Fernand Braudel’i kısaca tanıyalım…
Fernand Braudel Kimdir?
Fernand Braudel 1902 doğumlu, Fransız bir tarihçidir. Nazilerin 1940’da Fransa’yı işgali
sırasında Almanlar tarafından esir alınılıyor. Lobeck esir kampında yazdığı Mart 1947’de
savunduğu “II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” adlı tezi kısa bir süre
içerisinde yeni bir tarih görüşünü ortaya çıkarıyor.
Braudel 1946’da, Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından kurulmuş olan Annales Dergisi’nin yöneticilerinden biri olmuştur. 1985’de ise ölmüştür. Bir coğrafyacı olmasına rağmen tarih bilimine katkısı epey büyüktür. Tarih biliminde bir ekol yaratan Annales Okulu’nun en ünlü temsilcilerindendir. Akdeniz aşığı bir tarihçi ile karşı karşıyayız. Kitabı okurken haksız da sayılmadığını anlıyoruz. Hatta yer yer bu coğrafyanın bir parçasında yaşarken Akdeniz hakkında pek bir şey bilmemek kendimizi de eleştirmemize sebep oluyor.
Annales Okulu
- Annales Okulu, March Bloch ve Lucien Febvre‘nin öncülük ettiği bir tarih yaklaşımıdır.
- Bütüncül bir tarih anlayışı söz konusudur. Bu anlamda tarihi inşa ederken iktisat, sosyoloji,siyaset ve coğrafya gibi bütün sosyal bilimlerden yararlanmak gerekir. Yani bugüne kadar sosyal bilimlerde olan bu ayrışmanın yerine disiplinler arası yeni bir anlayışı benimsemişlerdir.
- Febvre’nin ağzından çıkan “tarihçiler, birer coğrafyacı olun. Hukukçu, sosyolog ve psikolog da olun ve aradaki tüm sınırlara ve yaftalara paydos.” sözleri bu anlayışı açıklar.
Braudel Neden Akdeniz Diyor?
Braudel’in Akdeniz’i ilk kez 1946’da yayınlanmıştır ancak sonraları defalarca yeniden yazılmıştır. Bu çalışmanın ana kaynağı, önceki çalışmaların tek bir ciltte toplanmış halidir. Kitap, iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, ‘Mekan ve Tarih’, ikinci bölüm ise ‘İnsanlar ve Miras’tır. Kitapta Braudel’in yanısıra Filippo Coarelli, Maurice Aymard, Roger Arnaldez, Jean Gaudemet, Piergiorgio Solinas ve Georges Duby gibi isimlerin de denemeleri yer alıyor.
Braudel kitabın ilk bölümünde kitabı yazma amacını bize aktarır: “Giriştiğimiz deneme geçmişin ve bugünün sürekli karşılaştırılması, birinden ötekine sürüp giden bir geçiş, açık yürekle çağrılan iki sesli, sonsuz bir türküdür. Tarih, çevremizi saran ve bizi işgal eden bugünün sorunları adına geçmiş zamanların sürekli sorgulanmasından başka bir şey değildir.” Braudel’e göre ise hiçbir dünya Akdeniz kadar bunu kanıtlayamaz. Çünkü Akdeniz’in kendisini anlatmasının sonu gelmez. Geçmişte var olmuş olmak, varlığını bugün de sürdürmenin bir koşuludur ona göre.
Nedir bu Akdeniz? Bir manzara, bir deniz, bir uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok
uygarlık. Tüm bunlar Akdeniz’in çok eski bir dolaşım merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Bin yıllardan beri her şey ona hizmet etmiş ve zenginleştirmiştir. İnsanlar, yük arabaları, gemiler, hatta bitkiler ve canlılar bile. Braudel’e göre yer şekilleriyle olduğu kadar insanlarıyla da bir kavşaktır Akdeniz ve birbirine zıt unsurları bünyesinde taşır. Bu durumu, doğa ya da insan salt olarak açıklayamaz. Doğanın insana sundukları, felaketleri ve insanın doğa karşısında kazandığı sayısız başarılarla açıklarız. Tam da bu noktada Braudel bize kitabın amacını ortaya koyuyor: Bu deneyim ve başarılar arasında ortaklıklar aramak.
1. Mekân ve Tarih
Bu bölümde Braudel, coğrafyanın detaylarına iniyor ve Akdeniz’in jeolojik yapısından
iklimine kadar Akdeniz’in oluşumuna katkı sağlayan mekânları, uygarlıkları ve bu
uygarlıkların tarihlerini bizlere sunuyor.
