? Bu yazı Simge Kurtuldu tarafından editörün seçimi arasına girdi ?
Türk sinema tarihinin önemli yapımlarından biri olan Züğürt Ağa filmi, genel olarak baktığımız zaman feodalizmden kapitalizme geçiş ile köyden kente göçü temel alıyor. Bu yazımızda, filmdeki bu geçiş aşaması sürecini, sınıf, statü ve tabakalaşma bağlamında ele alarak incelemeye çalışacağız.
Toprak sahibinin (senyör) politik, ekonomik, hukuki, mâlî, askerî v.b. haklara sahip bulunduğu ve temeli toprak köleliğine dayanan cemiyet düzeni “feodalizm” olarak adlandırılmaktadır. (Öksüz, 1980, s.81). Başlangıçta buram buram feodalizm kokan bu filmde de iki temel sınıf görmekteyiz. Toprak sahibi Ağa (senyör) ve onun emri altında çalışan marabalar (köylüler). Feodal düzendeki gibi marabaların hakları, özgürlükleri, kazançları, rol ve sorumlulukları Ağa’nın elindedir ve bütün bunları o belirlemektedir. Ağa, babası gibi doğuştan ağadır ve marabalar da doğuştan marabadır. Feodal düzende sınıfların üretime mülk sahibi olarak katılanlar ve emeğiyle katılanlar olarak ikili bir sınıf yapısı olmakla beraber, rol ve statüler kast sisteminde olduğu gibi doğuştandır. (Öksüz, 1980, s.87) Doğuştan Ağa olmanın getirdiği ağırlığı ve davranışa etkisini, filmin ilerleyen sahnelerinde göreceğiz.
İlk saniyelerden dikkatimizi Ağa’nın giydiği çizmeler ve marabaların ayaklarında bir ayakkabı dahi olmaması çekiyor. Ağa, film boyunca çizmelerini parlatmak için emirler verir. Çizmeler, aslında onu marabalarından ayıran sembollerden bir tanesidir. Meşru olarak kabul edilen, tanınan her farklılık bir ayrışma faydası sağlayan bir simgesel sermaye işlevlerine sahiptir. (Bourdieu’dan akt. Cogito Der. 2014, s.198) Buna göre, somut olarak çizmeler, Ağa’nın simgesel sermayesidir çıkarımını yapabiliriz.
İlk sahneden filmdeki sınıf eşitsizliğinin farkına varıyoruz. Film, Ağa’nın güreşmesi ile başlıyor. Bu filmde Ağamız bir güreş tutkunu ve her kazandığı güreşin ardından marabalarına ziyafet vermekte. Sefil ve açlık derdinde olan marabalar tabii ki bu durumu fırsata çevirerek, Ağa ile güreşler düzenleyip Ağa’nın kazanmasını sağlıyor. Ağa’nın bir güreş daha kazanıp ününü diğer köylere yayması ve köylünün ziyafet ile karnını doyurması açısından her iki tarafta da durum oldukça olumlu karşılanıyor. Yani kısacası marabalar için “güreş bahane ziyafet şahane” durumu söz konusudur. Köylülerin bu kadar sefil durumda olmasının sebeplerinden birinin köydeki kuraklık olduğunu filmin ilerleyen sahnelerinde görüyoruz. Hatta öyle ki köylüler üretim yapamamaktadır ve bu yüzden hem köylüler hem de Ağa zor durumda kalmıştır. Köylüler bu durumda çareyi yağmur duasına çıkmakta bulurlar ve Şıh’tan yağmur duasına çıkmaları için talepte bulunurlar. Şıh ise durumu fırsat bilip ancak Ağa’nın, onun elini öpmesiyle yağmur duasına çıkabileceğini şart koyar. Çaresiz köylü bu durumu açıkladığı zaman, Ağa’nın, ağa olmasının verdiği üstünlük ve statü bir kere daha karşımıza çıkıyor. “Ağa’nın el öptüğü nerede