Bazen öyle kitaplar okuruz ki sayfaların arasında kayboluruz. Sanki roman karakterini görüyormuş gibi bir izlenime kapılır ve onunla ortak bir hikâyenin içindeymiş gibi hissederek oradan oraya savruluruz. Bu yazımızda okurken kendimizi kaybettiğimiz, film şeridi gibi tüm hikâyenin gözümüzün önünden geçtiği, “filmi olsa ne güzel olurdu” dediğimiz kitapları sizler için derledik.
Nefes Nefese – Ayşe Kulin
“Koskoca yeryüzünde insanoğlunun birbirine eziyet etmeden yaşayacağı bir köşe bulunamaz mı acaba?”
İlk kitabımız, edebiyatımızın önemli isimlerinden olan Ayşe Kulin’in 2002 yılında yayınlanan Nefes Nefese adlı eseri. Tarihin acımasız gerçekleri ile kendi kurgularını ustalıkla birleştiren Kulin, bu eserinde İkinci Dünya Savaşı’nı Türkiye’nin politik yaklaşımı açısından gözler önüne seriyor. Romanda, Fransa’da Yahudi eşi ile yaşayan bir Osmanlı paşasının kızı Serap’ı ve mücadelesini görüyoruz. Serap ve eşi Rafael’in Fransa’dan Türkiye’ye uzanan ızdırap ve aşk dolu yolculuğuna yakından tanıklık ediyoruz. Karakterlerimizin, masum Türkler ile birlikte Yahudileri, Avrupa’daki acımasız Nazi katliamından kurtarmak için stresli ve sonu belli olmayan uzun bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Türkiye’den gelecek yardım trenine hem kendilerini hem de masum insanları sağ salim ulaştırmaksa karşılaştıkları zorluklardan sadece ufak bir tanesi oluyor. Sonrasında trende yaşananlarsa insanı soluksuz bırakıyor. Kulin, kitap boyunca sürükleyici anlatımı sayesinde eski bir sinema filmi izliyormuş hissine kapılmamızı sağlıyor.
Semerkant – Amin Maalouf
“Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır.”
Sıradaki romanımız, 1988 yılında yayımlanan, Lübnanlı yazar Amin Maalouf tarafından yazılan Semerkant. Tarih ve dram türünde olan bu roman, iki ayrı zaman içerisinde ele alınıyor. Kitabın başında Ömer Hayyam’a ve onun yaşadığı dönemin sorunlarına tanıklık ediyoruz. Hayyam, yanında daima rubailerini taşıyan birisi fakat Hasan Sabbah tarafından bu rubailer kaçırılıyor ve ilerleyen kısımlarda yazmaların varlığı meçhul hale geliyor.
Bu noktadan sonra karşımıza, günümüze yakın bir tarihte yaşayan Amerikalı Benjamin Omar çıkıyor. Hayyam’ın eserlerine hayranlıkla büyümüş olan Omar, İran’a gidip Hayyam’ın tek el yazması olan eserini bulmayı umuyor. Bu amaçla da demokratikleşme mücadelesi içinde olan İran’a uzanan bir yolculuk yapıyor. Hem Hayyam’ın yaşadığı dönemi hem de Omar’ın İran yolculuğunu keyifle ve çarpıcı tarihi olaylarla bütünleyen Maalouf, iki farklı dönemi etkileyici bir bütünlük içerisinde tarihi bir film izliyormuş etkisi yaratacak şekilde muazzam bir eser ortaya koyuyor.
Kırmızı Saçlı Kadın – Orhan Pamuk
“Uzun bir süre kimseyle konuşmadım; içime döndüm. Dünya ile arama uzaklık koydum. Dünya güzeldi, içim de güzel olsun istedim.”
Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın eserinde bizi yüzyıllar önceye ait iki efsanenin, tüyler ürperticiliğiyle buluşturuyor: Oedipus Efsanesi ve Rüstem’le Sührap Hikâyesi. Bu iki efsanede konu, babalar ve oğulları olarak karşımıza çıkıyor. Ana karakterimiz Cem‘in talihsiz hayatı tam da bu konudan dolayı başlıyor, baba sorunu. Bu eserde babası tarafından terk edilmiş, annesi için evi geçindirme gayesiyle çabalayan daha gencecik bir çocuk olan Cem’in hayatına tanıklık ediyoruz. Birçok hayalinden vazgeçen karakterimiz, onun için önemli bir baba figürü haline gelen Mahmut Usta’nın yanında çıraklık yaparak evini geçindirmeye çalışıyor. Genç yaşında, tüm sorunlarının üstüne bir de kendinden yaşça büyük tiyatrocu bir kadına aşık oluyor. Yeni sorunlarıyla beraber karakterimiz hiç hayal etmediği bir geleceğe doğru ilerliyor. İçerdiği efsaneler ile kurguyu en iyi şekilde harmanlayan Pamuk, eseri okurken Yeşilçam filmi izliyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlayan heyecanlı bir dil kullanıyor.
İvan İlyiç’in Ölümü – Lev Tolstoy
“Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir?”
Bir diğer romanımız Dünya Edebiyatı’nın öncülerinden olan Tolstoy’un 1886 yılında yayımlanan kitabı, İvan İlyiç’in Ölümü. Kitap sade ve anlaşılır bir dille yazılıyor. Bunun yanı sıra derin anlamlar bulabileceğimiz bir eser olarak da karışımıza çıkıyor. İsminden de anlaşıldığı gibi başkarakterimiz kitabın başında ölüyor. Bizler de yıllar içinde onun ölüm döşeğine gelene kadar yaşadıklarına şahit oluyoruz. İlyiç ölüm döşeğine gelene kadar hayatın acımasızlığı, sıradanlığı gibi hususları hiçbir şekilde göremiyor. Fakat bizler Tolstoy’un etkileyici anlatımıyla beraber net bir şekilde İlyiç’in içinde bulunduğu durumu kavrayabiliyoruz. Tolstoy, her sayfada kendimizi sorguladığımız ve güçlü betimlemeleriyle İlyiç’i yanı başımızda uzanıyormuş gibi hissettiren bir roman ile karşımıza çıkıyor.
