tutmaktadır. Bedenin kanlı oluşu Satürn’ün ellerindeki sıkma kuvvetini ve belirginleşen eklem kemiklerini gösterir.

Detaylar

Satürn’ün ellerindeki beden cansızdır, üstelik başı ve sağ kolu yoktur. Bu durum Satürn’ün bahsedilen bölümleri zaten yediğini ima eder. Sol kol uzanmış durumdadır ve neredeyse Satürn’ün ağzına girmiştir. Sanki elin bir kısmı çoktan ısırılmış gibidir. Çocuğun “kıvrımlı kalçaları ve bacakları” nedeniyle bir kadın olduğu öne sürülür. Ayrıca figür, birçok mitolojik tasvirde olduğu gibi bir bebekten ziyade yetişkin bir birey olarak görünmektedir.

Satürn’ün ağzı, bir sonraki parçayı çiğnemeye hazırlanırken tamamen açıktır ve gözleri vahşi bir şekilde yerinden fırlamış gibidir. Omuz hizasına kadar uzanan gri saçları da dağınık bir görünüm sergiler.

Satürn’ün oturduğu yer ve çevresi belirsizdir çünkü etraf tamamen karanlıktır. Muhtemelen loş ve saklı, mağaramsı bir yerde konumlanmıştır. Ayrıca tanrının bacakları arasında “şişmiş” bir fallusun bulunduğuna dair açıklamalar, görüntünün duygusal yoğunluğunu ve çarpıcılığını artırır.

Bu görüntü, son derece rahatsız edici bir biçimde tasvir edilmiştir. Doğanın hayvansı, ilkel yanlarına hatta insan doğasına dokunur. Goya’nın bu resmi başkalarının görmesi ve düşünmesini sağlamak amacıyla değil, kendi düşüncelerini ve yaşadığı olayları ifade etmek için mi yaptığı sorusu sorulabilir. Belki de bu hayatın her yönünü tüketen ve ölümün dehşetini temsil eden bir metafordur.

Goya’nın bu eserde eşinin düşük yapmasından etkilenmiş olabileceği belirtilir. Goya’nın eşi Josefa Bayeu, eserlerin resmedilmesinden birkaç yıl önce düşük yapmıştır. Çiftin sekiz çocuğu olduğu, ancak bunlardan yedisinin ya doğum sırasında ya da çocuklukta öldüğü rapor edilmiştir. Sadece Javier yetişkinliğe ulaşmıştır. Belki de Satürn figürü ve onun mitolojik hikâyesi, Goya’nın kendi kaybettiği çocuklarının hayatlarını temsil ediyordu.

2. The Witches’ Sabbath (Cadıların Şabatı)

Francisco Goya, The Witches’ Sabbath, 1819-1823 Kaynak: Wikipedia

Eserde, merkezdeki dev keçi figürü, klasik batıl inançlardaki şeytanın simgesi olarak yer alırken, etrafındaki cadılar ve mistik figürler toplumun karanlık inançlarının ve cehaletinin bir eleştirisi olarak betimlenir.

Goya, burada yalnızca cadıların toplandığı bir kutsal alan tasvir etmekle kalmaz; aynı zamanda dönemin halk inançlarının, batıl düşüncelerin ve korkuların toplumsal anlamda etkilerini de sorgular. Keçi figürü geleneksel olarak Şeytan’ı simgeleyen bir figürdür ve bu bağlamda Goya, dinin ve dini kurumların halk üzerinde yarattığı gücü ve beraberinde gelen korkuyu eleştirir.

Tablonun karanlık renk paleti, cadıların ve şeytanın karanlık, bilinçaltına itilmiş varlıklar olarak tasvirini pekiştirir. Keçiyi çevreleyen cadıların yüzleri de halk inançlarını, hurafeleri ve cehaleti, daha geniş anlamda ise toplumun ahlaki yozlaşmasını simgeleyen birer sembol olarak karşımıza çıkar. Bunun yanı sıra Goya’nın bu eserle yapmaya çalıştığı şey, insan ruhunun karanlık köşelerindeki batıl inançları, korkuları ve şüpheleri dışa vurmak, bunları bir simge aracılığıyla toplumun gözüne sokmaktır. Keçi figürü ile cadıların dünyası arasında kurulan bağ, Goya’nın toplumsal eleştirisini derinleştirirken aynı zamanda bu figürler aracılığıyla insanın ruhsal çöküşünü de gözler önüne seriyor.

3. The Dog (Köpek)

Francisco Goya, The Dog, 1819-1823 Kaynak: Wikipedia

Serinin en soyut eserlerinden biri olan The Dog, melankolisi ve minimalizmiyle dikkat çeker. Tabloda bir tepenin yamacında kısmen gömülü gibi görünen bir köpek yukarıya doğru bakmaktadır. Bu bakışın arkasında çaresizlik, yalnızlık ve insanın bilinmeyene karşı duyduğu korku vardır. Goya’nın bu eseri, modern sanatın öncülerinden biri olarak kabul edilir.