Toprak, Deniz, Şafak
Akdeniz Cebelitarık’tan Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz’e uzanan iki ucu dar, ortası geniş bir denizdir. Buna karşılık çok genç ve yüksek dağlardan oluşmuştur. Boğazlar, dağlar denize biçim verirler, bağımsız bölünmeler meydana getirir: Balkan Yarımadası, Anadolu, İtalya,İber Yarımadası, Kuzey Afrika. Bu genel görünümden ayrılan Yunan ve Fenike ise Akdeniz’i anlamamız için önemlidir. Braudel’e göre tarih ve coğrafya el birliğiyle bu denizi ikiye bölmüş ve birbirine düşman iki dünya yaratmıştır: Doğu ve Batı. İtalya ise ortadadır. Bir yüzüyle Batıya diğer yüzüyle Doğuya dönüktür. Zenginliğini de uzun yıllar buradan sağlamıştır.
Akdeniz’in kırılmaları ve kıvrımlarını oluşturan etken jeolojik yapısıdır. Bu yapı, denize serpilmiş dağları, yarımadaları, girintili çıkıntılı yer şekillerini açıklamaktadır. Akdeniz’in bu yapısı yanardağ ve depremlerin tehdidi altında olmuştur. Ancak Akdeniz sadece dağlarla çevrili değildir tabii ki. Sahra ile İçdeniz yan yanadır. Braudel’e göre çöl, Akdeniz’le çatışan ve onun yerini almak isteyen başka bir Akdeniz’dir. Tüm Akdeniz boyunca karalar gittikçe çölleşmektedir ve Akdeniz ne yazık ki bunu engelleyememektedir. Akdeniz’in iklimi hep aynıdır. Sahra’nın etkisindeki Akdeniz altı ay boyunca turizm için önemlidir ama aynı iklimde hayvanlar ve bitkiler su kıtlığı yaşarlar.
Akdeniz’de insanlar her şeyi kendileri yapmak zorunda kalmıştır. Akdeniz insanın tarihinin
göründüğü gibi kolay olmadığını anlıyoruz. Tarım tepelerde yapılmaktadır. Çünkü Akdeniz
insanına göre bu alanlarda hastalık ve savaş olmaz. O halde Akdeniz’i anlamak için ilk nereye bakmamız gerektiği de açıktır. Braudel burada, “geçmişin en iyi korunduğu yer, dağdır” der. Ancak bugün bakarsak bu alanlarda tarım alanları epey zahmetlidir ve zamanla terk edilir. Akdeniz’de yaşam insanları azla yetinmeye zorlamaktadır. Bunun yanında Akdeniz yaşamını zeytin, üzüm, buğday üçlüsüne göre dengeler. Pierre Gourou’nun ifadesiyle ‘eti kıt kemiği bol’ bir yaşamdır.
Akdeniz ülkesinin zenginliklerine denizin katkısı büyüktür ama günlük yaşamda ona bolluk sağlamaz. Akdeniz balık çeşidi bol olan bir denizdir ancak balık bol değildir. Burada balığın tükenme riski ile karşı karşıya olduğunu anlıyoruz. Ayrıca deniz,canlıların gelişebilmesi açısından verimli de değildir. Eski bir Akdeniz olduğunu da göz önünde bulundurarak içindeki yaşamsal ana maddelerin çoğu tükenmiştir.

Deniz yalnız besinden ve canlılardan oluşmaz aynı zamanda taşıma yüzeyidir. Deniz önceleri bir engel iken günümüze kadar olan süreçte bağlantı yolu olmuştur. Denizciliğin ve gemilerin gelişmesi önemli olmuştur. 16.yüzyıl’da açık denize çıkmak ‘deniz tarafından yutulmak’ olarak anlaşılıyordu. Sonunda merak, kazanç ve devletlerin politikaları Akdeniz’in keşfini zorunlu bir hale getirmiştir. Braudel’in anlattıklarından hareketle Akdeniz, bağlantılı deniz ve kara yolları demektir. Kendi başına bir ulaşım sistemidir. Hareket mekânıdır.
Örneğin Venedik neden 14.yüzyıl’dan 16.yüzyıl’a kadar Akdeniz’in en zengin ülkesi olmuştur? Çünkü dolaşımın merkezidir. Hint Okyanusu’ndan gelen baharatı kendine alır ve Batı’ya satışını yine kendi gerçekleştirir. Pek tabii Venedik’in bu mücadelesini Atlas Okyanusu’nun keşfiyle sürdüremeyeceğini göreceğiz. Akdeniz’in gerilemesi en başta bu dolaşım ağındaki aksaklıklardan kaynaklanır. İlk sarsıntı, 1498’de Vasco da Gama’nın yaptığı uzun keşif gezisidir. Ama o bu sarsıntıya dayanır. Ancak 16.yüzyıl’da İngiltere’nin dünyaya rakipsiz egemen olması Akdeniz’i eski sahiplerinden uzaklaştıracaktır.
Tarih
Akdeniz nedir? Braudel’e göre Akdeniz, üç ayrı kültür topluluğu, üç büyük ve canlı uygarlık ve bunların temelden farklı olduğu düşünce, inanç, yeme-içme, yaşama biçimidir. Bunlar yazgıları asla birleşmeyecek üç ayrı kişiliktir. Üç uygarlık vardır.
- İlk evren, Batı. Braudel buna Hıristiyanlık der. Belki de Romalılık. Bu evren Protestan dünyasına, Okyanus’a ve Kuzey Denizi’ne, Ren nehrine ve Tuna’ya dek uzanır.
- İkinci evren, İslam dünyasıdır, bir ucu Fas’ta bir ucu Hint Okyanusunun ötesinde, İS 13.yüzyıl’da İslamlaştırılmış olan Güneydoğu Asya’dadır. Batı ile İslam dünyası hep karşı karşıyadır. Doğu ile Batı “birbirini tamamlayan düşmanlar.” Birinin yaptığını öteki de yapar.Batı Haçlı seferleri ile yaşar. İslam Cihat ve kutsal savaş ile yaşar. Hıristiyanlık Roma’ya ulaşır, İslam Mekke’ye. Burasının merkez olması normaldir çünkü İslam, tek başına “öteki” Akdeniz’dir.
- Üçüncü kişilik, Yunan dünyası, Ortodoks dünyasıdır. Balkan Yarımadası’nın tamamı ve Ortodoks Rusya. Bu âlemin merkezi, Konstantinopolis’tir. Yani 1453’ten beri İstanbul’dur. Başka bir merkez ise Moskova, Roma…

Uygarlıklar uzun süreli gerçeklerdir. Coğrafya ile belirlenmiş mekânlara sıkıca bağlıdırlar.
Bugün bile bir yanda Batı diğer yanda Doğu vardır. Bu iki dünya arasında çatışmalar halen
devam eder. Ancak bu uygarlıklar savaşta var oluş nedenlerini bulurlar. Uygarlıkların temeli
savaştır zaten. Akdeniz için yapılmış savaşların nedeni bu saydığımız uygarlıklardır. Akdeniz
üzerinden yapılan teknik, inanç alışverişlerinin nedeni de onlardır.
Akdeniz için ekonominin de önemi büyüktür. Uygarlıklar ancak ekonomileri iyi olduğu oranda gelişebilir. Gelişme harcamaların artmasıdır. Braudel’in kitabın başından beri
bahsettiği deniz, zenginliğin en büyüğüdür. Akdeniz’i, Akdeniz yapan en önemli unsurdur ancak diğer yandan da onun varlığını tehdit edecek olan unsurdur. Demek istediği, dünyanın merkezinin İçdeniz ’den Atlas Okyanusu’na kaymasından başka bir şey değildir. Bu gelişme 1492’de Amerika’nın keşfi ve 1497-98’de Ümit Burnu seferiyle başlar. 18.yüzyıl’ın ilk yirmi yılı Akdeniz’de yavaşlama ile geçer. İçdeniz Kuzeylilerin eline geçmiştir. Yani İngilizler’e. İkinci dalga 1571’de İnebahtı ile olmuş ve Akdeniz artık güçsüz düşmüştür. Deniz ticaret yolları yer değiştirmiştir. Ticaret yolları Kuzeylilerin eline geçmiştir.
Braudel’e göre Akdeniz artık özellikle 1650’den sonra dünyanın merkezi olmaktan çıkıyor.