Rüzgara Fısıldayan Kadınlar – Rana Demiriz
“Gölgenin peşinden koşmak gibiydi bu. Asla yakalayamayacaktım. Ama yine de çabalayacaktım.”
Edebiyatımızın genç yazarlarından olan Rana Demiriz’in, 2022 yılında yayımlanan Rüzgâra Fısıldayan Kadınlar kitabı da kuşkusuz bu listede olmayı hak eden kitapların başında geliyor. Kitap boyunca başkarakterimiz Mahsima Cihan Hatun ile çeşitli badireler atlatıp adeta onun yanında düşmanlarla savaşıyoruz. Kendimizi, Işık Ülkesini bulmak umuduyla atımızla beraber sonu belirsiz bir yolculukta buluyoruz. En önemlisi de tıpkı Mahsima Cihan Hatun gibi Mama Hatun için mücadele etmekten asla vazgeçmiyoruz. Roman boyunca karşılaştığımız tarihi karakterlerle beraber hikaye hız kesmeden ilerliyor. Demiriz, sürükleyici anlatımı ile bizleri günümüz arkeoloji kazılarından alıp Anadolu’nun beyliklerine götürüyor. Farklı coğrafyalarda yaşamış kadın kahramanların mücadelesine tanıklık ediyoruz. Bu romanda yazar, sinema filmi tadında akıp giden bir eser ortaya koyuyor.
Simyacı – Paulo Coelho
“Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren işbirliği yapar.”
1988 yılında yayımlanan, Paulo Coelho tarafından yazılan Simyacı, en çok okunanlar listesinin başlarında görmeye alışık olduğumuz bir eser. Kitap, yayımlandığı günden bu yana etkisini arttırmaya devam ediyor. İnsanı sorgulamaya teşvik ediyor ve sorgularken de farklı bakış açıları kazanmasına katkı sağlıyor. Kitapta, Santiago isimli genç, rüyasında gördüğü hazineye ulaşmak umuduyla zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Karakterimiz hazineye giden yolda; iyi ve kötü insanlarla karşılaşıyor, aşık oluyor. Sona yaklaşırken ona yol gösteren simyacıdan öğütler alıyor. En sonundaysa gerçek hazinenin anlamını anlıyor. Akıcı olmasının yanı sıra yoğun anlamlar içeren bu eser, güçlü betimlemeleri sayesinde zaman zaman Mısır çöllerinde hazine peşinde koştuğunuzu hissetmenize neden olabiliyor.
Serenad – Zülfü Livaneli
“Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi!”
Edebiyatımızın diğer bir önemli yazarlarından olan Zülfü Livaneli de listemizde dünya çapında sevilen Serenad isimli eseri ile yerini alıyor. Okurken her bir sayfasında yoğun duygular hissediyorsunuz. Hatta sizleri tarihin acı gerçekleriyle hiç beklemediğiniz bir anda karşı karşıya getirerek yalpalatabiliyor. Kitap boyunca karakterlerimiz Maya Duran ve Profesör Maximilian Wagner’ı adeta görüyormuş hissine kapılıyorsunuz. Onlarla beraber yaşadıkları her duyguyu siz de en derinlerinizde hissediyorsunuz. Profesörün çektiği ızdıraba ve sevdiği kadına olan özlemine ortak oluyorsunuz. Ona yazdığı “Serenade für Nadja” adlı eserini kemanıyla deniz kenarında çalarken, sanki yanı başınızda dinliyormuş gibi hissetmekten ve acısını paylaşmaktan kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Livaneli ince detaylarla yazdığı bu eserinde bizlere birçok kez, ‘keşke filmi de olsa’ dedirtmeyi başarıyor.
Uzun Beyaz Bulut Gelibolu – Buket Uzuner
“Cihanı cehennem, hayatlarımızı bedbaht kılan bizzat bizleriz. Biz kendi kendimizin düşmanıyız…”
Listemizdeki son romanımız, Buket Uzuner’in 2001 yılında yayımlanan Uzun Beyaz Bulut kitabı oluyor. Tarihi konusuyla Gelibolu çıkarmasını ele alan, ana hikâyesi kurgu da olsa gerçekçiliğiyle içine çeken eşsiz bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Bir tarafta Yeni Zelanda’dan Gelibolu’ya, Çanakkale Savaşı’nda öldüğü bilinen büyük dedesi Alistair John Taylor hakkında araştırma yapmak amacıyla gelen Victoria var. Diğer bir taraftaysa inatçı, köy halkıyla arası pek iyi olmayan, Çanakkale Gazisi Alican Çavuş’un kızı Beyaz Hala. Kitap bu iki kadın karakterin birbirleriyle olan sohbetleri çerçevesinde ilerliyor. Bir yandan da olaylar, Çanakkale Savaşı fertlerinin ailelerine yazdıkları mektuplar doğrultusunda beklenmedik yöne doğru evriliyor. Uzuner, ustalıkla oluşturduğu kurgusuyla okuyucuya birçok kez hikâyenin gerçek olabileceğini düşündürtüyor. Film izlercesine akıp giden kitapta, her bir mektup ile birlikte acı gerçekler de gün yüzüne çıkıyor.