4. Two Old Men (İki Yaşlı Adam)

Francisco Goya, Two Old Men,1819-1823 Kaynak: Wikipedia

Bu tabloda, yaşlılığın ve çürüyüşün dehşeti betimlenir. Yüzleri grotesk bir şekilde tasvir edilen iki yaşlı adam, izleyiciye doğrudan bakar. Figürlerin biri ağzını örtmüş gibi görünen bir mendil tutarken, diğeri karanlık bir arka planda belirir. Bu kompozisyon insan bedeninin kaçınılmaz çöküşünü ve ölümün yakınlığını yansıtır.

5. A Pilgrimage of San Isidro (San Isidro’ya Hac Yolculuğu)

Francisco Goya, A Pilgrimage of San Isidro, 1819-1823 Kaynak: Wikipedia

San Isidro, İspanyol halkı için kutsal sayılan ve dini olarak büyük saygı duyulan bir figürdür. Ancak Goya, bu kutsallığa dini rütüellerin anlamını ve halkın kör inançlarını sorgulayan bir gözle yaklaşır. Eserde yer alan hacıların grotesk ifadeleri, toplumun dini dogmalara bağlılıklarını ve toplumsal körlüğü eleştirir.

Tablonun ana figürleri, San Isidro’nun koruyucu kimliğine sahip olmaktan ziyade düzensiz ve kaybolmuş bir kalabalık olarak betimlenir. Hacıların yüzlerindeki ifadeler, boşlukta kaybolmuş gibidir. Bazı hacıların gözleri bilinçsizlik ve korkuyla doludur, diğerleri ise belirsiz bir şekilde bakmaktadırlar. Goya burada halkın dini inançlarını ve ritüelleri, sadece bir geleneksel pratiğin ötesinde, bir anlamda fanatikleşmiş ve kör bir şekilde sürdürdüğü bir duruma dönüştürdüğünü ima eder. Dini ritüellere katılmalarına rağmen, hacıların yüzlerinden herhangi bir içsel huzur veya gerçek inanç okunamaz. Tersine bu figürlerin ifadeleri, kişinin dışsal bir ritüele olan kör bağlılığını ve nihayetindeki boşluğu simgeler.

6. Fight with Cudgels (Sopalarla Dövüş)

Franciscp Goya, Fight with Cudgels, 1819-1823 Kaynak: Wikipedia

Bu tabloda birbirine düşman olan iki figür, bir bataklığın içinde sopalarla dövüşür. Sahne insan doğasındaki şiddet eğilimini ve bunun anlamsızlığını çarpıcı bir şekilde yansıtır. Figürlerin durumu sadece fiziksel bir mücadeleyi değil, aynı zamanda daha geniş toplumsal çatışmaları da sembolize eder. Dönemin siyasi ve toplumsal kaosunu yansıtan bu eser sadece fiziksel şiddeti değil, aynı zamanda bu şiddetin ardındaki kör ve nihilist düşünceleri de açığa çıkarır.

Eserin içerisinde bulunduğu bağlam da oldukça önemlidir. İspanya’daki siyasi ve toplumsal çalkantılar, Napolyon’un işgali ve Goya’nın ülkesindeki savaşlar sırasında duyduğu karamsarlık, bu tablonun temalarını besleyen unsurlardır. İnsanların birbirlerine zarar vermekten başka bir şey yapmadıkları bir dünyada Goya, insanlık tarihindeki savaşları ve şiddeti de ele almıştır.

Eserin izleyiciye sunduğu kaos, bu tür çatışmaların insanın hem bireysel hem de toplumsal anlamda ne kadar tükenmiş ve anlamını yitirmiş olduğuna getirilmiş bir eleştiridir. Sopalarla Dövüş adlı eser, insanın ne kadar uzak bir noktaya savrulmuş olduğunun bir göstergesi niteliğindedir.

Goya’nın Kara Resimler serisi, yalnızca kendi iç dünyasının yansıması değil, aynı zamanda döneminin trajik gerçekliklerine de bir tepkiydi. Bu eserler, klasik sanattan kopuşu ve modern sanatın öncülüğünü temsil ediyordu. Rönesans’tan beri sanatta güzellik ideali hakimken, Goya’nın bu eserleri çirkinliğin ve dehşetin de estetik bir değer taşıyabileceğini kanıtladı. Bu açıdan Goya, hem ekspresyonizmin hem de modernizmin habercisi olarak da pekala değerlendirilebilir.

Quinta del Sordo’nun duvarlarına resmettiği bu eserler, modern insanın varoluşsal korkularını anlamak ve sorgulamak için bizlere zamansız bir pencere açıyor. Her biri hem sanat tarihinde hem de insanlık tarihinde derin iz bırakan eserlerdir diyebiliriz.

Kaynakça

Francisco Goya. Britannica. Web.

Francisco Goya. National Art Gallery. Web.

Francisco Goya’s Descent Into Madness: The Disturbing Black Paintings. Kerigan Pickett. The Collector. Web. 2024.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.

Yusuf Atılgan’ın Evreninde 5 Farklı Tema

Yusuf Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır.