Görüntü teknolojisinin görme tarzımızı değiştirdiği ortadadır. Eskiden sanatçılar tuval, kağıt ve boya gibi malzemeler aracılığıyla düşünüyorlardı; modern çağa gelindiğiyse bunlara fotoğraf kamerası ve kimyasal maddeler eklenmiştir.
Porte ve Fotoğraf İlişkisi
Portre fotoğrafları ressamların işlerini kolaylaştırırken iş alanlarını da daralttığından ekonomik kaygılar yaşayan ressamlar yeni yollar çizmeye yönelmiştir. Portre ressamları hayatlarını devam ettirebilmek için fotoğraf sanatına yönelmişlerdir. Bu etkiler aslında ressamları yeni bir yol çizmeye ve yeni şeyler aramaya yöneltmiştir.
Nadar-Félix Tournachon (1820–1910)
Fotoğrafçılıkta en rağbet gören konu portre oldu. Fransız Nadar (Gaspard Felix Tournachon) sanatçı kimliğinin yanı sıra 1850’li yıllarda portre fotoğrafçısı olarak öne çıktı; kendi kuşağındaki neredeyse herkesin fotoğraflarını çekti. Gücü yeten herkes aile portreleri çekmek içim sıraya girince, geleneksel portre ressamlığı popülerliğini yitirmeye başladı. Karikatürist olarak ünlenen Tournachon’un, ‘Nadar’ ismi karikatürlerine attığı imzadır. Yeryüzünün havadan çekilen ilk fotoğrafı da ona aittir.


Fotoğraf ve Oryantalizm
19. yüzyıla gelindiğinde doğa ve açık hava resimleri, manzaralar, tür konuları ele alınmaya başlanmıştır. Oryantalist ressam Jean Leon Gérôme resimlerinde doğu aksesuarlarını ve fotoğraflarını kullanmıştır.
Gérôme’un şehir manzaralarını, doğa manzaralarını, erotik ve oryantalist harem sahnelerini, harem ağaları ile Arap köle pazarlarını konu aldığı resimleri fotoğraflardan yararlanılarak gerçekleştirmiştir. Kariyeri boyunca kameranın tarafsız gözünü resimlerinde kullanmıştır. Kendisinden önceki ressamların ihmal ettiği doğu manzaralarındaki detayları göstermekten çekinmemiştir.

Walter Benjamin 1935’te kaleme aldığı ‘Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Yapıtı’’ adlı denemesinde ‘kameradan önce ve kameradan sonra’ olarak ayrılabilecek olan devrimi en iyi kavrayan ve açıklayanlardandır.
Bu denemesinde düşünür, el emeğinin değerden düşmesi durumuna değinmiştir. İnsan elinin resmin yeniden üretim sürecinden çekilmesi ve odağın yalnızca objektife bakan göz tarafından üstlenilmesine değinmiştir.
Benjamin’e göre resmin kutsallığını bozan diğer bir neden, bağlamdaki değişikliktir. Bir dinsel yapının iç mekanı için yapılan resim, müze fikri oluşmadan önce henüz sanat yapıtı değildi. İnsanlar kiliseye girdiklerinde orada bir Rafaello’dan ziyade bir İsa/Meryem imgesi görüyorlardı. Bu resmin bir sanat yapıtı haline gelmesi müzeye girmesiyle gerçekleşmiştir. İşte bağlam değişikliği budur. İnsanlar burayı İsa/Meryem’i değil bir Rafaello görmek için ziyaret ederler.
20.yüzyılda modern teknolojiyle üretilmeye başlanan imgeler sanatın doğasına aykırı olarak algılanmıştı. Kimi bu imgelerin doğanın mekanik kopyası olması kimisi de sonsuz çoğaltılabilir olmasını gerekçe olarak gösteriyordu.
En büyük eleştiri dışavurumcu çalışanlardan gelmekteydi. Varlığın özüne ulaşmak için nesnelerin görüntüsünden uzaklaşmak gerektiğini savunan bu sanatçılar için fotoğraf ciddiye alınacak bir şey değildi.
Louis Jacques-Mandé Daguerre (1787–1877)
İlk fotoğraf makinesi Louis Daguerre tarafından 1837’de icat edildi. Daguerre uğraşılarını sanat, bilim ve teknolojinin kesiştiği bir alanda kurmuştu. Yöntemi, gümüş nitrat sürerek ışığa duyarlı hale getirilmiş bakır levhaların, karanlık kutu içinde 15-20 dakika pozlandırıldıktan sonra cıva buharına tabi tutulmasına dayanıyordu. Sonuç ise hem görüntü kalitesi daha yüksek hem de figür içeren ilk fotoğraftı. Burada yetenek önemli değildi, tekniği kavramak asıl meseleydi. Dagerbaskı tekniği ile oluşan bu görüntüler kısa sürede oluştuğundan geleneksel resim ile kıyaslanamayacak kadar ucuzdu ancak negatifleri olmadığından, çoğaltılamıyordu.

William Henry Fox Talbot (1800–1877)
Henry Fox Talbot ise çoğaltmanın önündeki engeli 1839’da kağıt negatifi bularak kaldırdı ve fotoğrafları çoğaltmayı sağlayan bir tekniği üretmeyi başardı.

Scott Archer’in geliştirdiği ıslak levha yönetim sayesinde ise genel hatlarıyla modern fotoğraf teknolojisinin temeli atılmış oldu.

Henry Peach Robinson
Çoğu insan sırf mekanik bir kopya olduğu için fotoğrafçılığı sanat kapsamına almayı reddetse de, Henry Peach Robinson’a (1830-1901) göre fotoğraf bir sanattı. Hayranlık duyduğu ve bizzat yaptığı resim gibi fotoğraf da gerçekliği taklit edebilirdi (mimesis).
Son Nefes onun ‘yalan’larından biridir. Teknik o kadar inandırıcıdır ki ilk görenler kurgu olduğunu bile anlamamışlardır. Öyleki, ölüm döşeğinde son nefesini vermekte olan kızının fotoğrafını çektiği için sanatçıyı birçok kişi suçlasa da Son Nefes, dünyanın ilk fotokurgularından biri olarak önemlidir.

Eadweard Muybridge (1830-1904)
Fotoğraf alanında yaptığı ilginç deneylerle tanınan bir sanatçıydı Muybridge. Manzara konusunda çalışırken şans eseri, atların ve insanların devinimlerini araştırırken buldu kendini. Kaliforniya valisi ve bir dostu arasında atın koşarken dört ayağının da toprakla temasının kesilip kesilmediği konusunda bir tartışma çıkmıştı. Bu merak üzerine fotoğraf çalışmalarıyla tanınan Muybridge’i yardıma çağırdılar. Sanatçı, bir hipodromda atın koşacağı yol boyunca 12 fotoğraf makinesi dizdi ve hareketin her an değişen seri görüntülerini elde etmeyi başardı. Sonuçtan çok etkilenen Muybridge bu tekniği insan deneyimleri üzerine de uyarladı.

Etienne Jules Marey
Aynı yıllarda fizyolog Marey de (1830-1904) insan ve hayvan bedeninin devinimlerini inceliyor ve fotoğraflar çekiyordu. Marey, 1882’de saniyede 12 fotoğraf çeken ve kamera takılmış bir makineli tüfeğe benzeyen bir aygıt geliştirdi.
Bu aygıt farklı devinimleri aynı karede saptayabiliyordu bu sebeple de ileri bir adım demekti. İlgi alanları kesişen üstelik doğum ve ölüm tarihleri bile aynı olan bu iki insanın kronofotoğraf (ardışık fotoğraf) adıyla bilinen yöntemleri kendilerinden sonrakilere en önemlisi sinemaya ilham verecekti.


Oscar Gustav Rejlander (1813–1875)
The Two Ways of Life, on dokuzuncu yüzyılın en iddialı ve tartışmalı fotoğraflarından biriydi. Resim, iki genç adamı kırsal kesimden yaşam sahnesine götüren sakallı bir bilge tarafından temsil edilen, kusur ve erdem arasındaki seçimin ayrıntılı bir alegorisidir. Soldaki asi gençlik, şehvet, kumar ve aylaklığın çürümüş zevklerine hevesle koşuyor; daha bilge olan muadili, din, evlilik ve iyi işlerin doğru yolunu seçer. Bu kadar abartılı karmaşıklıktaki bir sahneyi tek bir pozda yakalamak imkansız olacağından, Rejlander her bir modeli ve arka plan bölümünü ayrı ayrı fotoğraflayarak otuzdan fazla negatif elde eder ve bunları tek bir büyük baskıda titizlikle birleştirir.
Egoné Atget (1857–1927)
Çekim ve karanlık oda tekniklerinden uzak durarak en doğal fotoğrafik imgeyi amaçlayan sanatçılardan biri de Paris tutkunu olan Eugene Atget’ydi. Eski ve terk edilmiş sokaklardan mağaza vitrinlerine kadar binlerce görüntü bırakmıştır geriye. Bunlar suç mahallini çağrıştırır; çünkü ıssız, insansız olmaları sebebiyle tedirgin edicidirler.
1820’lerden itibaren, dokuma sektöründeki gelişmelerin bir sonucu olarak, Paris’te birtakım giysi mağazaları açılmaya başlamıştı. O mağazalar, kısa bir süre sonra belli pasajlar bünyesinde sağlı sollu açılacak olan daha büyük mağazaların öncüleriydi. Pasajlar lüks eşya ticaretinin merkezleri haline gelmiş, donatım gereksinimleriyle birlikte, sanat tüccarın hizmetine girmişti. İşte o mağazalar zincirinin halkalarından birini gösteriyor fotoğraf. Camda yansıyan görüntülere bakılırsa, mağaza dış dünyaya –caddeye- bakıyor. Fotoğraf sayesinde içeriye bakarken aynı zamanda dışarıyı da görüyoruz. Vitrinde sergilenen manken ve pantolonlarla birlikte, camda yansıyan caddedeki nesneler, aynı an ve uzamda üst üste gelmişler. Kendimizi vitrinin önünde fotoğrafçının yerine koyduğumuzu düşünürsek, arkamızda kalan nesneleri görmek için başımızı çevirmeye gerek yok.

Alfred Stieglitz (1864-1946)
Resimsel fotoğraf alanında ünlenen sanatçılardandır. ABD’den Berlin’e mühendislik eğitimi için geldiği dönemde fotoğrafla tanışmış ve 1880’li yıllarda tüm Avrupa’yı gezerek fotoğraflar çekmişti. Beşinci Cadde Kışı izlenimci bir tablo gibidir.
Kompozisyonda en belirgin motif atlı arabadır; ancak gerek yağmakta olan kar, gerek sis tabakası yüzünden belli belirsiz seçilebilmektedir. Diğer motiflerse geriye doğru gittikçe kaybolmaktadır. Dediğine göre, Şubat ayındaki bir kar fırtınası sırasında arzuladığı anı yakalayabilmek için ayakta üç saat beklemek zorunda kalmış sanatçı.
Sanatçıya göre fotoğraf ile ortaya çıkan ürün öznenin nesneye bakışıydı. Nihayetinde makine bu bakışı kaydetmeye yarayan bir araçtı. Bu görüşlerinden anlaşılacağı üzere zamanın ruhunu sezen ve modern sanat ortamının inşasına öncülük yapan biriydi Stieglitz.

Fotoğrafta resimselliğin peşinden koşma “Pictorialist”ler bünyesinde somutlaşmıştır. Pictorialism 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında fotoğrafa egemen olan uluslararası bir stil ve estetik hareketidir. Fotoğrafın tek amacının ayna gibi gerçeği yansıtmak olmadığını göstermeye çalıştılar. Kendi kişisel ifade biçimlerini yaratarak geleneksel kuralları kullanmaktan sanınmışlardır bu da ortaya baş kaldırıcı bir hareket çıkarmıştır. Pictorialistler çalışmalarını edebiyattan, tarihten kabul görmüş resimlerle birleştirdiler.
Rastlantısallığın değerlendirilmesi, sıradanlığın estetiğini keşfederek, nesnenin özünü fotografik olarak yansıtmak, gerek çekim gerekse baskı aşamasında en az müdahale ile mükemmel teknik üstünlük şeklinde özetleyebilen saf fotoğraf kavramı yine bu dönemde ortaya çıkmıştır. Pictorialism 1920’den sonra giderek popülerliğini yitirdi, ancak II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar popülerliği tamamen kaybolmadı. Bu dönemde fotoğrafçılık Modernizmin yeni tarzı oldu ve halkın ilgisi daha keskin odaklı görüntülere kaydı. 20. yüzyılın birçok önemli fotoğrafçısı, kariyerlerine pictorialist bir tarzda başlamış ancak 1930’larda keskin odaklı fotoğrafçılığa geçiş yapmıştır.