görülmüştür?” cümlesi ile sert bir tepki veriyor. Burada, zor durumda olsa da ağanın üzerindeki kültürel sermayenin (Yarcı, 2011) baskısını görüyoruz. Kültürel sermaye farklı sınıf kültürleri bağlamında bir kuşaktan diğerine aktarılan, örgü ve enformel yolla edinilmiş olan genel, kültürel kalıpları (zihinsel alışkanlıklar, davranış kalıpları ve bilgi birikimi) içerir. (Sayılan, s.63) Babadan oğula kazanılmış olan ağalığın kültürel sermayesi olarak, Ağa’nın asla kimsenin elini öpmemesi şeklindeki davranış kalıbını görüyoruz. Fakat sonrasında Ağa, durumun ciddiyetinin farkında olduğundan dolayı köylüyü daha fazla kırmamak için Şıh’ın elini öpmeyi kabul ediyor. Burada, Ağa’nın köylüler üzerindeki sorumluluğunun bilincinde olduğunu fark ediyoruz. Ağa’nın, oldukça iyi niyetli olduğu da birkaç defa yansıtılır. Örneğin Ağa, köyü bırakıp şehre yerleşmesini söyleyenlere her defasında marabalarını bırakamayacağını, onları düşündüğünü belirtiyor. Öyle ki, filmde Ağa’ya bela olacak Kekeş Salman karşımıza çıktığında, Ağa’ya yalvararak iş ister, Ağa ihtiyacı olmamasına rağmen Kekeş Salman’ı işe alır. (Burada Kekeş Salman yalvarırken Ağa’nın çizmelerine sarıldığını görüyoruz.) Ağa’nın yanında işe başlayan Kekeş Salman, Ağa’nın ve köylülerin durumunun kötüye gidişine çok yakından tanık olur. Feodal sistemin giderek yok oluşunun aslında Ağa da farkındadır. Tek başına gittiği bir arazide Tanrı’ya seslendiğini görüyoruz. “Niçin hiçbir şey eskisi gibi değil?” sorusu ile durumun daha da kötüleştiğinin farkında olduğunu belirtiyor. Yağmur duası da işe yaramayınca köylüler iyice zor durumda kalıyorlar. Ağa’nın bulunduğu partinin hiç oy toplayamaması ile de işler daha kötü hale geliyor. Bütün köylü, “cennetten tapu almaları” karşılığı diğer partiye oy vermiştir. Şıh tarafından dolandırılan köylülerin, cahilliklerinden yararlanılmıştır. Artık patlama noktasına gelen Ağa bu olaydan sonra köylünün hisselerini azaltma kararı alır. Daha da zor duruma düşen marabalara ise “Vallahi siz benden daha iyi durumdasınız. Benim cennette yerim yoktur.” cümlesi ile ironi yapar. Köylü, çaresiz bir şekilde ne yapmaları gerektiğini aralarında konuşurken Kekeş Salman gelir. Köyü bırakıp şehirde ticaret yapmaya başlayanların daha iyi durumda olduklarını gözlemleyen Kekeş, köylüleri de Ağa’ya ihanet edip, buğdayları satarak şehre yerleşmeleri konusunda ikna ediyor. Yoksul köylüler ilk başta, onlardan üstün konumda olan Ağa’ya bunu yapamayacaklarını ve ondan ayrılamayacaklarını belirtiyorlar. “Bizim sahibimiz Ağadır.” cümlesi ile köylülerin de sınıfsal konumlarının onlara kabul ettirildiğini görüyoruz. Köylülere göre de onlar ağanın malıdır ve ondan bağımsız hareket edemezler. Ancak geçim sıkıntısı buna baskın gelir ve şehirde karınlarını doyurabilecekleri fikri çok daha caziptir. Bir gece Kekeş Salman’ın da dediği gibi buğdayları satmak üzere çalan marabalar köyü terk edip şehre kaçarlar. Feodalizmden kapitalizme geçişin en somut halini ilk burada görüyoruz.
