Yüzyıllardır hayatımıza farklı biçimlerde yansıyan patriyarka; sosyal, ekonomik ve politik sistemlerin temelini şekillendiren köklü bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların ikincil konuma itildiği, karar mekanizmalarından uzak tutulduğu bu yapı, zaman içinde farklı direnç biçimleriyle karşılaşmıştır. İşte bu direncin en güçlü ve örgütlü ifadelerinden biri olan feminizm, patriyarkanın yüzyıllardır süregelen hegemonyasına meydan okuyarak toplumsal değişime öncülük etmektedir.
Sosyal Yapının Temellerini Oluşturan Sistem: Patriyarka

Bireyler, doğdukları kültür içerisinde belirli roller benimsemektedir ve bu rollerin yüzyıllar boyunca içselleştirilmesiyle toplumsal cinsiyet rolleri ortaya çıkmaktadır. Bu roller aracılığıyla bireyler, kadınlık ve erkeklik pratiklerini sosyalizasyon süreciyle birlikte öğrenmekte ve uygulamaya başlamaktadırlar. Bu belirlenmiş rolleri daha da pekiştiren yapıya sosyolog Sylvia Walby, patriyarka adını verir. Walby, patriyarkayı hem özel hem de kamusal alanda işleyen bir sistem olarak tanımlar ve bu alanlarda patriyarkanın kendini sürekli olarak yeniden ürettiğini savunur.
Bu sistemlerin başında, özel alanı temsil eden ev içi üretim yer almaktadır. Kadınların ev içi emeği (temizlik, çocuk bakımı, yemek vb.) sistematik bir şekilde görünmez kılınır. Bu emeğin kadınlar tarafından doğal olarak yapılması gerektiği fikri topluma empoze edilmektedir. Öte yandan, ücretli emek alanında kadınlar genellikle düşük ücretli, güvencesiz işlerde çalışmaya zorlanırken erkeklerin iş yaşamındaki rolleri daha değerli ve saygın olarak sunulur.
Walby, aynı zamanda cinselliğin de patriyarkal yapılar içinde düzenlendiğini savunmaktadır. Yazara göre, cinsellik yalnızca heteronormatif (yani kadın ve erkeğin geleneksel rollerde yer aldığı, karşı cinse yönelimli) bir biçimde tanımlanıp kabul edilmektedir. Bu, toplumun cinselliği belli sınırlar içinde kurgulaması anlamına gelmektedir. Bu yüzden heteronormatif cinsellik, hem kadınların hem de diğer cinsel kimliklerin özgürlüklerini sınırlayan bir kontrol mekanizması haline gelmektedir. Walby’ye göre bu düzenleme, kadınların erkeklere bağımlı kılındığı patriyarkal sistemin bir parçasıdır.
Walby, ayrıca devletin de ataerkil sistemi yasalar ve politikalar aracılığıyla desteklediğini belirtir. Siyasette yer alan kadınların bu alanda var olabilmeleri için saçlarını kısa kestirmeleri, erkek gibi konuşmaları ve takım elbiseler giymeleri gerektiği düşüncesi bu durumun en önemli örneklerinden biridir.
Bunun yanında din, medya ve eğitim gibi ideolojik araçlar da toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesinde önemli rol oynamaktadır. Kadınlar edilgen, duygusal ve yardımcı rollerle temsil edilirken erkekler güçlü, lider ve akılcı figürler olarak sunulmaktadır.
Patriyarka’ya Meydan Okuyan Hareket: Feminizm

Feminizm, 19. yüzyılda kadınların feminist bir bilince ulaşarak örgütlenmeleriyle ortaya çıkan bir harekettir. Toplumda cinsiyetler arası eşitsizliğin varlığını ve bunun sürekli yeniden inşa edildiğini savunan bir akımdır.
Feminizmin tarihsel gelişimine bakıldığında, hareketin üç dalga halinde ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk feminist dalgaya Britanya’daki Süfrajet hareketi öncülük etmiştir. Bu mücadele, kadınlara oy, eğitim ve mülkiyet haklarının tanınması amacıyla yürütülmüştür. Aynı zamanda kadınların özel alandan kamusal alana çıkış mücadelesini de içermektedir. İkinci dalganın ortaya çıkmasında ise Fransız yazar Simone de Beauvoir’un etkisi büyüktür. Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” sözüyle, kadınlığın doğuştan gelen bir özellik olmadığını, toplumdaki sosyalizasyon süreciyle içselleştirilen bir rol olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, özel alanın da dönüştürülmesi gerektiğini savunmuştur.
İkinci dalga feminizmin daha çok belirli bir kadın tipinin deneyimine odaklandığı eleştirisi ortaya atılmıştır. Üçüncü dalga feminizm bu eleştiriden hareketle gelişmiştir. Özellikle ABD’de, beyaz olmayan ve işçi sınıfı kadınların deneyimleri feminist anlatının bir parçası haline getirilmiştir. İkinci dalga kadınlar üzerindeki baskı ve sömürünün evrenselliğini ortaya koyarken, üçüncü dalga kadınların farklılıklarına ve bu farklılıkların politik sonuçlarına dikkat çekmiştir. Ayrıca, trans kadınların deneyimleri ve talepleri de üçüncü dalga feminizmin önemli bir parçası olmuştur.
Feminizm, yüzyıllardır toplumun sosyal yapılarını şekillendiren patriyarkanın etkisini azaltmayı hedefleyerek toplumsal değişimin önemli bir itici gücü haline gelmiştir.
Günümüzde Feminizmin Gücü ve Patriyarka’nın Süregelen İzleri

Feminizmin yaygınlaşmasıyla birlikte, patriyarkanın toplum üzerindeki mutlak hakimiyetinde bazı kırılmalar yaşandığı söylenebilmektedir. Dünya üzerinde örneklere bakıldığında, 2017 yılındaki Hollywood’dan başlayarak tüm dünyaya yayılan MeToo Hareketi, cinsel taciz ve istismarın ifşa edilmesini sağlamıştır. Kadınlar, özellikle erkek egemen alanlarda yaşadıkları zorlukları görünür hale getirmişlerdir. Aynı şekilde 2018’de İzlanda’da kadın ve erkeklerin eşit ücret ödeme zorunluluğu getiren ilk ülke olması da feminist mücadelenin bir başarısıdır.
Yine yıllar süren feminist kampanyalar sonucunda Arjantin’de 2020 yılında kürtajın yasallaşması patriyarkanın kırılmaya başladığının göstergelerindendir. Ülkemizde ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 5Harfliler, Çatlak Zemin gibi feminist medya oluşumları, ataerkil egemenliğin azaltılmaya çalışıldığı mücadelelere örnektir.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, ne yazık ki patriyarkanın izleri hala varlığını sürdürmektedir. Dünya genelinde ve ülkemizde yaşanan kadın cinayetleri ve şiddet vakaları, binlerce kadının ataerkil sistem içerisinde ezilmeye devam ettiğini göstermektedir.
Kadınların ikincil konuma itilmediği, eşitliğin ve adaletin hakim olduğu bir dünya umuduyla…
Kaynakça
- Walby, Sylvia. Patriyarka Kuramı. Ankara: dipnot, 2016
- ”Feminizm”. Feministbellek.org. Web. 23.04.25
- ”What Is Feminism and Why Is It Important?”. Globalcitizen.org. Web. 22.04.25
- Öne çıkan görsel: Pixabay