Savaşlara sahne oluyor. Ancak İçdeniz’in en tehlikeli bölgesi Doğu’dadır. Doğu, geniş bir
pazara yayılan Türk İmparatorluğu demektir. Bu pazar ipekle bağlantılıdır. Doğu ticaretinin
hedefi de budur ve yarı Akdenizli olan Fransa’nın 1869’da Süveyş Kanalı’nı açmasıyla
Akdeniz göl olmaktan çıkmış, doğrudan Hint Okyanusuna yönelik bir yola dönüşmüştür.
Artık o koca Akdeniz çok uzun bir yolculuğun kısa bir durağıdır sadece…
Mekânlar / Maurice Aymard
Maurice Aymard 1936 doğumlu, Fransız tarihçidir. Akdeniz dünyasında ve özellikle İtalya’da çok sayıda yayının yazarıdır. Aymard, Akdeniz’in birliğinin, ikliminden, jeolojisinden, yer şekillerinden çok kasaba ve kentler ağına borçlu olduğunu söyler. Toplumsal ilişkilerin mekânsal izdüşümü olarak kent; dünyevi olanı kutsal olandan, çalışmayı eğlenceden, kamuya ait olanı özelden, erkekleri kadınlardan aileyi ona yabancı olan her şeyden ayırır.
- Kentin temelini oluşturan her şeyden önce evdir. Aileyi bir arada toplamak ve dış dünyadan ayırmak. İçerisi ile dışarısı arasında bir sınır olan eşik kutsaldır. Aynı zamanda kadının alanıdır. Çünkü kadın doğurgandır. Biyolojik etkinlikler burada gerçekleşir. Erkek sınırlı vakit geçirir. Erkeklerin mekânı dışarıda kadınların evdedir. İşbölümü de bunu ister. Kadın ev işlerindedir. Birçok Akdeniz Kültüründe böyledir. Kadının iffet ve doğurganlığına verilen değer, evin sınırlarıyla şerefin sınırlarını karıştırır.
- Akdeniz’de şeref, herkes için aynıdır: Hiçbir şeye sahip olmayanların elinde kalan tek şeydir.Kent insanlar arasındaki alışverişe göre kurulmuştur. Toplum yaşamının merkezi meydandır. Akdeniz kent tasarımının vazgeçilmezidir. Meydan, insanların toplaşıp gevezelik ettiği, kitle gösterilerinin yapıldığı önemli bir yerdir. Topluluk bu mekânda kendini gösterir ve kaynaşır.
2.İnsanlar ve Miras
Aile/ Piergiorgio Solinas
1945 doğumlu İtalyan bir antropologtur.
Bu bölümde Solinas, önce Akdeniz’i tanımlıyor ve ‘Akdeniz ailelerinin’ ortak özellikteki
yapılarını açıklamaya çalışıyor. Akdeniz kıyılarında rastlanan kültür alanlarının çeşitliliğini gözden geçirdiğimizde, aileye, evlilik kurallarına ve akrabalık ilişkilerine özelliğini veren yapı ve biçimlerin ne kadar farklı oldukları gözümüzden kaçmaz. Ancak bazı ortaklıklar da vardır.
Yerleşmiş kültür özellikle aile biçimleri ile ilgili bir tipoloji oluşturur. İki düşünce birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bölünmez bütünlük ve bağımlılık. Ev, tüm üyeleri bünyesinde toplayan merkezdir. Bütün aile üyelerini birbirine bağlayan şeyse, bağımlık ve baş eğme ilişkisidir. Geleneksel Akdeniz toplumunda aile var olma biçimidir. Baba, ana, eş, çocuk. Yemek gibi çalışma da ortaklaşa bir eğilimdir. Burada bireysel kişiler yoktur toplumsal işlevler vardır. Bu aile içi bağımlılık Akdeniz uygarlıklarının ortak bir özelliğidir.
Akdeniz’in farklılıkları bir yana olsun ailenin yapısal özelliğini iki ana unsura indirger yazar.
İlki, yaşamını sürdürebilmesi için ekonomik temel ikincisi, birliğin, kan bağının hısımlık
özgül ilişkilerin örgütlenme biçimi.
Ataerkil yapı, Akdeniz kültürlerinin bütününde rastlanan yaygın bir özelliktir. Bu ailenin en
ileri götürülmüş hali kırsal göçebelik dönemindeki Yahudi ailesidir. Erkek soyunun gücü, onu
temsil eden en yaşlı insanda kişileştirilmesidir. Ataerkil ailenin özelliklerini Yunan ve Roma ailesinde de bulabiliriz. Arkaik dönemde baba, evlatlarından yaşamının sonuna kadar
yararlanıyordu. Onları bir başkasının buyruğuna verebiliyor ya da kendi işinde istediği gibi
kullanabiliyordu. Aile topluluğu bu anlamda kolektif bir işçidir. Üretim gücü bir bütündür.