“Değişen feodal düzende bir yandan lüksün diğer yandan fiyatların artması, senyörlerin taleplerini arttırmıştır. Artan talebin karşılanmaya çalışılması için senyörler sömürü haddini arttırmışlardır. Artan sömürü ise köylülerin, köylerden yavaş yavaş kitleler halinde kaçmasına veya para karşılığı, azad edilmesine sebep olmuştur.” (Öksüz, 1980, s.88)
Bu bağlamda, Ağa’nın borçlarını ödeyememesi, köylülerin hisselerinin düşürülmesi ve durumun gittikçe kötüleşmesi köydeki yaşamın sonuna geldiğinin mesajını vermiştir. Artık köylü, Ağa’dan gizlice buğdaylarını satarak şehre kaçmıştır. Bu olaydan sonra Ağa’nın bu durumun farkına vardığındaki çaresizliğini görüyoruz. Artık köyde kalmasının bir anlamı yoktur ona göre. “Marabasız Ağa olur mu hiç?” sözleri ile de, bulunduğu sınıfın öneminin marabalar sayesinde oluştuğunun bilincindedir. En sonunda Ağa da köyü satıp şehre yerleşiyor. Şehre gittiğinde Ağa, bir kahvehanede marabalarını görüyor fakat onları affediyor. Ona göre affetmek de Ağa’nın büyüklüğündendir. Ağa olmanın sorumluluğu hala üzerindedir. Marabalar bir şekilde şehirde tutunmayı başarmıştır ve Ağa’ya iş konusunda birkaç fikir verirler. Filmin bu bölümünden itibaren Ağa’nın şehir hayatındaki yaşama alışmasını ve çektiği zorlukları görüyoruz. Ağa, Kahyasıyla birlikte önce market işletmeye çalışır, olmayınca araba ile domates satmaya başlarlar. Ağa, domates işine tam alıştığı noktada şehir hayatının karmaşıklığı bir kere daha karşısına çıkar: Ağa’nın arabayı yanlış yere park etmesinden dolayı çekiciler götürür. İşte bu noktada Ağa, arabasını almaya gittiği zaman bürokrasi ile tanışır. Arabasını geri alabilmesi için birçok yere müracaat etmesi gerekiyordur. Ağa’nın denediği işlerde arka arkaya başarısız olması, marabaların da dikkatinden kaçmaz tabii ki! Artık Ağa’nın sefil durumda olduğunun farkındalardır. Ağa da bütün bu yaşadıklarından sonra artık statüsünün önemini yitirdiğinin farkına varmıştır. Bunu, Kahyasına söylediği “Burada Ağalık bitmiştir. Köylünün bana nasıl baktığını görmüyor muyum sanıyorsun?” cümleleri ile anlıyoruz. Yine de yeni yaşamında da Ağa gibi davranması, ona yüklenen kültürel sermayesinden gelmektedir. Kekeş Salman, bu sefer şehir hayatına tutunmayı başarmış ve gittikçe yükselmiş bir konumda karşımıza çıkıyor. Filmin başında Ağaya iş için yalvaran Kekeş Salman’ı, Ağa’nın kötü durumundan dolayı ona iş teklif ederken görüyoruz. Kekeş Salman, ağanın yitip giden otoritesinin farkındadır ve bu durumla dalga geçmektedir. Aynı zamanda Kekeş Salman’ın burjuvalaştığını da görüyoruz.