Göçler
Aymard’a göre Akdeniz, yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte kıyılarına koşan kuzeyli
insanların güneş ülkesidir. Dün bir avuç zenginden ibaretken bugün milyonlarca insana
ulaşmıştır. İtalya’dan İspanya’ya, Yunanistan’a ve Ege kıyılarına kadar taşımıştır. Bugün ise
artık buraları yetmiyor. Kanarya Adaları’ndan Maldivler’e ve Pasifik Okyanusu adalarına
kadar bıkıp usanmadan yeni Akdeniz’ler yaratılıyor.
İnsanların gecelemek için, para tüketmek için koşa koşa gelip barışçı bir istilaya giriştikleri bir turizm türüdür bu. Bu istilacılar burada uzun süre kalmazlar. Bu nedenle bu barışçı bir istiladır ama masum değildir. Doğal güzelliklerin bozulmasına yol açar. Akdeniz tarihte belki de ilk kez nesne konumuna indirgenmiştir. Artık parayla satın alınan bir oyun alanına dönüşmüştür.
En kalabalık kırsal bölgelerde yaşayan genç erişkinlerin kitleler halinde yaşadıkları yeri terk
etmeleri, bulunan ilk işi kabul edip en kaba ve ağır işlerde kullanılmaları ve ekonomik kriz
geldiğinde hemen geldikleri yere gönderilmeleri. Bu nüfus hareketinin yol açtığı değişimler
en çok kendini İtalya’da göstermiştir. Bu ülkeyi 25 milyon insan terk etmiştir.
İlk göç dalgası, 11.yüzyıl’ın başında özellikle Akdeniz ülkelerine, Mısır’a, Tunus’a özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’na yöneliktir. İtalyanlar İstanbul’a yerleşmiştir. Bir teknisyenler göçüdür bu. Ancak yurtlarını terk edenler, kırsal kesimde yaşamaya mahkûm olmuştur.
Amerika’nın ve faşizmin uyguladığı kısıtlamalar, 1930’lardaki ekonomik krizinde etkisiyle
göç hareketini durdurmuştur. Savaştan sonra şiddetli olarak göç, Kanada ve ABD’den çok
İsviçre ve Almanya’ya yönelmiştir. Endüstrileşmiş Avrupa’ya İtalya, el emekçisi
gönderenlerin başında gelir. Bu Akdeniz ülkelerinde sırasıyla kendini gösteren, bu ülkelerin en verimsiz bölgelerini üzerinde yaşayan köylülerinden yoksun bırakan bir göçtür. Bütün bu ayrılışlar bağımlı bir Akdeniz tablosu çizmektedir.
Köy artık yok olmaya mahkûmdur. Akdeniz tüm bunların bedelini güneşiyle ve işgücüyle ödemektedir. Binlerce yıldır Akdeniz’in tarihini oluşturan en güçlü öğe göçler iken bugün yine aynı tarihin bütünlüğünü parçalayan yine göçler olmuştur…
Venedik
Venedik Braudel’e göre büyülü bir adadır. Gerçekdışı ama aynı zamanda gerçek bir kenttir.
Venedik’in en önemli büyüklüğü Akdeniz’e egemen olmasıydı der Braudel. Bütün ipler onun elindeydi. Dukanın, sikkenin, Afrika altınının, Orta Avrupa’nın parasının toplandığı yerdi. Venedik her şeyi yutuyordu. Yunan Adalarından likörü, yağı, şarapları, buğdayı, Kıbrıs’ın tuzunu… Ancak bir gün gelecek Venedik bu durumunu başkalarına kaptıracaktı. Dolayısıyla Venedik yaşamını sürdürdü ancak İngiltere, Fransa gözümüzün önünde yaşamanı sürdürüyorlar. Braudel Venedik’in çökmesini iç sebeplere dayandırmaz. Bu uygarlıkların çöküş sebebi dünyanın değişmesidir. Yeni bir düzene evrilmesidir. Dünya ticaretinin Akdeniz’den Atlas Okyanusu’na kayması Venedik’in durumunu açıklar. Ancak o bu durumdan bile kendini kurtarmıştır ve Venedik olarak kalmıştır.