“Sanayileşme hareketiyle birlikte bir yandan zengin ve nüfuz sahibi bir burjuva sınıfı doğarken öte yandan gelişen sanayi ile rekabet edemeyerek malını satamaz duruma gelen küçük sanatkarların emeğini satmak zorunda kalmaları, köylü nüfusun kentlere göç ederek, buralarda kurulan sanayide iş aramaları, küçük mülk sahibi ve üreticilerin başkalarının yerlerinde çalışan proletarya durumuna geçmelerine neden olmuştur.” (Sunar, 2018, s.21)
Bu bağlamda baktığımız zaman köylünün şehirde tutunmaları ve Ağa’nın da tutunma çabası ile şehir hayatında gelişen sanayileşmeyi ve kapitalizmin dönen çarkına dahil olmalarını görüyoruz. Filmin sonlarına doğru Ağa’nın eşi, düştükleri durumdan dolayı çocuklarını da alıp Ağayı terk etmiştir. Geriye -Ağa’nın ilk görüşte sevdalandığı, Kekeş Salman’ın kardeşi- Kiraz ve annesi kalmıştır. Kiraz’ı Ağabeyi sermaye için Ağa’nın babasına satmıştı ancak Ağa’nın babası düğün günü vefat etmişti. Kiraz da ağabeyine dönmek yerine Ağa’nın yanında kalmayı seçmişti. Son çare olarak Kiraz, son parasını Ağa’ya veriyor fakat talihsizlik bu ya, Ağa’nın parası çalınıyor. İyice yoksullaşan Ağa, Kahyasına, verecek parası olmadığı için, kalan son değerli eşyaları tespih ve tütün kabını da vererek onu azad ediyor. Ağa artık ne yapacağını bilemeyen, parasız bir durumdadır. Bu noktada Ağa’nın, doğuştan ağa olduğundan dolayı ağalık dışında hiçbir şeyi bilmemesine vurgu yapılıyor. Filmin sonlarına doğru Kiraz’ın Ağa ile konuşmasını izliyoruz. Kiraz’ın da ona karşı hislerinin olduğunu öğrenen Ağa, “Bu ağa Züğürt Ağa’dır” cümlesi ile kendi Ağalığının geldiği son durumun farkında olduğunu belirtiyor. Kiraz, “Olsun, senin insanlığın güzeldir, belki de o yüzden Ağalığı becerememişsindir.” cümlesi ile Ağalık konumu için fazla iyi olduğunu ve bu yüzden gittikçe dibe battığını vurguluyor.
Daha sonra Ağa’nın, iyi olduğu tek konu olan çiğköfte yapmak ile iş tutmak aklına geliyor. Ne yazık ki bunun için hiçbir parası kalmamıştır. Satabileceği son eşyası, çizmeleridir. Ağa’nın çizmelerini satması ile de Ağalığının bitişi resmileşmiştir ve artık şehirdeki onlarca sıradan insandan biridir. Çizmelerini satıp eski bir terlik giyiyor ve yaptığı çiğköfteyi satmaya başlıyor. Son sahnede çiğköftelerini satabilen Ağa’nın mutluluğunu görüyoruz ancak dikkatimizi, satış yaparken marabalarından biri ile karşılaşması çekiyor. Ağa, her ne kadar artık senyör sınıfında olmasa da üzerindeki kültürel ve simgesel sermayenin etkilerinin devam ettiğini görüyoruz. Ağa, köylü ile karşılaştıktan sonra yönünü çevirip görmezden gelerek oradan uzaklaşıyor.
Son olarak filmde dikkatimizi çeken başka bir nokta ise Ağa’nın isminin olmamasıdır. Ağa, orada köyden kente göç ile şehir hayatında kaybolan bir kişi değil, aynı zamanda feodal sistemin temsilidir. Feodalizm, son sahnedeki gibi şehir hayatında yok olmuştur.
KAYNAKÇA
Bourdieu, P. (2014). Simgesel Sermaye ve Toplumsal Sınıflar. Cogito Dergisi, 0(76), 198.
Öksüz, E. (2011). Feodal Düzen ve Sosyal Değişmeler. Sosyoloji Konferansları, 0(18), 81-92.
Sayılan, F. (2017). Kültürel Sermaye. Eleştirel Pedagoji Sözlüğü. s.63-65
Sunar, L. (2018). Sosyal Tabakalaşma. (1). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık
Yarcı, S. (2011). Pierre Bourdieu’da Sosyal Sermaye Kavramı. Akademik İncelemeler Dergisi, 6(1), 125-135.
Farklı bakış açısıyla işlenmiş bir yazı. Gerçekten harika yazarın ellerine sağlık zevkle okudum.